29 Eylül 2012 Cumartesi

İkiyüzyetmiş dakika



Aziz Yıldırım ile 98'de başlayan yürüyüş.
2001'de Galatasaray'ın 4 yıllık saltanatını bitiren "Hep destek, Tam destek" akımı.
2004, 2005, 2007 ve 2011'de kazanılan şampiyonluklar.
2006, 2010, 2012'de son maçta kaçan mutluluklar.
Son 12 yılda gelen 5 ve son maçta kaçan 3 şampiyonluk.
Son 12 yılda 10 final.
Fenerbahçe son 12 yılın 10'unda ya 1. ya 2. olmuş, toplamda.


Tablo aşağıda:




Ve; 2006'da Denizli'yi, 2010'da Trabzonspor'u, 2012'de Galatasaray'ı son maçta yenseydik, tablo aşağıdaki gibi olacaktı.



Eğer yukarıda bahsi geçen 3 (üç) maçı, 270 dakikayı kazanmış olsaydık, son 12 yıldaki şampiyonluk sayımız 5'den 8'e yükselecekti.

Son 12 yılda 8 kez Şampiyonlar Ligi'ne katılacaktık.
Son 3 yıldır direkt katılmıştık.
Bu yıl da oradaydık.

Her yıl üstüne koymuştuk.
Avrupa devlerinden dayak yiye yiye, kim bilir nasıl bir dövüşçü olmuştuk?

Gelirlerimiz, o oranda futbolcu kalitemiz, ne seviyedeydi?
Peki ya rakiplerimiz?

Ben uzatıp moral bozmayım.
Varın üzerinde siz düşünün, hayal kurun.



2006'da, 2010'da ve geçen sezon 2012'de neler olduğunu hepimiz biliyoruz.
Ha bu arada; evet, yensek şampiyonduk. 
Yenemedik.

Hikayeyi baştan anlatmaya gerek yok.
Bilen biliyor.
Bilmeyen de bilmiyor, anlamıyor.


Son 12 yılda 10 final görmüşüz.
Neleri doğru yaptık da her sene şampiyonluğa oynadık?
Ve neleri yanlış yaptık da 10 finalden 5'ini kazanabildik?

Ve ve ve;

Ne yapabiliriz ki; gelecek 10 yılda, şampiyonluklara ambargo koyabilelim?

Hangi doğruları geliştirelim?
Hangi yanlışları bertaraf edelim?


Nereden başlayalım?
Gelin 2000-01 sezonuna dönelim;

"HEP DESTEK, TAM DESTEK" demiştik o gün.

Bugün;

"DAHA YENİ BAŞLIYOR!" diyelim.


Tablolar yukarıda.
Yaptıklarımız arkada,
Yapabileceklerimiz ortada.

Bir yerden, başlamak lazım.
Gelin, bi' omuz atalım!




Devamını oku...

25 Eylül 2012 Salı

Bir şehir efsanesi: "3 yıldır bu takımın başındasın!"


Sevin, sevmeyin.
Beğenin, beğenmeyin
Eleştirin, eleştirmeyin;

Aykut Kocaman Fenerbahçe'nin 3. yıldır teknik direktörü.

Fenerbahçe'nin de uzun bir dönem dahil olduğu, "Teknik direktör öğütme" fabrikasında, Türkiye'de.

Şimdilerde bir temcit pilavı pişiriliyor her akşam.
"3 yıldır bu takımın başındasın!" diye.

Doğru.
Bu 3. yılı Hoca'nın.
Hatta Sportif Direktörlüğü de katarsak 4. futbol senesi Fenerbahçe'de.

Ama hani oluşturamadığını düşündüğünüz takım kimyası ve koordinasyonu var ya; haksızlık ediyor olmayasınız Hoca'ya, bu konuda.

Lütfen; diğer tüm konuları bir kenara bırakalım bu yazıda, okurken de, yazarken de.

Hoca'nın ve/veya takımın reelde kaçıncı yılı, onu konuşalım.




2010-11 / 1. Sezon


İlk senesinde; yine bir travma sonrası geldi Aykut Kocaman.


2010-11'de; İlhan Eker, Caner, Stoch, Dia, Niang, Yobo'yu transfer etti Hoca. Bir önceki yıl, Daum dönemi de Cristian ile Andre Santos'u kendisi getirmişti.

Bir önceki senenin üzerine ilk 11'e monte olması muhtemel 4 ya da 5 demekti bu. 

Yani kaleci hariç takımın yarısı.

Kaldı ki, Andre Santos ve Cristian da yeni sayılırdı.

Hatta Volkan, Gökhan, Mehmet Topuz, Lugano, Emre ve Alex'ten oluşan kaleci dahil 6 kişilik iskelet dışında takım hüviyeti yeni preslenmişti.

2010-11 sezonu ilk yarısı da bu geçiş süreciyle geçti. Kabul edilebilir bir başarısızlıkla.

Yuğrulan takım; iskeletini, yukarıda adı geçen 6 oyuncuya Yobo, Niang ve Stoch'u ekleyerek yoluna devam etti ve vidalar sıkılınca gelen seri ile ligi şampiyon bitirdi.

Takım 18'de 17 yaparken modern futbolun ideal örneklerini sergilediği gibi, hücum ve savunma kurgusu artık bir kimlik kazanmıştı.

"Oyun kurucu" bir sol beke,
"Komple" bir forvete,
Tren gibi işleyen bir sağ kanada,
"Sürpriz golcü" sol açığa,
"Buz gibi" bir sol stopere,
"Taş gibi" ve "Golcü" bir sağ stopere,
İdeale yakın bir orta saha göbeğine,
Ve Alex'e sahipti Fenerbahçe.


Darbe oldu.




2011-12 / 2. Sezon




Şampiyonlar Ligi'ne direkt katılacaktık.

Darbe olmadan,
Emenike, Serdar, Orhan ve Sezer'i almıştık bile.

Fenerbahçe'ye söz veren Selçuk İnan'ı Galatasaray'a, darbenin kulağına fısıldanmasıyla kaçırdık.

Ve darbenin yaşandığı günlerde Gökhan İnler'in işini bitirmek üzereydik.

Ne yapmıştı Hoca bu transferlerle, işleyen çarka?

Sakatlığında alternatifi olmayan Gökhan'ı Orhan ile yedeklemişti.
Stopere yerli potansiyel Serdar'ı monte etmişti.
Orta sahanın farklı yerlerinde yeteneğini kullanabileceği Sezer'i takıma katmıştı.
Ve patlayıcı/yırtıcı/golcü forvet Emenike'yi kazandırmıştı kulübe.

Volkan, Gökhan, Lugano, Yobo, Andre Santos, Topuz, Gökhan İnler, Emre, Niang, Alex, Emenike; gibi bir planı vardı, maçtan maça ufak farklarla.

Sonra malumunuz;

Lugano, Andre Santos, Niang, Emenike gitti.
Gökhan İnler gelmedi, Napoli'ye gitti.

Yani o;


"Oyun kurucu" bir sol beki,
"Komple" bir forveti,
"Taş gibi" ve "Golcü" bir sağ stoperi,
Yeni "Yeboah", bugün artık herkesin hayranlıkla izlediği patlayıcı/yırtıcı/golcü forveti

avuçlarının arasından yitirdi Fenerbahçe.

Tüm hücum ve savunma kurgusu yerle yeksan edildi.
Zaruretten.


Yerlerine, son gün, apar topar Ziegler ve Bienvenü geldi.


Yaşadığımız onlarca futbol dışı sorunun yanına;

4 ilk 11 futbolcusunun,
4, pozisyonlarının üstünde meziyet ve vazifeleri olan futbolcusunun takımdan ayrılması, tuz biber ekti.

Ama eldeki iskelet ve gelenleri cılız katkılarıyla, hasbel kadar finali gördü Fenerbahçe.

Süper Final'in lideri,
Türkiye Kupası'nın sahibi olarak.




2012-13 / 3. Sezon




Emre, Ziegler, Dia, Bilica gitti.

Sow yeni sayılırdı, çok ama çok az maça çıktı.

Kuyt, Mehmet Topal, Hasan Ali, Salih Uçan, Egemen, Krasic ve Meireles geldi.

Ziegler; performansı / yabancı statüsü denklemi sonucu Hasan Ali ile yer değiştirdi.

Emre; Türkiye'de medya tarafından bitirildi.

Dia ve Bilica da performansları sebebiyle takımdan ayrıldı.


İlk sezonunda takımı aldığında elinde bulunan iskeleti hatırlıyor musunuz?
Tekrar edelim: Volkan, Gökhan, Mehmet Topuz, Lugano, Emre ve Alex.

İşte o iskeletten Emre ve Lugano da yoktu artık. Ve Alex 2 yıl daha yaşlıydı.

Kaldı 4 kişi.

İskelet olarak addedemesek de; Cristian, performansıyla bir var bir yok Stoch ve Caner, kendini geliştiren ama potansiyeli kısıtlı Bekir de, iskelete katkı veren diğer isimlerdi.

Sow, Kuyt, Topal, Meireles, Krasic, Hasan Ali, Egemen gibi, 7 ilk 11 futbolcusu ile takviye yaptı Aykut Kocaman.

Kaleci hariç 7 kişi.
% 70.




Özetle;

Yani, ilk senesinden bir adım daha geriye gitmişti Aykut Kocaman.
Hiçbir dahli ve kabahati yokken.

Şimdi eskiler ve yenilerle yeni bir iskelet kurma telaşında, yeni bir hücum ve savunma kurgusu yaratmaya, rolleri yeniden dağıtmaya çabalıyor.
İlk sezondaki geçiş sürecinden, daha zorundan geçiyor.


  • Üstelik yatırım yapılan kaliteli kadro ile üzerindeki beklentiden oluşan baskı büyük.
  • Taraftarın, darbe sonrası morali bozuk, öfkesi büyük.
  • Rakibin, türlü enstrümanlarla, silahı büyük.

Ezcümle;


Aykut Kocaman, futbol sahasındaki takımın başında ilk sezonunu yaşıyor Fenerbahçe'de. Hatta o yılın, bir adım daha gerisinde.

Türkiye'yi, Kulübü, elindekileri ve potansiyelini biliyor.

Bu sahte/suni fırtınadan kurtarabilirse onu Fenerbahçe, yeni ve bu sefer eksiksiz, taş gibi bir iskelete sahip olacak Fenerbahçe.

Ve Türkiye'de,
Ve Avrupa'da;
adım adım yükselecek Fenerbahçe.

Sever, sayar, sabreder ve en önemlisi, yukarıdaki tabloya bakıp elini vicdanına koyarsa Fenerbahçe camiası; önü açık, her zamankinden fazla açık hem de.

Bu Aykut Kocaman'ın olduğu kadar, Fenerbahçe camiasının da sınavı.

Diğerleri gibi "Aslan"ın ağzına yem mi edecek evladını ve geleceğini,
Yoksa sahip çıkıp gerçekleştirecek mi hayallerini?

Ben; Hocam'a, futbolcularıma ve camiama güveniyorum.
Güçlü, çok daha güçlü çıkacağız bu darboğazdan.















Devamını oku...

23 Eylül 2012 Pazar

Yavuz Geveze Cahil Bilge ile Bir Borsa Vurgunu Hikayesi



Geveze Cahil Bilge'ye sorular sorduk. O da almış sazı eline, bir seyler anlatmış da anlatmış.

Ama sorunun cevabı yok.
Daha doğrusu yanlış


Varsın olsun.
Manipülasyon yapıp, işi bilmeyenlere "Amma da teknik cevap vermiş" dedirtiyor ya, gönlü hoş olsun.

İşte bu konudaki maharetleri ile yarattığı algılama sayesinde, sermaye
artırımındaki büyük kazığı gizliyor, görülmesini engelliyor.

Geveze Cahil Bilge'ye göre, halka açık bir şirkette hakim hissedar (patron) sermaye artırımına ayni olarak katılabilirmiş. Ve başlamış TTK'nın buna cevaz veren maddelerini sıralamaya.

Ama bilmiyor ki;


Anonim şirketler, payları ihraç etme biçimine göre üç ana gruba ayrılır: 

  1) Yalnızca TTK'ya tabi halka açık olmayan anonim şirketler

  2) Kayıtlı sermaye sistemi dışındaki halka açık anonim ortaklıklar

Paylarını halka arz etmiş veya arzetmiş sayılan anonim ortaklıklar.
Pay sahibi sayısının 250'yi geçmesi nedeniyle halka açık sayılan şirketler de bu kapsamdadır.

  3) Kayıtlı sermaye sistemindeki halka açık anonim ortaklıklar




Zat-ı alinin verdiği cevap 1. gruptaki şirketleri kapsıyor. Halbuki soru halka
açık şirketlerle ilgili idi. 


Ve halka açık veya açık sayılan şirketlerin pay (hisse) ihracı ile igili düzenleme, 
SPK'nın Seri I No 40 tebliği ile düzenlenmektedir. İlgili tebliğin 18. maddesinde, 


"Sermaye artırımı sonrası ortaklar bu süre içinde pay bedellerinin tamamını
bir bankada açılan özel hesaba yatırarak, sermaye artırımına katılabilir
veya yeni pay alma haklarını satabilirler" der.

Yani herkes nakden katılır. Sermaye artırımlarına bazıları ayni katılırken
bazıları nakit katılımı mümkün değil.

Kulübü de öyle yapıyor. Sirkülere bakıldığında görülecek.


Geveze Cahil Bilge'nin mantığına bakılırsa, SPK mevzuatını yazanlar
gerizekalı olmalı ki; ayni sermaye katmasına izin vermemiş ve iki dekontun
peşine düşmüş:)

Gerçekten; sermaye piyasası kanununu yazanlar, acaba neden halka açık şirketlerde sermaye artırımını bir bankada açılan özel hesaba, bedelini yatırarak sermaye artırımına katılınmasını istemiştir?

Kulübü de, yani iki dekontla, hülle yapıyor. Ayni sermaye işlemini böylelikle gerçekleştiriyor.

Anlatılmaya çalışılan da bu zaten. Geveze Cahil Bilge'nin dediği gibi hesaplar yer değiştiriyor ama işin şekli, sermaye piyasalarının ruhuna aykırı bir şekilde gerçekleşiyor.

Esasında normal şartlarda Kulübü'nün Sportif A.Ş.'deki sermaye
artırımına katılacak ne parası, ne de gücü vardı. 

Bu operasyonlar öncesi A.Ş.'nin halka açıklık oranının %15'ten
%45'lere çıkarılmış olması da art niyetin diğer göstergesi.  

Bu sayede, sermaye artırım yükünün yüklenebilecegi taban genişletilmiştir.
Eğer halka açıklık %15'te kalsa idi, yaratılan kaynağın sadece 3'te 1'ini alabilecekti. 
Atılan taş bir işe yaramayacaktı.

Bu operasyonun amacı, borç içinde kıvranan kulübün elindeki likiditesi düşük  varlığı, şüpheli bir değerleme ile halka açık olan A.Ş'ye satarak likiditeye kavuşup, satış süreci sonrası Kulübü'nün kredisini kapatmak isteyen ve bu konuda sıkıştıran Denizbank'ın kredisini ödeyebilmek.

Şirketin diğer ortaklarının kazancı ne bu işten?
2030'a kadar ne kadar olacağı belli olmayan bilet satışlarına peşin ödeme yapıldı diye uygulanan %11 civarında iskonto mu?
Üstelik üstüne aldığı risk de çabası.


Devlet tarafından yaptırılıp Kulübü'ne verilen stadın bir kısmının A.Ş. tarafından 2014-2030 yılları arasında kiralanması sağlanmıştır. 

Ancak A.Ş.'nin de parasal kaynağı olmadığı için, bu kiralama karşılığında kulübe toplam 443 Milyon TL tutarında borçlandırılmıştır

Böylelikle yapılan sermaye artırımlarında, kulübün sermaye artırımlarına katılımları "nakden" yerine, gerçekte "alacağının mahsubu" şeklinde gerçekleştirilebilmesinin önü açılmıştır.


Diğer yandan; kulübün borçlu olduğu Denizbank'ın bir iştirakinin bu işleme konu olan varlığı değerlemesinde beis görmeyen kafa, etik olarak ait olduğu camiaya uygun davranmış olur. 


Oradaki çıkar çatışması şuradan geliyor:

Denizbank bu işlem sonucunda bu şirketteki kredi riskini
sıfırlayacak. Dolayısı ile onun için önemli olan kulubün elindeki likiditesi düşük 
değerin, mümkün olan en üst fiyattan satılmasını sağlamak; ki kendi kredisini
bir an önce kurtarsın


Halbuki çıkar çatışması olmaması ve değerlemeyi yapan kuruluşun bu işten fiyat ne olursa olsun hiç bir şekilde çıkar sağlamaması gerekirdi

Tabi anlayan kafalara.

Burada Kulübü'nün yapması gereken ve adil olanı; stat gelirlerine dayanacak şekilde bir Gelir Ortaklığı senedini halka arz etmesi olurdu. 

Böylelikle değerlemeler konusunda kimsenin kuşkusu kalmayacağı gibi, Sermaye Piyasaları için de olumlu bir adım olurdu. 

Ha, Geveze Cahil Bilge'nin bakış açısıyla bakarsak, o diyecektir ki; aradaki işlemlere gerek kalmadan kulüp bunu A.Ş.'ye verdi. 
Ancak aynı şey değil. 
Çünkü diğer yöntemde 2030 yılına kadar olan değerleme fiyatını piyasa adil bir şekilde belirleyecekti.


Rüçhan hakkı konusuna gelince: 

Ülkemizde, özellikle şirketlerdeki hakim ortakların diğer ortaklar üzerinde kötüye kullanımına açık bir uygulama. 

Şöyle ki; 

Elinizdeki hisse 10.-TL'den işlem görse, %100 sermaye artırımı yapılsa, yatırımcı buna katılmak zorunda. (Hissenin fiyatı 5.50.-TL'nin altına düşmedikçe.)
Yani rüçhan haklarına gelen talebin nedeni; şirketin iyiliğinden çok, çoğu zaman yatırımcının zararını asgariye indirmeye çalışmasından.


Emsal konusu da önemli. SPK bu konuda gereken özeni göstermediği ve Kulübü'ne bu konuda izin verdiği için önümüzdeki dönemde bu türden bir çok art niyetli işlemlerin gerçekleşebilmesi için zemin hazırladı.

Esasında burada konu Kulübü olmasa, Geveze Cahil Bilgemiz de bu konuya karşı çıkar.

Çünkü bu işlem elinde likiditesi düşük varlıklarını kılıfına uydurdukları değerlemeler ile, bazı art niyetlilerin hakim ortak oldukları halka açık şirketlere devredip, paraları halktan toplamasına yol açacak bir gelişme.

Geveze Cahil Bilge gibilerin kitabına uydurmaya çalıştıkları yaratıcı işlemler nedeni ile, devamlı zarara uğrayan küçük ortakların hikayesine yeni halkalar eklenmesi kaçınılmaz olacak.

SPK yıllardır bu ve benzeri durumlar konusunda güven veremediği için sermaye piyasalarımızın gelişimi son derece yavaş gitmekte. 10-15 senede yatırımcı sayısının artmaması da tesadüf değil zaten.

Son olarak Kulübü örneğine tekrar dönersek; 6 ay sonra "Karar verdik biz 2030-2050 arasındaki dönemi de A.Ş.'ye kiralıyoruz, hadi küçük yatırımcılar pamuk eller cebe" dese, bu yasalara uygunlugu açısından kılıfına uygun olmasına rağmen sermaye piyasaları ruhuna ne derece etik/uygun olacaktır?



Not 1: 1 (bir) adet yazım/imla hatamı yakalamış ve üzerine gitmişsin. Tebrik ederim. Ben bunu senin için yapamayacağım. Zira o kadar vaktim yok.

Not 2: Sana taktığım isim. Geveze Cahil Bilge. Dikkat edersen, en başından beri sana "Bilmiyorsun" demedim hiç. Pekala biliyorsun. Paşa paşa biliyorsun hem de. Mesele; bildiğin halde, gerçeğin etrafından dolaşıp, çarpıtman. Bu maharetinle eminim çok para kazanırsın. Ama tekrar ediyorum, "bilen" kimseyi, hele hele canı yanan yatırımcıyı kandıramazsın.

Not 3: Kadıköy ile ilgili sorduğun sorulara sıra gelecek. Ama önce, çarpıttığın gerçeklerle yüzleşeceksin.




Devamını oku...

22 Eylül 2012 Cumartesi

"Koş koş" mu, "Pas pas" mı? Yoksa? [4]




Adım adım ilerliyoruz.

Bu bölümde tablo yok.

9,5 dakikalık bir video izleyeceğiz birlikte.

Buyrun:

How to dribble and create space like Xavi, Iniesta and Messi.




Bu muhteşem videonun ardından, son 2 yıldaki istatistiklerine bakalım Barcelona'nın bir de:





Ne diyoruz her yazıda?
İstatistik tek başına hiçbir şey. 
Ama yetenek de öyle. 

Yukarıda istatistikler. Barcelona en az koşan takım değil. 32, son 16 ve çeyrek final oynayan takımların ortalamalarına oldukça yakın.

Ki; sorsan kimse Barcelona'nın bu kadar koştuğunu bilmez.

Gelelim videoya.

Barcelona'nın küçük sırlarından sadece bir tanesi:

Adam eksiltme ve alan yaratma.

Ayaktan önce akılla oynanır ya bu oyun.
Barcelona da onu yapıyor işte.

Xavi, Iniesta ve Messi özelinde;


  1. Çevre kontrolü yapıyorlar.
  2. Pas istiyorlar.
  3. Koşuyorlar.
  4. Çevre kontrolü yapıyorlar.
  5. Pas alıyorlar.
  6. Adam eksiltiyorlar.
  7. Koşuyorlar.

Kendi yarı alanlarında ve/veya rakip yarı alanda; devamlı surette adam eksiltiyorlar.

Adeta 1 kişi fazla oynuyorlar bu oyunu.

Yetenek.
Ama 7 maddede yazdığımız şu hücum aksiyonunda bile, 2 maddede koşu var.
Üstelik 1'i topla depar.

Zaman zaman birkaç oyuncuyu bile oyundan düşürüyorlar bu basit varyeteyle.
Böylece kontrada yakalıyorlar rakibi ve Messi'nin hünerine zemin hazırlıyorlar.

Sete set, duvara karşı görünen oyunlarda kilidi bu ve bunun gibi varyetelerle açıyorlar.

Doldur boşalt ile değil.

Xavi, Iniesta, Messi diyeceksiniz.
Yetenek.
Evet.

Ama çalışarak, Mehmet Topuz'un da yapmasına hiçbir engel yok bu numarayı.
Ki düşünün; şu videoda izlediklerimizin % 10'unu yapsa orta saha ve hücum oyuncularımız?





Devamını oku...

"Koş koş" mu, "Pas pas" mı? Yoksa? [3]


Maç başına ortalama gol ve puan ile yine madde madde devam edelim.

Tablolarda, maç başına en fazla gol ve puan ortalamalarının oluşturduğu ilk 10 takımı bulacaksınız.


Maç başına ortalama gol ligi





  • 2010-11 sezonunda maç başına ortalama gol liginin ilk 10 sırasındaki takımların tamamı gruptan çıkmış. 2011-12'de ise; 3 takım, Man City, Man Utd ve Valencia ilk 10'daki gol ortalamalarına rağmen gruplarından çıkamamışlar.
  • 2010-11 sezonunda maç başına ortalama gol sayıları ilk 10'da olan takımların; ortalama koşu mesafeleri 111.556 mt., ortalama topla oynama yüzdeleri % 53,60 ve ortalama pas sayıları 568. Bu rakamlar geçen sezon, yani 2011-12'de 111.173 mt, % 54.30 ve 606.
  • Ancak bu ortalamalar, dağınık sayılardan oluşuyor. Şöyle ki; 2010-11 sezonunda, Shakhtar ile Tottenham aynı maç başına gol ortalamasına sahipken, Tottenham Shakhtar'dan tam 5 km. fazla koşu mesafesi ortalamasına sahip. Ancak anlaşılan daha çok koşan Tottenham, Shakhtar'dan fazla gol yedi ki, puan ortalaması Tottenham'ın bir hayli gerisinde.
  • Aynı fark, 2011-12 sezonuna Man City ile Basel arasında da mevcut. gol ortalamaları 1,50 olan 2 takımdan Basel 118 km. koşarken, Man City 112 km koşmuş. Aynı gol ortalamasına daha az koşup, topa daha fazla sahip olarak ve daha çok pasyaparak ulaşmış Man City, ancak Basel daha az gol yemiş ki, puan ortalaması Man City'den bir nebze de olsa yüksek.
  • Hep söylüyoruz ya; istatistik tek başına birşey ifade etmez diye. Bir başka örneği de geçen sezon yaşanmış. Milan, Basel'den tam 15 km. az koşmasına rağmen, daha fazla gol ortalamasına sahip olmuş ve Basel sadece gruptan çıkabilirken, Milan çeyrek final oynamış. Yeteneğin, tüm istatistiklerin önünde olduğuna bir delil daha.


Maç başına ortalama puan ligi





  • 2010-11 sezonunda maç başına ortalama puan liginin ilk 10 sırasındaki takımların tamamı gruptan çıkmış. 2011-12'de ise; 2 takım, Man CityMan Utd ilk 10'daki maç başına puan ortalamalarına rağmen, muhtemelen gruplarındaki gruptan çıkma puan eşiğinin yüksek olmasından dolayı, bir üst turu görememişler.
  • 2010-11 sezonunda maç başına pun ortalaması ilk 10'da olan takımların; ortalama koşu mesafeleri 111.392 mt., ortalama topla oynama yüzdeleri % 53,80 ve ortalama pas sayıları 570. Bu rakamlar geçen sezon, yani 2011-12'de 111.373 mt% 53.70 ve 595.
  • Yeri gelmişken (*) işareti koyma sebebimizi açıklayalım puan tablosuna. Takımların gruplarda aldıkları puanlar malum. Biz, kıymetli bir veri olduğu için, üst turlarda aldıkları galibiyetlere ve beraberliklere de 3 ve 1 puan verdik.
  • Yine bir kontrast örnek ile devam edelim. 2011-12 sezonunda Basel ile Arsenal; aynı maç başı puan ortalamalarına sahip olmuşlar. 2 takım da gruptan çıkmış ve bir üst turda elenmiş. Pas ve topla oynama yüzdeleri de birbirine yakın bu iki takımın en ayırd edici özelliği koşu mesafeleri olmuş. Basel 118 km. koşarken, neredeyse tamamen aynı başarı ve istatistiklere ukaşan Arsenal 110 km. koşmuş. 

Özetle;

  • Yukarıdaki 2 tablo da bize aynı şeyi söylüyor. Yetenek çok önemli ancak yeteneğin yanına Ortalama (111-112 km. Koşu + % 50-53 Possession + 500-550 Pas ) koymak gerekiyor.
  • Araştırmanın ilerleyen safhalarında, bulduğumuz optimum takım değerlerinden, bireysel performans ortalamalarına da indiğimizde, ne yapmaya çalıştığımız eminim ki çok daha net ortaya çıkacak.

Daimi Not: Yorumlarınızı ve analizlerinizi bekliyoruz.


Devam edecek.


Devamını oku...

"Koş koş" mu, "Pas pas" mı? Yoksa? [2]


İlk yazıda seviye seviye ortalamalar üzerinden bir fotoğraf çektik ve yorumladık.
İsterseniz gelin şimdi takımlar özelinde çektiğimiz fotoğrafı yorumlayalım.


En çok koşan, en fazla topla oynayan ve en çok pas yapan 10 takımın oluşturduğu tablolar üzerinden, yine madde madde ilerleyelim.


-Koşu Ligi





  • Ortalama koşu mesafesi liginde; 2010-11'de en fazla koşan 10 takımdan 3'ü gruptan çıkmış. Bu 3 takımdan 1'i Çeyrek, 1'i de Yarı final oynamış.
  • 2011-12 sezonunda ise; en fazla koşan 10 takımdan 5'i gruptan çıkmış. Bu 5 takımdan 4'ü bir üst turda elenmiş ve sadece 1'i Çeyrek final oynamış.
  • İlk yazıda da belirttiğimiz gibi; geçen yıl tüm istatistiklerde artış yaşanmış.
  • Son 2 sezonun en çok koşan takımlarına göz attığımızda; Avrupa'nın en başarılı ve büyük takımlarını ilk 10'da göremiyoruz.
  • En çok koşan 10 takımın; 2010-11'deki maç başına gol ortalaması 1,08, 2011-12'de ise 1,05.
  • En çok koşan 10 takımın; 2010-11'deki maç başına puan ortalaması 0,96, 2011-12'de ise 1,05.
  • Son 2 yılın fotoğrafını incelediğimizde; 2011-12 sezonunda artan koşu mesafesinin yanında, artan topla oynama yüzdesi ve pas sayısının, sonuçlara olumlu yansıdığını görebiliyoruz.



-Possession Ligi




  • Ortalama Possession (Topla oynama yüzdesi) liginde; 2010-11'de topa en fazla sahip olan 10 takımdan 7'si gruptan çıkmış. Bu 7 takımdan 4'ü bir üst turda elenirken, 1'i yarı final, 1'i final oynamış ve topla en çok oynayan Barcelona şampiyon olmuş.
  • 2011-12 sezonunda ise; topa en fazla sahip olan 10 takımdan sadece 3'ü gruptan çıkmış. Bu 3 takımdan, 2'si yarı final, 1'i final oynamış.
  • Geçen yıl, bir önceki yıla göre ortalama topla oynama yüzdesinde de bir artış söz konusu.
  • Koşu Ligi'nin aksine; son 2 sezonun topa en fazla sahip olan takımlarına göz attığımızda; Avrupa'nın en başarılı ve büyük takımlarını ilk 10'da görüyoruz.
  • Topa en fazla sahip 10 takımın; 2010-11'deki maç başına gol ortalaması 1,76, 2011-12'de ise 1,73.
  • Topa en fazla sahip 10 takımın; 2010-11'deki maç başına puan ortalaması 1,76, 2011-12'de ise 1,58.
  • Son 2 yılın fotoğrafını incelediğimizde; 2011-12 sezonunda artan topla oynama yüzdesinin, sonuçlara bir nebze de olsa olumsuz yansıdığını görebiliyoruz.



-Pas ligi





  • Ortalama pas liginde; 2010-11'de en fazla pas yapan 10 takımdan 8'i gruptan çıkmış. Bu 8 takımdan 5'i bir üst turda elenirken, 1'i çeyrek final, 1'i final oynamış ve en fazla pas yapan Barcelona şampiyon olmuş.
  • 2011-12 sezonunda ise; en fazla pas yapan 10 takımdan 5'i gruptan çıkmış. Bu 5 takımdan, 2'si bir üst turda elenirken, 2'si yarı final, 1'i final oynamış.
  • Geçen yıl, bir önceki yıla göre toplam pas sayısında da bir artış söz konusu.
  • Son 2 sezonun en fazla pas yapan takımlarına göz attığımızda; Avrupa'nın en başarılı ve büyük takımlarını ilk 10'da görüyoruz.
  • En fazla pas yapan 10 takımın; 2010-11'deki maç başına gol ortalaması 1,70, 2011-12'de ise 1,77.
  • En fazla pas yapan 10 takımın; 2010-11'deki maç başına puan ortalaması 1,64, 2011-12'de ise 1,67.
  • Son 2 yılın fotoğrafını incelediğimizde; 2011-12 sezonunda artan pas sayısının, sonuçlara bir nebze de olsa olumlu yansıdığını görebiliyoruz.


3 tabloyu birlikte incelediğimizde oluşan notlar ise şöyle;

  • Hani istatistikler tek başına bir anlam ifade etmez diyoruz ya; sanki bunu ispatlarcasına, 2010-11'de 2 istatistik liginde de lider olan Barcelona kupayı alırken, 2011-12, 3 istatistik liginde de ilk 10'a giremeyen Chelsea kupanın sahibi oldu.
  • Geçen sezon, bir önceki sezona göre daha çok koşan ve daha fazla pas yapan takımlar ana tabloda daha başarılı görünüyorlar.
  • Topla oynama yüzdesinde ise, iki yıl arasında ciddi sonuç farkı var. En fazla topa sahip olan takımlardan sadece 3'ü (Barcelona, Bayern Münih, Real Madrid) üst turlara çıkabilmiş. Valencia, Man. City ve Man. Utd. gibi takımlar ise topla oynama yüzdesinde ilk 5'te olmalarına rağmen bir üst tura çıkamamışlar.
  • 1 torba takımlarının daha çok pas ve topla oynama yüzdesine sahip olduğu çok net bir şekilde ortada. zira en çok koşan takımlar arasında 1 tane bile 1. torba takımı yok.
  • Koşu Ligi'nde ilk 10'da yer alan takımların neredeyse tamamı 3 ve 4. torba takımları.


Farklı açılardan çekilen fotoğraflarla devam edeceğiz.
Her yazıda üstüne koyarak, optimumu, futbolun o "G" noktasını bulmaya çalışacağız.


Devam edecek.

Not: Tablolardan çok daha fazla yorum çıkabilir. Ancak gayet net ve okunabilir bu tablolardan, fazla kafa karıştırıcı yorumlara gitmekten bilhassa kaçınıyoruz. Ama siz, yorumlarını pekâla bırakabilirsiniz.


Devamını oku...

21 Eylül 2012 Cuma

"Koş koş" mu, "Pas pas" mı? Yoksa? [1]



Son günlerin moda konusu: Futbolda koşu mesafeleri, pas, possession ve "kutsal" denge.

Aykut Kocaman'ın Maraton Özel Programı'nda telaffuz ettiği 125 km. seviyesinden sonra epey tartışılır hale geldi futbolun istatistikleri.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; istatistikler, tek başına birşey ifade etmezler. Tüm istatistiklerde zirvede olabilirsiniz, ama meşin yuvarlağı ağlara gönderecek meziyeti gösteremezseniz, istatistiklerin hiçbir anlamı kalmaz.

Fakat, bir o kadar da önemlidir istatistik. Zira; eşik atlamak istiyorsan, ulaşmak istediğin seviyedeki asgari gereklilikleri karşılaman gerekir.

Bunlardan biri de, elbette koşu mesafesi, yani sahada 11 oyuncunun kat ettiği mesafedir.

Bir diğeri, toplam pas girişimi ve topa sahip olma oranıdır şüphesiz.

Genelde futbolu bu 3 ana istatistik üzerinden yorumlarız; taç, korner, ofsayt vb.'nin dışında.

Şu kesin ki; Fenerbahçe gibi büyük takımların Avrupa'daki hedefi Şampiyonlar Ligi'ne daimi katılımcı olmak ve mümkün mertebe üst turları zorlamak, ilerlemek.

Örneğin; bir Fenerbahçe taraftarı olarak beklentim, yapılacak sağlıklı ve rasyonel bir planlama ile, gelecek 10 yılda en az 7 kez Şampiyonlar Ligi'ne katılmak ve bunların 3'ünde, TOP16 ve üstünü görebilmek.

Hedef bu olmalı. En azından buna yakın olmalı ve bunun için hem bireysel hem de takım olarak, tüm istatistiklerde hedeflenen seviyenin gerekliliklerini karşılayacak potansiyeli üretmeli ya da satın almalı.

Bu yazı dizisinde sizinle birçok tablo paylaşacağım. Tablolardaki istatistiklerin tamamı UEFA'nın her yıl yayınladığı "Champions League Technical Report"tan alınmıştır.


Başlayalım isterseniz.


CL 2010-11 ve 2011-12 ÖZET TABLO [1,2] 



Tamamı ortalama değerlerden oluşan tablo gayet net. Ancak biz yine de, takımlar seviyesine inmeden, özet tablo üzerinden bazı çıkarsamalar yapalım.


  • Son 2 sezonda; Şampiyonlar Ligi'ne (ŞL) katılan 32 takımın ortalama kat ettikleri mesafe 112,5 km., topla oynama yüzdesi % 49,42 ve toplam pas 510.
  • Geçen yılın ortalamalarında; evvelki yıla oranla 3 istatistikte de artış mevcut.
  • Genel olarak; gruplardan çıkamayan takımlar, çıkan takımlardan daha çok koşmuş ancak daha az pas yapıp, topa daha az sahip olmuşlar. Bu fark özellikle 2010-11 sezonunda daha açıkken, geçen sezon bir nebze kapanmış. 
  • En çok koşanın 123, en az koşanın 103 km. koştuğu son 2 sezonda; takımlar elenip, üst turlara çıkıldıkça oluşan ortalama koşu mesafesi 111-112 km. Ayrıca topla oynama yüzdesi % 50'nin, toplam pas da 550'nin üzerinde.
  • Yarı final ve final değerleri; özellikle topla oynama ve pas yüzdelerinde, Barcelona'nın final oynayıp oynamamasına göre değişmiş durumda.
  • 2010-11 yılında daha az koşup, daha çok pas yapanlar final oynarken, geçtiğimiz sezon, daha çok koşup, daha az pas yapanlar final oynamış.
  • Salt yukarıdaki tabloyu yorumlayarak konuşacak olursak; TOP16 ve üzerini hedefleyen bir teknik direktörün, 111-113 km. seviyelerinde mesafe kat etmek, % 50'nin üzerinde topa sahip olmak ve 550 üzerinde pas yapmak gibi asgari hedefleri olması kabul edilebilirdir.


Takım analizlerine girildiğinde; yukarıdaki çıkarsamalar biraz daha netlik kazanacak, örneklerle pekişecektir.

En başta söylediğimiz gibi;

İstatistik tek başına hiçbir şeydir. Ancak; koyulan hedeflere ulaşmanın gerektirdiği asgari yeterlilikleri karşılamak için, bir o kadar elzemdir.


Devam edecek. 






Devamını oku...

Geveze Cahil Bilge'ye 3 Soru


Bilen bilmeyen herkes anlayabilsin diye, tekniğine girmeden, mümkün olduğunca yukarıdan bir fotoğrafla madde madde sıralamıştım borsada yapılan vurgunu.

Sonra Galatasaray forumlarında dahi referans alındığını gördüm.
Sallayanları da elbette.

Bir tanesi ismimi vermeden ama bana cevaben, birşeyler "karalamış" çöplüğünde.

Sıçmış.

Okuduğumda, Twitter'dan verdiğim ilk tepki de aşağıdaki gibi oldu.
  • Cahilligin bir ust basamagi. Cahilligin bilgeligi. Cahilligi satmak. Cahillik uzerinden bir hayat kurmak. Cahillik.
  • Cahil Bilge; tabii ki bedelli sermaye artirimi yapan firmalar var. Bu standart bir prosedur. Ama kasaya nakit koydugunda, umut degil.
  • Sirketin degerlemesini, borclu oldugun bankanin yan kurulusuna yaptirip; 2030'a kadar satacagin koltuklari realize ederek degil, nakit ile.
  • Bunun gibi Cahil Bilgeler, yalanin dogru ucunu tutup, yedirecegini saniyor, cahiller ordusuna. "Bak bak kimler bedelli yapmis!" Cahil!
  • Ama oyle bir camia ile karsi karsiyayiz ki; Burak'in pozisyonu icin "Escude niye dustu?" dediler, bunu mu carpitmayacak/aklamayacaklar?
  • Cahil var. Cahilligi satan var. Bir de cahil bilge var. Galatasaray 3'une de en fazla sahip camia suphesiz.
  • Yazin kenara, TOKI Arena peskesinde "Mecidiyekoy'deki arazimizden olduk yaaee" diye magduru oynayanlar; yarin bedellide de magduru oynarlar!
  • Sormali cahiline de, bilgesine de; TOKI Arena olmasaydi, 2030'a kadar Ali Sami Yen'in tuvalet gelirlerini mi gosterecektiniz bedellide?
  • Yavuz hirsiz ev sahibini bastirir, zeytinyagi uste cikar; ama hicbiri Galatasaray gibi olamaz, mumkun degil, imkani yok!

Anlaşılan yazdıklarıma içerlemiş ki, topuyla tüfeğiyle bir kez daha yazmış.
Hani bazıları vardır, gerçeğin odağından kaçmak için gevezelik yapar, yalan yanlış şeylerle konuyu sulandırırlar.
Hah.
Cuk.
O da bunu yapmış.
Çok konuşmuş ama boş konuşmuş.

Sıvamış.


Şimdi, şu 3 soruya, sulandırmadan, tatmin edici cevap verirse kaale alacağım kendisini.

  1. Halka açık bir şirketin patronu, şirketteki bedelli sermaye arttırımına azınlık hissedarlar nakden katılırken, para koymak yerine; kendisine ait başka şirketi, halka açık şirkete koyarak bu sermaye arttırımına katılabilir mi? 
  2. Daha önce böyle bir örnek olmuş mudur? 
  3. SPK buna izin verir mi?

Olayın özeti de, odağı da, düğümü de bu.
Çoluk çocuğu "Adam yazmış aaabi" diye kandırabilirsin.
Onları pekala manipüle de edebilirsin.
Ama gerçeği değiştiremezsin Tosun.

Ne dersiniz?
Sıçtı, sıvadı, şimdi üstüne bok mu yazacak Tosun?

Bence yine gevezelik yapacak.
Du' bakalım.
Devamını oku...

14 Eylül 2012 Cuma

5 Efsane, 5 İstatistik


Avrupa'nın önde gelen takımlarında oynamış ve halâ faal olan 5 futbolcu seçtim.
5'i de hücum oyuncusu.
5'i de efsane.

Bakalım, 30'lu yaşlarını, futbollarının sonbaharını nasıl geçirmiş efsaneler.
Alex ile kıyaslayarsak.



Ryan Giggs, 38


  • 35 yaşına kadar (2009-10) 40 maç üzeriyle, yıl geneli takımın ilk 11 tercihi olmuş.
  • 35'den itibaren bir anda 47'den, 32'ye düşmüş oynadığı toplam maç sayısı.
  • Ki mesela Manchester United'ın geçtiğimiz sezon oynadığı resmi maç sayısı 54.
  • Giggs ise bu maçların toplam 33'ünde forma giymiş.



Del Piero, 37 


  • 35 yaşına kadar (2010-11) sakatlıklara bağlı artan/azalan bir oynama seyri olmuş Del Piero'nun.
  • Geçtiğimiz yıl, 36 yaşında 28 maça düşene kadar; 35-40 arası maçta oynamış sezon boyunca İtalyan yıldız.
  • Tesadüftür, en yüksek maç sayısına 35 yaşında ulaşmış, 2 sezon önce Del Piero.
  • 35 sonrası bir düşüş muhtemel görünüyor efsane için.



Scholes, 37 


  • 35 yaşına kadar (2010-11) sakatlıklara da bağlı olarak 35 üstü maçta görev almış Scholes. 
  • En yüksek maç sayısına 31 yaşında 45 maç le ulaşmış.
  • 35 sonrası futbolu bırakıp geir dönen yıldız, geçen sezonu 21 maç ile tamamlamış.
  • Yine 35 sonrası inişe geçen bir efsane.



Totti, 35


  • 35'e kadar sakatlıklara da bağlı olarak, daima 30 üstü maç oynamış Totti.
  • Geçtiğimiz sezon, 34, maç ve performans olarak gerilemiş.
  • Bu sezon onun da düşüşe geçmesi muhtemel görünüyor.





Alex, 35 


  • 35'e, yani bugüne (Tam da bugün 35'i bitirdi Kaptan) kadar; 40 maç ortalama oynamış Brezilyalı yıldız.
  • Fenerbahçe'deki en düşük maç sayısı geçtiğimiz sezon, 36; ki sakatlıklardan çok çektiği malum.
  • Yaklaşık 50 maç oynayacağımız bu sezonda, 30'a yakın maça çıkmasını bekliyorum; ki bu kadar yaratılan kriz içerisinde, bu sayı geçen sezondan sadece 6 maç eksik demek.




Takımlarının süperstarları bu 5 yıldız, 
35 ve üzeri hala faal efsaneler.
Takımlarının skor ve hücum yüklerinin üstlenen/üstlenmiş süper yetenekler.

Şöyle bir baktığımda; yarın dikilecek heykeliyle Alex; hem maç sayısı, hem de performans olarak taş çıkartmış diğer 4'üne.
Bundan sonrası da öyle olur inşallah.

Dargınlıklar ortadan kalkar, 38'e kadar izleriz Aleximiz'i, Kaptanımızı.
İnşallah.


Devamını oku...

George Soros botoks yaptırırsa?


Lafı uzatmadan, hemen, herkesin anlayabileceği şekilde, kısa kısa/madde madde yazmaya çalışacağım "Bir şirket"in borsada yaptığı yolsuzluğu ve buna izin veren Spica'yı.

1. Dalga


  1. İddiaya göre "X" Sportif A.Ş. hisseleri yüksek fiyattan satarken, cazip göstermek için stadyum gelirleri Sportif A.Ş.'nin dedi.
  2. Sonra tarihte görülmemiş, abartılı bir bedelli sermaye oranı açıkladı.
  3. Sermaye artırımı doğal hak ve normal bir prosedür. Ancak bunun için tüm hisse sahiplerinin - % 55 "X Şirketi" ve  % 45 yatırımcılar - şirket kasasına "Reel" nakit sokması gerekmekte.
  4. Spica; "Soyguna karşı değiliz ama kepçeyi küçültüyormuş gibi yap" diyince bedelli sermaye oranını Kaf Dağı'ndan Everest'e indirdi, güya "Bir şirket".
  5. % 55 pay sahibi "X Şirketi"; sermaye artırımında kasaya nakit koymadı. Zaten hiç yoktu. Bunun yerine; 1. maddede belirtildiği gibi, daha önce satılırken zaten Sportif A.Ş. gelir kalemlerinden biri olarak görünen stad gelirlerini, Sportif A.Ş'ye yeni devrediyormuş gibi yaptı.
  6. Spica; 5. maddeye müsaade etti. Şimdi yatırımcı, elindeki hissenin payı küçülmesin diye, rüçhan hakkını kaybetmemek için, elindeki hisse oranınca, abartılı bir şekilde yeniden ödeme yapmak zorunda kaldı Sportif A.Ş.'ye.
  7. Bu parayı öde(ye)meyenler, rüçhan haklarını kaybetti ve; tavandan sattığı hisseyi, tabandan yatırımcının elinden aldı "X Şirketi".
  8. Kasasına bu cambazlık ile para koyarken, yatırımcıların elinden tabandan aldığı hisseleri de, yabancı fonlara sattı "O şirket".
  9. Bu şekilde 278 Milyon TL gelir elde ettiği söyleniyor.
  10. Taban yapan hisseleri yükseltmek, cazip göstermek için de; ellerindeki medya ile iştah artırdı "X Şirketi". Bunu yaparken de yeni bir bedelli olmayacak dedi, diğer yalanları gibi.

2. Dalga 


  1. 1. Dalga yetmedi/kesmedi "X Şirketi"ni. Teknik iflastan kurtulmak için; bir cambazlık daha lazımdı, belki başkaları da.
  2. Önce, borçlu olduğu bankanın, yan kuruluşuna değerleme yaptırdı bunun için. Hile 1.
  3. Sonra; 2030 yılına kadar doğabilecek muhtemel gelirlerin beklenen değerini, şirkete reel gelir olarak gösterdi "O şirket". Hile 2.
  4.  Bu şekilde, doğmamış çocuğa don biçerek, 2016 yılına kadar temlik altında bulunan yayın ve stad gelirleri ortada nal gibi dururken, tüm dünyada uzun vade geleceğe dönük bütçe gelirlerinin bugünden reailze edilmesinin doğurduğu finansal krizler ortadayken; özkaynaklarını artıya geçirdi "X Şirketi". Tüm bunlara göz yumdu Spica. Hile 3.
  5. Zemin hazırlandı. 2. Dalga bedelli sermaye artırımı için çanlar çaldı. Özkaynaklarını evrensel ekonomi ölçeğinde irrasyonel şekilde değerleme ve geleceğe dönük realizasyon ile artıya geçiren "X Şirketi"; % 300 bedelli sermaye artırımını duyurdu.
  6. Şimdi yatırımcı; 1. dalgada tavandan alıp, tabandan sattığı ve/veya tavandan alıp, tabandan yeniden sermaye koyduğu "X Şirketi" Sportif A.Ş hisselerine; 2. dalga ile yeniden sermaye koymak durumunda ya da yine tabandan "O Şirkett"e satmak durumunda. Hile 4.
  7. "X Şirketi" nin bu şekilde 188,2 Milyon nakit elde edeceği söyleniyor. "X Şirketi"nin borcu kapanmaz, bitmez. Ama icad ettikleri hortum ve buna müsamaha gösteren Spica yordamıyla, kısa vade finansal borçlardan yırttıkları aşikar.
  8. Özetle ne yapıyor "X Şirketi"? Otobüs biletini en yüksek fiyattan satıyor. Sonra o bileti sattığı yolcuya diyor ki: Sen bu bileti istiyor musun? Eğer istiyorsan bize şu kadar daha ödemelisin. İstemiyorsan, bileti sana sattığım rakamın yarı fiyatına alır, başkasına satarım.
  9. Evet; aynı bileti şu ana kadar 2 farklı yolcuya sattı "O şirket". Bu yolla kayda değer gelir de elde etti. Buna Spica, apaçık şekilde müsamaha gösterdi.
  10. Şimdi sorular: 
  • İlk dalgada sessiz kalan yatırımcı, bu 2. dalgada ne yapacak?
  • Başbakanlığa ve Spica'ya yapılan şikayetler ne sonuç verecek?
  • "X Şirketi" kaç bedelli sermaye artırımı daha yapacak?
  • Bu uygulamayı İMKB'de "O Şirket"ten başka ilk kim deneyecek?
  • Spica, bu uygulamayı yapacak diğer şirketlere ne söyleyecek?
  • Bu uygulamayı herkesin yapması durumunda; İMKB'nin hem yurt için hem yurt dışı düşen itibarini kim yükseltecek?
  • "X Şirketi"ni kurtarmak için yapılanlarla, yatırımcıyı borsadan kaçırma pahasına yapılanlara kim dur diyecek?
  • Ve tüm bunlar, medyada ne kadar yer bulacak?

Nam-ı diğer Soros, Arsen Lupen'in "O Şirket"teki ve Türkiye ile ilgili geçmişi ortadayken; neden "X Şirketi"nin Başkanı olduğunu ve hikayenin sonunu artık herkes anlayabiliyordur sanırım?

Başka sözüm de, sorum da yok.
Yukarıda Allah var.
Devamını oku...