18 Mart 2014 Salı

Yaşadığımız adalet yoksunluğunun adı: Simülasyon

Öyle zamanlar ki: “gerçeklik” kavramı yerleyeksan.

Gördüklerimiz, duyduklarımız, okuduklarımız, dinlediklerimiz tanımladığımız gerçeklik kavramına uzak, uzak olduğu kadar da yakın. Böyle bir zamanda ortaya atılan sıradışı teoriler ile yaşanılanların uygunluğu daha da yatıyor akla.

Adaletin ve düzenin tüm anlamlarının kaybolduğu şu günlerin en iyi tanımını Jean Baudrillard yapıyor sanırım. Onun deyimi ile bir “simülasyonun” içinde yaşıyoruz biz. Çok uzun süredir böyle bu durum. Her olayda ve her durumda yapay bir şekilde yeniden üretilen bir simülasyon bu. Kimi için uzun yıllar önce başlayan bu yapay düzen, Fenerbahçeliler için 3 Temmuz 2011’den beri her gün yeniden üretildi. Her an ve her yeni durumda, bu düzenin tasarlayıcıları tarafından gerçek olmayan bir görünüm yaratılıyor, yeniden yeniden ve yeniden üretiliyor.

Dikkat edilmesi gereken nokta şu ki: bu tasarlayıcı/lar bir olayı gizlemiyor, değiştirmiyor. Onlar “yok olana” inandırıyor. Olmayanı var ediyor, üretiyor ve inandırıyor. Ne yazık ki toplumun her kesimi bu simülasyonun içinde kaybolmuş, üretilen her oyunun peşine takılmış bir halde dönüp duruyor.
Ortaya çıkan her varolmayan gerçeğe(!) inanmaya hazırız çünkü gerçeklik kavramımızı yok ettiler.

Bunu bilerek, bu simülasyonun bir başlangıcı olarak yaptılar.
Önce “gerçek” kavramını yok ettiler,
Sonra “varolmayan gerçekleri” ortaya attılar,
Sonunda da gerçeğin yalnızca onların gösterdikleri olduğuna inandırdılar.

Yaşadığımız hayat öylesine anlamın kaybolduğu, gördüklerimiz ile sınırlı olan bir yokluk dünyası ki, tüm bunlar olurken biz hep başka yerlerde başka tartışmaların içinde olduk.

Tüm bunları ne ile yaptıklarına gelince: bu oyunun kodlarını imgeler oluşturuyor ne yazık ki. Gerçeğin hiçbir çeşidiyle ilişkisi olmayıp, yalnızca kendi kendinin simülarkı (bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm) olan imgeler.

Günler, olaylar hatta bu oyunu hazırlayanlar değişse de içinde bulunduğumuz bu düzen değişmedi. Hala görünmesi istenenleri görüp, duyulması istenenleri duyuyoruz. Hiçbirinin gerçek olmadığı bu yanılgılar düzeninde yapılabilecek tek bir şey var:

Her birimizin Matrix filmini izlemişliği vardır. Orada olan bir sahne tam da bu oyunun çözümü üzerine kuruludur. Kahramanımızın iki seçeneği vardır. Kırmızı-mavi haplardan yalnızca birini seçmek. Biri ona yaşadığı yanılgı düzenini geri getirecektir, diğeri ise gerçek olan dünyayı.

Aynı seçim şimdi bizlerin önünde. Ya bu haplardan bize altın tepside verileni, yani “gösterilmek isteneni” alıp hayata geri dönecek ve gitmemizi istedikleri yolda gideceğiz ya da gerçeğin yani adaletin peşinden koşacağız.

Öyle ki “adalet” kavramının olmadığı bir düzende önce adaleti bulup, sonra “adalete Fener yakacağız.”

Şimdi seçim bizim.
Hangisinin peşinden gideceğiz?

@Gagseren yazdı.
Devamını oku...

5 Mart 2014 Çarşamba

Ey Fenerbahçe'nin Aydınlık Geleceği, şu anda ne yapıyorsun?

"Kaderinden kaçamazsın" derdi rahmetli Babanneciğim. Gerçekten de öyle, hayır ya da şer, farkında olmadan kaderine koşuyor insan.

107 yıllık çınar diyoruz ya Fenerbahçe'ye. Ne badireler atlattı, ne sevinçler yaşattı nicelerine. Ama tutku bu, terketmiyor sevdayı ve belki de acılar derinleştiriyor kaderimizi.

Futbol ekseninden göz atarsak, aslında 2006'da atıldı ilk çentik. Kırıldı kalpler. Sonra 2010. Ve ardından 3 Temmuz. Her "Başımıza daha ne gelecek?" dediğimizde, kaderimiz kötü şakalar yaptı bize. Güldürdü de elbette. 2008'de çeyrek final, 2013'de yarı final ağzımızda unutulmayacak bir tad bıraktı. Gel gelelim 3 yıllık mücadeleye. Hiçbir detayına girmek istemiyorum. Yapılan işkence, onanmaz yaralar açtı ciğerlerimizde. Kalpler yorgun ve ama sağlam. Akıllar dalgın ve ama olgun şimdi.

Hasarı tespit eden çok olur böyle günlerde; ben Polyanna'nın uzaktan akrabası olma sorumluluğuyla, olumlu yanlarına -da- bakmak gerektiğini düşünüyorum. Bu tuzak ve işkence, hiçbir şey yapmadıysa bile eksiklerimizi gösterdi ve bağışıklığımızı kuvvetlendirdi. Ki herkese nasip olmayacak bir madendir dipteki. Ama tabi bakmasını bilmeli.

Aziz Yıldırım'ın 16 yıllık başkanlık serüveni, bugün nefret edeni dahil kabul görmüştür ki, Fenerbahçe'ye yapısal ve ekonomik anlamda çağ atlattı. Sadece Fenerbahçe'ye değil, Türk sporu adına bir devrim örneği teşkil etti. Evet Fenerbahçe'nin potansiyeli her zaman vardı ama tabiri caizse dağdaki suyu köye Aziz Yıldırım getirdi. Barajlar, sulama kanalları yaptı. Burası tartışılmaz. Bu yapısal açıdan kuvvetlenmiş ekonomik gücün yeşil sahalara ve salonlara yansıması ise elbette tartışılabilir. Ki öyle de oluyor zaten. Eksileriyle artılarıyla, taşıdığı her tuğla ve cesareti için sonsuz teşekkür ediyorum kendisine.

Aziz Yıldırım'ın başkanlık görevi kendisinin de belirttiği gibi bir gün son bulacak. Tüm Fenerbahçeliler'in temennisi bunun kendi rızası veya kongre kararıyla olması elbette. Ama biliyoruz ki bu devrin bir sonu var. Ve bu yüzden diyebiliriz ki, Fenerbahçe'yi ama 3 gün, ama 3 ay, ama 3 yıla yeni bir dönem bekliyor. Peki Fenerbahçe bu yeni döneme hazır mı? Ne kadar?

Daha önce aday olmuş, olası 2015 kongresinde aday olmayı düşünen bir çok Fenerbahçeli var, buna eminim. Hepsine -biri hariç- sonsuz saygı duyuyorum. Ve zaten, ezelden ebediyete, iyi günde kötü günde, Fenerbahçe için bir tuğla taşıyandan Allah razı olsun. Fakat emin olmadığım birşey var. 2015 ve/veya yakın gelecekte Fenerbahçe'nin yeni dönemine liderlik etmeyi düşünen kahramanların bir planı olduğundan şüpheliyim. Daha önemlisi kaygılıyım.

Fenerbahçe tuzak ve işkence ile taarruz altında bile saha içinde ve dışında gücünü, potansiyelini ispat etti yedi düvele. Dolayısıyla artık kongreden 3 gün önce netleşen listelerin oluşturacağı kadrolarla yönetilemez boyutta.

Fenerbahçe'nin adaya, adaylara ihtiyacı var. Bu adayların bir politikaya ve dahilinde bir plana ihtiyacı var. Lokomotif futbol ve diğer branşlarda radikal, kalıcı, istikrarlı kalkınma hamleleri, ekonomi, iletişim, medya, algı yönetimi, yeni nesillerin kazanılması ve sair konularda bugünden başlaması gereken planlamalara ihtiyacımız var.

"İntikam alacağız" diyoruz ya, nasıl olacak bu? Hakimimiz, savcımız yok bizim, Kurtuluş Savaşı'nda cepheye taşıdığımız emanetler haricinde silahımız da olmadı çok şükür. Tek şansımız var intikam almak daha da önemlisi Fenerbahçe'nin hakkını vermek için; tüm dünyada saha içinde ve dışında örnek alınan bir kulüp olmak. Bu uçuk bir dilek, ütopik bir hedef değil kesinlikle. Potansiyelimizin hâla farkına varamamış olanlar çıktıkları yoldan bir an evvel dönsün ya da bir oturup düşünsün.

3 Temmuz bize çok şey gösterdi. Başta geçmişten kalan defolarımızı, bugün eksik kalan yanlarımızı, Fenerbahçeli bildiklerimizin iç yüzünü ve rakiplerimizin yol/yordamlarını. "Krizden fırsat doğar" sözü ne kadar klişeyse de o kadar gerçektir. Yüzleştiğimiz gerçekler, dipte yüzümüzü sürdüğümüz maden, aydınlık geleceğimizin atom çekirdeği olacak.

Ey Fenerbahçe'nin aydınlık geleceği sana söylüyorum. Kaderinden kaçamazsın. Fenerbahçe davası seni çağırdığında orada olmak zorundasın. Bu, kalbinden söküp atamadığın aşka, damarlarında gezen tutkuya karşı bir mecburiyet. Ömür boyu yakana yapışacak bir borç, alın yazısı. Önce bir karar vermelisin. Karar verdiğin gün huzura ereceksin. Ama Fenerbahçe'nin Aydınlık Geleceği adlı film tam da o zaman başlayacak.

"Kongreye daha çok var, kim öle kim kala" diyecek zaman değil. Karar verme zamanı. Politika belirleme zamanı. Plan yapma zamanı. Aydınlık bir gelecekten bahsetmek için bu üçünü vakit kaybetmeden yapmak zorundasın. Çünkü çok iş var.

Klişe değil gerçeğin ta kendisi: Daha yeni başlıyor.


Devamını oku...

3 Mart 2014 Pazartesi

Cüneyt Özdemir'in *şike* uzmanı: Uğur Meleke

Her ikisi hakkında da Hocaefendileri'ne sempatiden öte duygular besledikleri rivayet edilir. Öyledir veya değildir bizi ilgilendirmez ama iş Sözde Şike Davası'na geldiğinde tercih edilen ilk konuğun *daima futbol yazan* Uğur Meleke olması elbette herkes için manidar.

İlki 30 Mart 2012'de, Başbakan'ın "Gerekirse 5 yıl Avrupa'ya gitmeyiz" sözünü değerlendirirken, ince ince:


İkincisi 8 ay sonra, 29 Kasım 2012'de, PFDK'nın Sözde Şike kararlarının ertesinde, ince ince:


Ve Uğur Meleke, Cüneyt Özdemir'in 3 Temmuz uzmanı oluveriyor, Başbakan'ın ses kayıtlarının hemen ertesinde, yine ince ince:


Bu akşamki son programdan satır başları ise aşağıda:

Uğur Meleke:

Bütün kulüplerin yönetim yapısı mafyatikdir, futbol federasyonu dahil olmak üzere.

Aziz Yıldırım, şike konusunda çok muğlak konuşuyor. Yapanlar var, biz en temizi. Yaptın mı yapmadın mı, buna cevap ver.

Sayın Başbakan Fenerbahçe'yi yönetmek istiyorsa Başbakanlıktan istifa Etsin, seçime girsin Fenerbahçe Genel Kurulu'nda.

Ses kayıtları ile ilgili Başbakana sorulmalı: Hesabınıza menfaat sağladınız mı, sağlamadınız mı? Bir kulübün iç işlerine müdahele ettiniz mi, etmediniz mi?

"Bu tapelere bakınca Trabzonspor'a haksızlık yapıldığını sonucu çıkar mı?" Sorusu üzerine:

Eğer bu konuşmalar doğru ise endirekt olarak Fenerbahçe'den kupanın alınması ve Trabzon'a verilmesi gerektiği sonucu da çıkabilir.

Cemaatin Fenerbahçe'yi ele geçirmek istediğini düşünmüyorum, eline ne geçecek bir spor kulübünü ele geçirince cemaatin? Ayrıca cemaatin o kadar güçlü bir yapı olduğunu da sanmıyorum.

***

Yorum sizin. Akşam ekranının en civcivli saatinde, konu şikeye geldiğinde, her kritik dönemeçte, bugünlere futbol yazarak gelmiş Uğur Meleke'nin Cüneyt Özdemir'e konuk olması tesadüf ve hayatın olağan akışına uygun diyorsanız sorun yok.

Bence öyle değil. Aman boşverin. Cemaat Başbakan'ı deviriyor ya, halay çekin siz. Bize de bir elma şekeri verir belki ha, ne dersiniz? (İroniyi anlamayacaklar için parantez açalım. O elma şekerini *bile* vermeyecekler.)
Devamını oku...

2 Mart 2014 Pazar

TFF'den jeneriklere girecek *kendi kalesine gol*

17 Aralık'tan 12 gün sonra, Fenerbahçe - Kayserispor maçında tribünler "Hırsız Tayyip Erdoğan" tezahüratları ile inledi. Rivayete göre Erdoğan'ın ailesinden bir kişi Fenerbahçe yönetimine peşi sıra haber saldı ve tezahüratları engellemelerini talep(?) etti. Aleyhinde istifa, küfür kıyamete engel ol(a)mayan Aziz Yıldırım pek tabii kılını kıpırdatmadı. Başbakan'ın ve eşrafının ise ikna olmadığı açıktı. Birçok kaynak Başbakan'ın "O stadı kapatın!" minvalinde haykırdığını doğruluyor.

Sonra ne oldu? Özerk(?) TFF bir anda küfüre savaş açıp ligin 2. yarısı başlamadan yönetmelik değiştirdi.
Türkiye Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu, 21.01.2013 tarih ve 37 sayılı toplantısında aldığı karar ile Futbol Disiplin Talimatı'nın 52. maddesinin 1. fıkrasında değişikliğe gitti.
          Değiştirilen hüküm şöyle:
MADDE 52 - ÇİRKİN ve KÖTÜ TEZAHÜRAT
(1) Stadyumlarda topluluk halinde söz veya hareketlerle ya da benzeri araçlar ile aşağılayıcı, tahrik veya taciz edici nitelikte tezahüratta bulunulması, devamlılık kıstası uygulanmaksızın yasaktır.
Sonrasını biliyorsunuz. Yönetmeliğin değişme sebebini tartışanlar *basbakanlik.gov.tr* ile mutlu yarınlara yelken açabilir. Biz, zihni ile dili bir olanlarla devam edelim.

Değişen yönetmelikten sonra Fenerbahçe -yanılıyorsam düzeltin lütfen- 1 maç hariç her maçta ceza aldı. Şimdi, sezon ortası değişiklik zaten saçma ama velev ki iyi niyetli, tüm takımlara eşit uygulansa sesimizi çıkarmayacağız. Saçma ve hukuksuz bulabiliriz ama en azından adil diyebiliriz. Ama öyle mi?

Tabii ki değil. Konya Torku ve Kasımpaşa maçlarında 18:30'dan itibaren staddaydım. Ceza almış olmamız, insanın adalete olan inancını sarsar nitelikte. Ama diyorlar ki "Küfür var." Tamam,  o zaman meseleyi bir dalga ileri taşıyalım.

Dün, muhtemelen Fenerbahçe kaynaklı bir rapor sızdı, Kasımpaşa maçı gözlemci tespit tutanağına istinaden PFDK'ye sevkedildiğimize dair. Peşinen söyleyim, bu sızdırmaların aleyhimizde defalarca kullanılmasından mağdur bir takımın taraftarı olarak, lehimize kullanılmasına da karşıyım.

Raporun sızan kısmı, "Olaylar ve ihlaller" üst başlığı, Takım ve seyirci olayları ardından "Diğer statü ve talimat ihlalleri" alt başlığıyla şöyleydi:


Hemen ardından, dezenformasyona müsaade etmek istemeyen TFF; Fenerbahçe'ye ceza verme sebeplerinin *Mustafa Kemal'in askerleriyiz!* tezahüratı olmadığını ispatlamak için raporun tamamını/aslını yayınladı. Bunu her zaman yapsalar keşke. Ceza almamıza sebep olan, yine "Olaylar ve ihlaller" üst başlığı, "Seyirci olayları" altbaşlığı şöyle.


Jeneriklere girecek bir *kendi kalesine gol* bu. Tarihi gaf. Görülmemiş şapşallık. Neden mi?


  1. PFDK sevk raporunda "Olaylar ve ihlaller" üst başlığı var. Altında da Takım Olayları, Seyirci olayları ve Diğer ihlaller. Evet Fenerbahçe'ye cezayı "Diğer ihlaller" alt başlığındaki *Mustafa Kemal'in askerleriyiz!* tezahüratından ötürü vermediniz. Ama bunun bir ihlal olduğunu, TFF'nin resmi bir evrağında açıkça beyan ettiniz. Yani kendimi savunayım derken tarihi gaf yaptınız. Şimdi zekamızla dalga geçip, "O tezahüratları ihlal olduğu gerekçesiyle rapora yazmadık." demeyi lütfen. Bu bir sevk raporu ve farklı alanlardaki ihlaller listelenmiş. Fethiyespor Vak'asında kılık kıyafet yönetmeliği ile sıyırdınız ama bu sefer kaçışınız yok.
  2. Fenerbahçe'ye ceza verme gerekçenize gelelim. 3 ihlal listelemişsiniz. Biri Volkan Demirel tribünlere yumruk şov için çağrılırken, diğeri alalade bir tezahuratta *Koy şu ibnelere...* dediğimiz için, sonuncusu ve -birbirimizi kandırmayalım- en önemlisi *Hırsız Tayyip Erdoğan* tzahüratları için. Bakın, saydığım ilk 2 ihlalin gerçekleşmediği stad varsa, kendimi Boğaz Köprüsü'nden atacağım. Dürüst olun, "Stadınızda toplam 12 saniye Başbakanımıza hakaret edildi, ceza o yüzden." diyin, bilelim. Hoş bilmiyoruz sanki. Maksadınız yine ahlaki kuralları siper alıp Başbakanınıza yalakalık yapmak. Birlikte gidersiniz, sorun değil.
  3. Velev ki ilk iki ihlale ceza verdiniz. Bakın, akıl sağlığımızla oynuyorsunuz, biz Galatasaray maçlarını da izliyoruz ve oradakiler de Türk, "salak, manyak, kaka, pis" diye hakaret etmiyorlar. Ve duyuyoruz zaten. Özünde ceza almayı gerektirmeyecek kadar ama en az Fenerbahçe tribünleri kadar küfür orada da var. Kutsuyorsunuz ama. Trabzonspor'dan hiç bahsetmiyorum. Gerçekten. Her kelime ziyan.
Özet yapalım. Başbakan aleyhinde 1 dakikayı geçmeyen tezahüratlar yüzünden talimat değiştirildi. Ve küfür siper alınıp güdümlü gözlemciler vasıtasıyla *O stadı kapatın* talimatı uygulandı. Kurunun yanında yaşlar da yandı. Ama Galatasaray yaştan da ıslaktı. Bu talimattan pek tabii muaf tutuldu.

"Ama biz de küfür etmişiz işte" diyen objektiflik hastalarına da iki çift laf edelim. Yukarıda 2. maddede yazan tezahüratlardan ceza almışız (güya). Etmeyelim küfür. Kabul. Ama bu mu? Ceza kesmeye yemin etmiş trafik polisinden bahsediyoruz, cezasız kurtulabileceğine inanıyor musun? Bence o cezayı yiyeceksin, çünkü polis seni sevmedi.





Devamını oku...