25 Mart 2015 Çarşamba

Emre'yi savunmaktan korkmak

Emre Belözoğlu. Türk futbol tarihinin en kariyerli futbolcularından biri. Orta sahada yeri dolmayacak, bu yaşında bile hala takımın dinamosu ve kaptanı. Türkiye, Milli Takım, İtalya, İngiltere ve İspanya'da üst düzey takımlarda başarıyla oynamış bir tecrübe. Ve bazı Fenerbahçeliler ile tüm rakiplerinin nefret objesi haline gelmiş agresif bir kişilik.

Öyle veya böyle Emre'nin öznesi olduğu bininci konu bu. Ve bazen sadece bu sebepten peşinen haksız görüldüğü bir mevzu.

Benim takıldığım yer ise Fenerbahçeliler'in "Emre'yi savunmuyorum ama" ile başlayan cümleleri.

Emre'yi sevmiyor, formaya layık bulmuyor veya bir sebepten haksız buluyor olabilirsiniz. En doğal hakkınız. Ama haklıysa, ki burada öyle; neden savunmuyorsunuz, savunmazsınız, bunu anlamıyorum.

İnsanlar hata yapabilir, çocuklarınız da; ama hataları, çocuklarınızı ömür boyu haksız ve savunmasız yapmamalı. Bir de böyle düşünmekte yarar var bence.


Emre'yi anlatmayacağım. Her *yargı* sahibini bağlar, bu saatten sonra fikir değiştirmez, buna da zaman harcanmaz. Emre bu. Herkes için farklı anlam ifade edecek *bu* benim için nedir peki?

Çok ama çok iyi futbolcu. Fenerbahçeli. Zaman zaman öfkesini kontrol edemeyecek kadar agresif. Ama saha içinde de dışında da birçok kez haklıyken haksız duruma düşen bir cengaver. Şahsen gönül bağım var, zaman zaman kızsam da Emre'yi seviyorum ve bunu göğsümü gere gere söylerim.

Konuya gelelim. Türkiye kariyerinde büyük maç kazanamamış, 2 tribünü kapalı, maç içinde şuurunu yitirmiş bir Fenerbahçe'yi *bile* yenemeyen, bu sebeple olumsuz psikolojisini dışa vuran Bilic; Emenike trajedisi yaşanırken Bruno Alves ile tartışıyor. Eller kollar sallanıyor. Herhalde "Allah müstehakını versin Alves" demiyor. Sonra takımın kaptanı Emre -elbette- müdahil oluyor ve basıyor fırçayı. Fuck-off diyor. İster "ha siktir" diye tercüme et, ister "Defol", Bilic'e cevabını veriyor.

İlk düğüm burada. İlk yanlış Bilic ile başlıyor. Sen hangi cüretle rakip takım futbolcuları ile tartışıyorsun ve kaçıncı kez. Ve sahada tüm damarları şişmiş, nabzı 150 atan *erkeklerden*  ne bekliyorsun karşılık olarak? Tiyatro seyircisi olgunluğu mu?

Bilic'in "hasiktir" dediğini görüyoruz aynı kameralarda, dudağını "Fuck off" a götürdüğü an da gayet net ortada. Yani ortada bir küfürleşme var, karşılıklı. Ki burada teknik direktör olan kişinin pozisyonu hatalı. Yanlış yerde olan kişi Bilic.

Devam edelim. Beşiktaşlılar isyan ediyor. Fahişe medya kadraja elbette Emre'yi alıyor. Neden? Geçmişinden. Aynı önyargıyla oluşturdukları kanaatten. Günah keçisi. Tüm kabahatlerin sahibi ve müsebbibi. Bu algı ve yaratanlar ne kadar doğru/dürüst? Ve bu ezber üzerinden gidilen hangi yol gerçekten doğru?

Emre melaike değil. Ama tek küfür eden Emre değil. Meşrulaştırma diyenler önce kendi ezberlerini bozmalı. Küfür etmeyen futbolcu nadir. Radara alınan ve kamuoyunun önüne atılan ise hep Emre. Hiç mi suçu yok? Yahu bazen var bazen yok. Varken var dersin, yokken yok dersin. Hep aynı yanlış. Aziz Yıldırım için de yapılan bu. Ne her yaptığı doğru, ne her yaptığı yanlış. Ama kime anlatacaksın?

Ezber, goygoy, RT, FAV.

Utanmadan BJK TV koridor görüntülerini yayınlamış. Emre, "Bilic anneme sövdü, jebemti majku dedi" diye  isyan ediyor, BJK TV alt yazıyı farklı geçiyor ve bu her kesim tarafından ortaya çıkarılıyor. Yani BJK TV de manipüle etse de Emre'yi haklı çıkarıyor.

Fakat hala "Emre'yi savunmuyorum ama" diye başlayan cümleler okuyoruz.
Buz gibi haklı olduğu bir konuda takımının kaptanını neden savunmuyorsun? Ezber seline aykırı şeyler söylediğin için seni de sindirirler diye mi? Sosyal ortamındaki itibarın için eyyam mı yapıyorsun yani, kısaca.

Haksızken istediğini söyle. Ama haklı işte. Asıl ve gerçek tutarlılık böyle zamanlarda belli olmaz mı? Doğruyken doğru dersin, yanlışken yanlış. Haklıyken haklı, haksızken haksız.

Uzatmayacağım. Söyleyeceğim şeyler aynı.

Özetle: Ben Emre'yi savunuyorum ve Bilic haksız. Korkmayın, siz de söyleyin. Vicdanınız sosyal itibarınızdan önemli unutmayın.

Beşiktaş çıkışıyla zaten ofsayta düştü ve Galatasaray'a 100 yıllık hizmetine devam etti. Her maç hakem katliamı ile Galatasaray'a yenilen adamlar; bu sezon buz gibi iki Fenerbahçe mağlubiyeti için yaygara kopardılar. Açıklaması da tarifi de belli. Size mutluluklar, sözüm kardeşçe.

Devamını oku...

3 Mart 2015 Salı

Aziz Yıldırım, İsmail Kartal, Alper Potuk ve körün gör dediği


Lige yine yeni bir kaosla başladık malum. Sebepleriyle ilgilenmediğim bir sonuçtu yaşananlar ve toz bulutu içinde İsmail Kartal ile devam dedi Aziz Yıldırım. Ve ekledi: "Başarı İsmail Kartal'ın, başarısızlık benim!"

Ben dahil çoğunluk İsmail Kartal'ın gelişinden çok Ersun Yanal'ın gidişine takılı kalmıştı. Yani Ersun Yanal'ın takıma verdiklerine. Her teknik direktörün farklı bir mizacı, yeteneği, eksi ve artısı, kazandırdıkları ve kaybettirdikleri var. Ersun Yanal da dört dörtlük bir hoca ve insan değil. Ama şahsen Aziz Yıldırım konusunda da alt toplama bakan ben, Ersun Yanal'ın katkılarından oldukça memnundum. O yüzden uzun süre serzendim, hayıflandım, huysuzlandım. Ki takım da ritmini bulamamıştı.

Hoca başlıklı eleştirilerde oklar aslında İsmail Kartal'a atılmıyordu. Çünkü birikimi ve tecrübesi ortada birine, böylesine ağır bir sorumluluğun yüklenmesi, ne İsmail Kartal'ın tasarrufu ne de suçuydu. Aziz Yıldırım kadroya güvendi ve -kendince- en az riskli olanı tercih etti.

Şahsen takım yükselişe geçene kadar yaptığım eleştirilerde Aziz Yıldırım ve Ersun Yanal isimleri, İsmail Kartal'dan çoktu. Zira masaya birşey koymak için veriye ihtiyacım vardı. Aziz Yıldırım'ın 17 yılı, Ersun Yanal'ın kariyeri ve Fenerbahçe'deki 1 (bir) yılı ardından elimizde sadece *Acaba Yanal'a mı yoksa Kocaman'a mı meyledecek?* ihtimali ile baş başa kaldık. E haliyle, 4. yıldız savaşlarının olacağı, Avrupa yasağının kalkacağı, mali tasarrufla geçirdiğimiz bir dönemin riske atılmasınaydı bütün tatava.

Yerden göğe haklıydık bence. Yöneticilikten bahsedeceksek eğer; büyük şirketler, ölçemediği riskler almazlar. Uyarlarsak, Fenerbahçe gibi bütçesi, hedefleri, beklentisi büyük bir kulüp, en radikal çıkışını bile planlamalı ve minimum ama mutlaka ölçebileceği riskler almalı. Hele ki kararlar asla ama asla bireysel, anlık ve duygusal olmamalı. Hala bunadır Fenerbahçeliler'in isyanı.

Gelelim İsmail Kartal'ın kendisine. Büyük bir sınav elbette onun için. Ömrü yeşil sahalarda geçmiş bir futbol adamının en ani ve zor görevi. Yukarıda belirttiğim gibi, takım yükselene kadar ki huysuzluğum İsmail Hoca'nın şahsından çok yine yeni dalgalanmamızaydı. Şahsına yönelik bir önyargı ya da peşinen reddeden tavrım olmadı. Yaşananları unutup, onun performansına odaklanmamız için ise 20 hafta geçti. Evet ilk haftalarda yoktu, ama artık elimizde İsmail Kartal'ı da değerlendirecek veriler var. Bu yazıyı da hem bunu ortaya koymak, hem de yıllardır süren, artık körün gör dediği kronik hastalığımızı vitrine koymak için yazıyorum.

Değerlendirmeye, İsmail Hoca göreve geldiğinden beri Twitter'da düştüğüm bazı notlar ile başlamak istiyorum: @noavasblog: İsmail Kartal hakkında

Ve bir özetle devam edip, peşinden detayları paylaşacağım.

Sezona büyük bir kaos ve güvensizlik içinde başladı. Muhtemelen en büyük destekçileri Aziz Yıldırım, Emre ve Volkan'dı. Karakter olarak da olgun bir yapısı varmış ki, bu psikolojik baskının altından kalkmayı başardı. Birkaç kez dili sürçtü. Fenerbahçe teknik direktörünün kurmaması gereken cümleler kullandı. Ama 22. hafta sonunda şöyle paralize oldu, böyle dağıldı diyemeyiz. Ki bu karakteristiği, büyük takımlar için olumsuz bir özellik değil. Büyük yükler ani manevralarla taşınmaz. Ve ama doğru istikamete, planlı bir şekilde gitmek gerekir. Bence temel sorunumuz da bu.

Takım kötü başladı. Gidişat farklı şeylere yoruldu. İsmail Kartal'ı yetersiz bulanlar bir yanda, Ersun Yanal'ın takımı iyi çalıştırmadığını iddia edenler diğer yandaydı. Ben iki tarafta da değildim açıkçası. Ersun Yanal güvenimi kazanmıştı ve İsmail Kartal'ı eleştirmek için henüz çok erkendi.

"Takım kötü başladı" cümlesini açalım. Aslında ilk 4 *büyük* maçı oyunu domine ederek başladı göreve İsmail Kartal. Süper Kupa, Trabzon deplasmanı, peşinden Galatasaray ve Beşiktaş maçlarında sahanın hakimiydi. Ama domine ettiği 4 maçın 3'ünü sonuca taşıyamadı, 1 galibiyet çıkardı. (Penaltılarla aldığımız süper kupayı kazanılmış 90 dakika olarak değerlendirmedim.)

Oturmuş bir kadro yapısı olan; iyi bir kaleci, 2 süper bek, bir Mehmet Topal, bir Alper Potuk'a sahip takımın, Kuyt, Webo, Emre, Meireles, Egemen, Alves gibi tecrübeli ve çalışkan oyuncularla belli bir standartın altına düşmesi zaten beklenemez. Sıkı çalışma, huzur ve güven ortamı, taşları yerinde kullanma ve birkaç küçük detay daha Fenerbahçe'yi zaten potada tutmalı. Öyle de oldu. Birkaç maçta (Örn: Balıkesir) şansın da yardımıyla potada kaldı Fenerbahçe.

Ama akıllar hep geçen yıldaydı. Puan farkıyla Nisan'da gelen şampiyonluk beklentiyi o kadar yükseltmişti ki, taraftarlara 3 puan yetmiyor; kıran, döken, parçalayan bir takım ve güzel futbol bekliyordu herkes.

O da oldu sonra. Önceleri ağırdı, oyun akmıyordu, pozisyona giremiyordu Fenerbahçe. Yavaş yavaş hızlandı, tempo arttı. Ama güzel futbol tam olarak Alper Potuk'un 11'e, sol açığa yerleşmesiyle başladı. Peki Alper Potuk ne yaptı? İfade etmeye çalışacağım. 

Şimdi; futbol görüşüne ve ifadesine güvendiğim birkaç yorumcu ve yazar arkadaşımdan kendileriyle paylaştığım anketi doldurmalarını bekliyorum. Ankette, geçen 22 haftada, her bir hafta için İsmail Kartal'ı aşağıdaki kriterlere göre 1 ile 10 arasında bir değer ile puanlamalarını rica ettim.
  • Doğru kadro
  • Doğru oyun
  • Güzel futbol
  • Doğru hamle
  • Hak edilmiş sonuç (Evet/Hayır)
Futbol görüşlerine değer verdiğim bu kişilerin kim olduğunu, adının geçmesini istemeyenler hariç, paylaşacağım.

Maksadım; doğru kişilerle, doğru ve adil bir performans değerlendirmesi yapmak. Yukarıdaki 5 kriterin analiz sonuçları emin olun oldukça güvenilir bir grafik sunacak bize. Umuyorum kısa sürede paylaşabilirim sizlerle. Olumlu olumsuz bazı şehir efsanelerine son vermesini dilerim.

Konumuza dönelim. Alper Potuk'ta kalmıştık. Neydi 21 yaşındaki yıldızın sırrı?

Kanat ve orta saha özellikleri var. Hücum ve savunmada var. Güçlü. Hızlı. Delici. Bu özellikleriyle yaratıcı. Ve en önemlisi, driblingi var. Oyuncu eksiltebiliyor. Alan açabiliyor.

Böyle çok futbolcu yok. Hele hele Fenerbahçe'de uzun yıllardır yoktu. Son yıllardaki en büyük eksikliğimiz gereğinden fazla statik yapımız. Pas futbolu ve bek bindirmeleri dışında hücum aksiyonumuz neredeyse yok. Özellikle orta saha merkezinde Topal, Selçuk, Meireles, Emre'den 3'ünün oynaması, hücumda verimsiz al-verlerle rakibin savunmaya yerleşmesinden başka bir işe yaramıyor. Alper ise bu kısırlığa isyanın vücut bulmuş, dile gelmiş hali oldu.

Bek kademesini alır, savunma yapar, adam kovalar, çizgiden iner, sol içte adam eksiltir, orta saha yayının önünde her yerde topla birlikte dönüp savunma setini deler. Ve daha neler neler. Hele ki Topal ve Meireles/Emre önünde Diego'yu kullanabildiğimiz maçlarda. Topla dönebilen 2 matkap ile sonuç da aldı/alırdı, zevk de verdi/verirdi Fenerbahçe. Ama birlikte oynadıkları maç sayısı bir elin parmakları kadar ne yazık ki.

Şimdi Alper'den önce Alper'den sonra, ya da başka bir değişle, Alperli - Alpersiz maçları hatırlayalım.

Beşiktaş - Fenerbahçe: 0-2, Alper sol açıkta. Emre, Topal, Meireles orta üçlüsü, Emenike uçta.
Fenerbahçe - Rizespor: 2-1, Alper sol açıkta. Topal, Meireles, Diego orta üçlüsü, Emenike uçta.
Bursaspor - Fenerbahçe: 1-1, Alper sol açıkta, Topal, Meireles, Diego orta üçlüsü, Emenike uçta.
Fenerbahçe - Eskişehirspor: 2-2, Alper, Emre, Meireles ile orta üçlüde. Emenike, Sow, Kuyt 11'de.
Fenerbahçe - Mersin: 1-0, Alper sol açıkta. Emre, Topal, Meireles orta üçlüsü, Sow uçta.
Fenerbahçe - Başakşehir: 2-0, Alper sol açıkta. Emre, Topal, Meireles orta üçlüsü, Sow uçta.
Kasımpaşa - Fenerbahçe: 0-3, Alper sol açıkta. Meireles, Selçuk, Diego orta üçlüde, Emenike uçta.
Karabük - Fenerbahçe: 1-2, Alper sol açıkta. Selçuk, Topal, Diego orta üçlüde, Emenike uçta.
Fenerbahçe - Trabzonspor: 0-0, Alper sol açıkta. Topal, Selçuk, Diego orta üçlüde, Emenike uçta.

Yukarıda yükseliş dönemindeki 10 maç var. Alper bu maçların 9'unda sol açıkta. 7 galibiyet 3 beraberlik alınmış bu dönemde. Orta üçlüde kullanıldığı Eskişehir maçında ise beraberlikle puan kaybı var.

Yükseliş dönemi öncesi Akhisar ve Konya maçlarında da oynuyor Alper, ama orta üçlüde. Galatasaray maçında da sol açıkta oynuyor ve domine ediyoruz oyunu ama sonuç malum.

Bu kadar uzun yoldan ve Alper üzerinden anlatma sebebim körün gör dediğini göstermek. Alper'e övgü de değil amacım. Takımın saha içindeki ihtiyaçları. Alan paylaşımı, tempo, kademe ve *adam eksiltme.*

Aykut Kocaman'ın son sezonu ikinci yarısı ve geçen yıl Ersun Yanal ile oynadığımız ve başarılı olduğumuz 3 forvet sistemi bu sene tıkandı. Sakatlıklar sebebiyle Emre takıma hakim olabilmiş değil. Ve orta üçlü bu sezon sadece savunma tarafını becerebiliyor. Diego birkaç iyi maç çıkarmasına rağmen yeterli şansı bulamadı. Kuyt en kötü haliyle bile sağda ortalama üstü katkı sağlıyor. Sola Sow'u, merkeze Emenike'yi koyduğumuzda da komple sıkışıyor oyun. Maç içinde Emenike ile Sow'un yerlerini değiştirmek de saman alevi parlamalar haricinde net bir katkı sağlamadı. Yani olduramadık geçen yıl ki sistemi. Ki zaten bu yüzden, şunu yazmıştım 10 Aralık'ta: Peki İsmail Kartal'ın planı ne olacak?

Ben bir önermede bulunmuştum. Bu yanlış olabilir. Ama asıl dikkat çekmek istediğim nokta, İsmail Hoca'nın başka (kendi) bir plana ihtiyacı olduğuydu.

Nitekim yükseliş döneminde beklerin ipini saldı ve Alper'i sol açıkta kullandı İsmail Kartal. Orta sahayı genelde güvenli tutmaya çalıştı ama yukarıdaki 10 maçın 5'inde Diego orta üçlüde ve Alper ile birlikte ilk 11'deydi.

Şimdi hatırlayın yükseliş dönemindeki futbolu. 10 maçta Alper tek başına, 5'inde Diego ile birlikte; sol içte, orta saha yayı önünde, toplu-topsuz dönüp atağa devam eden, adam eksilten, bu özelliğiyle rakibi tehdit eden, savunmanın dengesini bozan, devamlı kontra atak oynar gibi tempolu futbolu.

Bir de hatırlayın sezon başı ve son Konya Torku maçını.

Öyle ki; Torku maçı bana farklı birşey düşündürdü. Düşünmüş ve bu yüzden övmüştüm ki, İsmail Kartal doğruyu buldu, bunu işliyor ve takımı yukarı taşıyor. Ama son maç bana doğruyu bilinçli bir şekilde bulmadığını, sakatlık-cezalar nedeniyle mecburi tercihlerin takımı yükselttiğini düşündürdü. Yine de haksızlık etmek istemem. Ama hislerim böyle.

Zira; atağa katılan, delici ve dinamik orta saha ve hücum oyuncuları ile yükselişe geçen takımı son yılların en *statik* 11'i ile oynatmak kendi doğrularını inkar eden bir anlayıştı.

Caner'in olmadığı, Kadlec'in sol bekte stoperlik yaptığı, Alper'in olmadığı Sow'un top almak için orta sahaya kaçtığı, Emenike'nin uçta kara delik yemini ettiği takımda maça Topal, Selçuk, Meireles ile başlamak ve Diego'yu 81. dakikada oyuna sokmak yenilir yutulur bir hata değil.

Gökhan hariç topu önüne alıp 3 metre süremeyecek bir takımla 81 dakika. İlk 11 ve oyuncu değişiklerine takık biri değilimdir ve bu iki konu üzerinden yorumlamam futbolu ama bu öyle bir hataydı ki, oldukça kritik 2 puana mal oldu.

Oyun sıkışır sıkışmaz, ki bu 15 dakikada oldu, Emenike-Kuyt kanatları paylaşabilir, Sow merkeze alınabilir ve arkasında Diego ile takım bir *langırt* tahtası olmaktan çıkarılabilirdi. İstisnasız herkes takımın bu şekilde kazanamayacağının farkındaydı. Ama sanıyorum basireti bağlandı İsmail Hoca'nın. Aslında bu sezon bizzat kendisini en fazla eleştirdiğim maçtı bu. Her 11 tercihine katılmasam da.

Sadede gelelim artık.

3-0 kazandığımız Kasımpaşa maçı sonrası şu tweeti atmıştım.


Yeterli *amin* sayısına ulaşamadığından mıdır:) bilmem, canımızı sakatlıklar yaktı. Bilhassa Alper ve Emre'nin %100 hazır olmadıkları her maç canımız yandı.

Trabzonspor maçındaki -tamamen şansızlık ya da beceriksizlik- eseri puan kaybı, lüzumsuz bir panik yarattı takımda. Akhisar maçının daha ilk yarısında kontrolü kaybettik. Konya deplasmanı ise, 2 beraberlik sonrası *kısır* Balıkesir maçının kopyasıydı. Aşırı güvenli. Ürkek. Ve bu sefer şans gülmedi.

Yani aslında tecrübe ve olgunluğuyla en avantajlı durumda olması gereken Fenerbahçe, puan kayıplarının stresini kaldıramıyor. Burada da en büyük görev İsmail Kartal'a düşüyor. Ama burada İsmail Kartal'ı tek başına ve peşinen suçlamak haksızlık. Aziz Yıldırım'ın otoritesi zaman zaman, özellikle dalgalandığımız dönemlerde ekstra stres ve korkudan kaynaklı özgüven kaybı yaratabiliyor. Şunları söylemiştim bu konuda 3 ay önce: Aziz Yıldırım'ın otoritesi Aynı yerdeyim.

Sonuç olarak;

İsmail Kartal'ın ilk yapması gereken şey yüzünü yıkamak. Kendisi panik yapmamalı ve takımın maçın daha ilk yarısında kontrolü kaybetmesini engellemeli. *Azizsilin* varken zor olduğunu biliyorum ama 70'er dakikalık debelenmeleri kaldıramayız artık.

Peşinden takımın yükselişindeki *doğruları* iyi tespit etmeli Hoca. Ben yukarıda birkaç tanesine ışık tutmaya çalıştım. En önemlisi statik, kısır futbol. Geri dörtlü ve önlerinde Topal varken bu kadar çekinmesine gerek yok. Alper ve Diego'dan en az biri kesinlikle oynamalı artık.

En önemli konulardan biri de gol, bitiricilik. 7 puan kaybettiğimiz 3 maçtan 3 fotoğraf bu sezonun ağlama posteri olmasın. Oynatarak ya da -artık- oynatmayarak rehabilite etmeli Emenike'yi. Sow'la paylaşabilirler dakikaları. Galatasaray maçı da dahil, bence bu sezon artık Sow, Emenike, Kuyt 3'lüsü ile çıkmamalıyız hiçbir maça. O yüzden merkez forvet pozisyonunu iç saha/deplasman durumlarına göre paylaşabilir Sow ile Emenike. Ama artık Alper yoksa bile, gerekirse sol açıkta Diego ile başlamalı. Orta sahadan hücuma tek köprü bek bindirmeleri ve uzun toplar olacak bu şekilde. Ki rakipler ezberledi. Ezcümle; trafik sıkıştı, 3. köprüye ihtiyaç var. Adı Alper Potuk, yoksa Diego.

Pazar günü kazanırsak umutluyum. Özgüven ve ideal 11 ile yeni bir yükseliş trendi izleyebiliriz. Ama orada da daimi uyarı mekanizması görevde. Hakeme takılma, hakemle oynama.

Hak ettiğimiz yerde ve puanda değiliz. Ama hak ettiğimiz yere çıkma şansımız var. Hepsi sahamıza gelecek. Doğrularımızın bekçiliğini yapar ve konsantre olursak *tokmak* hala bizim elimizde.

İnşallah. Maşallah. Amin.


Devamını oku...