2 Temmuz 2015 Perşembe

Haftalık notlar -1-

İş ve hayat yoğunluğu düzenli yazmama engel oluyor. Twitter'da az, burada daha az yazıyorum ancak aklıma düşenleri not almayı ihmal etmiyorum. Dilerim devamını getirebilirim, haftalık başlığı ile notlarımı kısa kısa paylaşacağım bundan sonra. Bu hafta çarşamba gününe yetiştirebildim ama niyetim pazartesi akşamları düzenli olarak paylaşmak. Dedim ya, kısa kısa. Başlayalım.

***
Aziz Yıldırım'ın denemeleri

Aziz Yıldırım eylem adamı. Geri dönmeyi sevmediği düşünceleri ve bu minvalde denemeleri var. 17 yıllık Fenerbahçe başkanlığında artık rahatlıkla kategorileştirebileceğimiz yapılanma denemeleri oldu. Geçen sezon yaptığı ise adeta zirvesiydi: Son ana kadar teknik direktörsüz şampiyonluk denemesi.

Camianın çocuğu: Oğuz Çetin, Aykut Kocaman, Rıdvan Dilmen, İsmail Kartal (Müjdat, Saffet, Kemalettin apronda)
Tecrübe ve/veya kariyer: Mustafa Denizli, Luis Aragones
Alman: Christoph Daum, Werner Lorant
Düşeş: Joachim Löw, Arthur Zico, Ersun Yanal

Son seçimi Vitor Pereira. İlk üç kategoride değil. Dilerim sonuncuya girer ve ama sonu benzemez.
Ve seçimlere denk kadro yapılanmaları. Birbirini tekrar eden kısır döngüler. Portekizli zinciri kırar mı? İnşallah.

***
Vitor Pereira: Kod yazabilen teknik direktör 

Akademik kariyere sahip, tezleri, fikirleri olan, teoride tasarladıklarını Porto ortamında pratiğe dönüştürmüş bir eğitmen. Tabiri caizse hem kod yazabiliyor hem oynayabiliyor. Bu anlamda oldukça heyecan duyduğumu gizlemeyeceğim. Satır aralarında verdiği mesajlar yerinde. Büyük takım hassasiyetlerimiz muhtemelen kendisine aktarılmış ama belli ki o da benimsemiş. Gözlemlediğim en büyük zaafı duygusal yapısı. Reaktif karakteri malum medya ortamında başımıza iş açabilir. Burada görev yönetime düşer ama yönetimin değerlerini koruma konusundaki kötü karnesi beni kaygılandırıyor. Bu anlamda dublajı ve kademesi iyi alınırsa başarılı olacağına inanıyorum. Ama Fenerbahçe'nin en büyük sınavı başarılı olduktan sonrası, işte o zaman ne olur bilemiyorum.

***
Terraneo: The bad man

İsmini ilk kez duyduğumuz bir adam geldi; eline tırpanı aldı, kuruyan dalları budadı, en güzel bahçelerden taze fideler getirdi. Algı bu değil mi? Algı bu evet ama bence gerçek tam olarak böyle değil. Hangi bağlantı ve tavsiye ile göreve geldi gerçekten merak ediyorum ama "Çılgın Terraneo" lakabı takanlar bence yanılıyor. Başta Emre olmak üzere ayrılan ve alternatifleri oluşturulan futbolculara karşı kötü adam gibi lanse edildi ama eldeki verilerle insiyatifin sanıldığı gibi Terraneo'da olduğuna inanmak güç. Ama futbol yönetiminin Terraneo'nn kontrolünde görünmesi Aziz Yıldırım'ın bugün ve gelecekte işine yarayacak bir algı. Açalım.

***
Aziz Yıldırım'ın zekası

Seven sevmeyen -neredeyse- herkesin artık koltuğu devretmesini istediği ve beklediği Aziz Yıldırım; tepkilerin doruğa çıktığı bir dönemde kritik hamleler yaptı. Niyetini sorgulamak ve yargılamak istemem ama gelinen noktayı not düşmek lazım.

Lig Galatasaray'ın 4. yıldız seremonisi ile bitti ve son meşale sönmeden ortama transfer kokuları sıkıldı. Elbette afyonu yuttu herkes. Malum, lig oynanmasa da olur, transfer yeter Fenerbahçeli'ye. Peşinden kongre. Ali Koç'a devir teslim havasında geçti, "Yaşasın, 8 Temmuz'da bırakıyor Aziz Yıldırım ve Ali Koç yeni başkan" rahatlaması ile tüm camianın sinirlerini gevşetiverdi Aziz Başkan. Hukuk süreci temyiziyle daha 1,5 yıl sürer zaten de, son *kuruşuyla* şansını bir kez daha denemek isteyen Aziz Yıldırım'ın başkanlığı bırakacağını düşünmüyorum. Kongreden sonra yapılanma dalgası sardı dört yanı. Taraftarın ilk 18'de görmeye dayanamadığı isimlerle yollar ayrıldı. Terraneo'nun network enjeksiyonuyla ünlü oyuncularla adı anılıyor Fenerbahçe'nin ve belli ki iyi bir kadro kurulacak şimdi.

Ali Yıldırım'ı futbol şubesinin başına koydu, Terraneo profesyonel idarecisi, fotoğraflara çıkmıyor, Samandıra'ya gelmiyor, demeç vermiyor, değişti, akıllandı, işi artık ehline emanet ediyor ve hiç karışmıyor, değil mi? İnşallah diyelim de, eldeki veriler bu yazdıklarıma "Görsen inanma" diyor. Fakat her şekilde teknik direktör ile arasına 2 tampon (Terraneo ve Ali Yıldırım) koyması yararlı olabilir.

Bir ayda nasıl değişti hava farkında mısınız? Aziz Yıldırım zeki adam.

***
Fernandao, Caner ve  Şener

Geçen sezon ligde Caner 8, Şener 4, Gökhan 2 asist yaptı. Caner çok iyi, Şener iyi, Gökhan kötü orta yapan bekler. Ve Caner'in, kara deliğin harcadığı şahane ortalar yüzünden kafayı yediğini, bu sebepten Webo ile huzur bulduğunu biliyoruz. Şimdi Fernandao var. Caner, bayram?

Belki de yapılmış/yapılacak en iyi transferimiz bu sezon. Gösterişli değil, makul paralara alındı ve ama öyle bir boşluğu dolduracak ki, PvH ve Nobre sonrası ilk kez ligin yapısına uygun, alan, veren, saklayan, dağıtan, yıpratan ve yakaladı mı atan bir hedef santrforumuz oldu. Pingel'i unutmayız, Allah nazardan saklasın ama Caner için mutlu, Şener için umutlu,  Fernandao için heyecanlıyım.

***
Emre benim öz kardeşim

Futbolculuğu tartışmaya kapalı, saha içinde ve dışında yeri dolmayacak bir lider Emre. Şunları yazmıştım Twitter'da aynı gün:
  • Ben ayni yerdeyim. Nefret Fenerbahce'ye. Gogusleyenleri, tasiyamadigin icin gemiden atarsan ayni yolla olursun. Emre benim *öz kardeşim.*
  • Sivilceyi patlatmakla kurtulamazsin. Sicrar. Nefretin kaynagina inmelisin. Aklin ve yuregin yetiyorsa. Emre suclu degil, peygamber de.
  • Fenerbahçe yüzünden, Fenerbahçe için, alternatifi ve tercihi varken sadece Fenerbahçe'yi sevdiği için bedel ödeyenlere zaafım var benim.
Emre, Emre olduğu için maruz kalmadı *diğerlerinin* lincine. Seveni sevmeyeni yine olurdu ama Fenerbahçe'de olduğu, Fenerbahçeli olduğu için nefret sembolü ilan edildi Fenerbahçe'den nefret edenler tarafından. Hataları, yaşananlara mahal ve koz vermesi Emre başlıklı konunun anafikrini değiştirmez. Galatasaraylı Emre olsaydı bugün ne muamele görürdü hepimiz çok iyi biliyoruz, örneklerinden.

Ama medyaya kızamam artık. 20 yılı aşkın süredir teslim olmuşuz, kılımızı kıpırdatmıyoruz kökten bir çözüm için. Kurban veriyoruz, vermeye devam edeceğiz. Ali Şen gitti, Emre gitti, Volkan gidecek,  birgün Aziz Yıldırım da gidecek, ama Fenerbahçe'yi sevmeyenler bir başka ismi siper alıp taş atmaya devam edecek. Yani olmadı. Daha 1 ay önce feribotta Beşiktaşlı taraftarların saldırısına uğramış kaptanını ite köpeğe madara etmeyecektin. Saha içinde de lazım sana da, kulübün dışına bırakmayacaktın.

***
Sponsorluk masalları

Fotomaç'ın transfer masallarına döndü Fenerbahçe'nin alıcısını bekleyen stad ve forma sponsorluğu hikayesi. Hergün başka bir isim ve meblağ yazılıyor. Bir Katar furyası ve yanında aynı isimlerin etrafında dolaşıp duruyoruz. Reel ve somut hiçbir şey yok, pür dedikodu, spekülasyon. Her şekilde rahatsız edici. Zira ortada hiçbir şey yokken taraftarda ekonomik kaynak bulundu rehaveti yaratıldı bile. Harcamalar sorgulanmasın diye mi? Yıllardır çok kızdığım Galatasaray çirkinlikleri bunlar. Dilerim aynı yoldan gitmiyoruzdur. 

Umarım en kısa sürede hak ettiği değeri bulur ve kötüye giden mali yapımıza destek olur sponsorluklar. Ve tabii elde edilecek gelirin nasıl kullanılacağı da bir o kadar önemli.

***
Beşiktaş'ın mecburi yolu

Futbolcu satmadan alamayacak durumdaki Beşiktaş'ın başına talih kuşu kondu. 2 futbolcudan 18 milyon euro gelir elde ettiler. Seneye de bir bu kadar gelir elde edecek potansiyelleri var. Beşiktaş bu yolu tercihen değil mecburen seçti. Ama bu mecburi yol Türkiye'ye güzel örnek ve fırsatlar sunabilir. Hele ki sattıkları futbolcuların yerini menajer menüleri yerine ortalama scout organizasyonları ile ucuza doldurabilirlerse geleceğini kurtarabilir Beşiktaş. Bu konuda doğru yolda olduklarını düşünüyorum.

***
Menajer sofrası

Ne lazım?
1 forvet, 1 stoper, 1 orta saha.
Ne var bohçanda?
Ahmet, Mehmet, Fikret.
Fikret kaça olur?
Sana 8.
6 olmaz mı?
7'ye hayırlı olsun.
Hayırlı olsun.

Bu konuda idealist değilim, ortalama bir scout organizasyonu ile çok şey başarılabilir. Korkunç paralar harcıyor, beş para etmeyen takımlar kuruyoruz yıllardır. Menajer sofralarından, bohçalarından, menülerinden ne bulursak onu alıyor, futbolcu ve menakerini zengin edip sonra da turşusunu kuruyoruz. Sayısız iyi örneğini görünce de kanımıza dokunuyor artık. Tüm takımlar için geçerli bu.

Menajerlere lafım yok. Emlakçı gibi, elbette olacak. Ama sadece emlakçı gezilerek ev alınmaz ki yahu. Nerede, hangi özelliklerde, hangi fiyat aralıklarında ev aradığını bilirsin, ona göre araştırma yapar elersin, emlakçılardan da fikir ve destek alır seçimini yaparsın. Ama yok. Para çok ya, ilk emlakçıda işi bitirip kolayına kaçıyoruz biz. Araştırma, seçme ve makul fiyattan almak yok, menüde şefin modası geçmiş pahalı sipesyaline mahkumuz. Bir gün kurtulur muyuz?

 ***
Konuşan kaybeder: İsmail Kartal ve Hamza Hamzaoğlu

Biri kazandı biri kaybetti. Ama ikisi de susmadı ve ikisi de kaybediyor, kaybedecek yavaş yavaş. Şunu bilir şunu söylerim; lüzumundan fazla, bilhassa sana sorulmayan şeylere açıklama getirmek için konuşmayacaksın. Haybeye kendini sözlerinle bağlamayacaksın. Ama yok işte. Biri kaybetmiş aynaya bakmıyor, öbürü kazanmış aynadan gözünü ayırmıyor. Yakın gelecekte iş arayan teknik direktörler kıraathanesinde buluşacaklarına şüphem yok. Gerçi çubuklu garip, parçalı gibi hamisi yok.

***
Ayrılıklar ve Bekir

Ayrılıkları beceremediğimiz doğru. Ama yine de eskisinden iyiyiz sanki. Şeklen en azından. Vadesi dolan oyuncularımızın hepsi karşılıklı güzel kelamlarla ayrıldı. Ama en olgunu Bekir'di. -Bence- manipüle edilmiş bir lince maruz kalan Marsilya fatihi, hem ilk açıklamaları hem de sonraki olgun röportajı ile bende ayrı bir yer edindi. Futbolculuğu ayrı bir konu. Hak ettiğinden fazla para kazandı ve beklentilerin altında kalıp başarısız oldu. Sonucu da ayrılık oldu elbette. Fıtratında var. Yolu açık olsun.

***
Yeni kaptan kim olacak?

Emre, Volkan, Gökhan'dı sanıyorum sıralama. Emre gidince yeni kaptan kim olacak soruları başladı. Belki sıradaki kaptan olacak ama yaygın kanaat Mehmet Topal'ın kaptanlığından yana. Efendiliği ve kamuoyunda kazandığı takdire ben de hayranım ancak naifliği nedeniyle birinci kaptan olarak o pozisyonu dolduramayacağı kanaatindeyim. Ama çok iyi bir ikinci kaptan olabilir Topal. Birinci kaptan için ise adayım Caner. Bilahare açarım.

***
Basketbol ve futbol şubelerine bakış açısı farkı

Bir koordinat ekseni var Fenerbahçe'nin. Futbolda yapılan yanlışları hoyratça eleştiriyor, basketboldaki benzer yanlışlarda korumacı ve muhafazakar.
Basketbolda yapılan yanlışları hoyratça eleştiriyor, futboldaki benzer yanlışlarda korumacı ve muhafazakar.

Geçen sene; birinde Obradovic, birinde İsmail Kartal, birinde Aziz Yıldırım, birinde Ülker. O kadar çok tutarsız yorum okuyorum ki, not düşmeden geçemeyeceğim artık. İkisi de Fenerbahçe. Yorumları akıl ve doğrular üzerinden yapmak mesele, duygu ve öfkeler üzerinden değil. Bin tane farklı konuda eleştirdiğimiz insanlardan daha tutarsız olursak gülerler, unutmayalım.

Devamını oku...

2 Haziran 2015 Salı

Aziz Yıldırım'ın söyledikleri ve söylemedikleri



Aşağıdaki alıntılar resmi sitedeki kongre konuşması metinlerinden.


1. Gün: (http://www.fenerbahce.org/detay.asp?ContentID=45161)

Aziz Yıldırım, "Mahkeme bittiği gün başkanlığı bırakacağım" sözlerini yineledi ve "Artık bu kurumların bir karar vermesi lazım bu şike davasından çıktı, başka yerlere gitti. Ya bizi temizleyecek, ya da cezalandıracaklar. Bunun sonu Fenerbahçe için önemli. Yeni gelecek arkadaşlar olarak biz de onları destekleriz" dedi. 
Benden sonra burada böyle çapulcular olacaksa yandık. Onun için Ali Koç'a rica ettim. Bıraktığım gün aday olacak, söz verdi. Onun için çapulculara burada yer yok" diye konuştu.


Burada, bir dahaki kongrenin de kararını almış gibi bir çalışma yapıldı. Buna da saygı gösteriyorum çünkü bunu kendim de istiyordum. Yalnız bu kongreden bizim mahkemenin bitimiyle beraber başlayacak süreçte yeni adayların iyi hazırlanması, kulübün şartlarını iyi görmeleri ve ona göre de yönetimler ve çalışma arkadaşlarını iyi seçmelidir. Fenerbahçe’nin içerisinde çok değerli insanlar vardır. Bu insanlar kulübe getirilmeli ve kulüpte beraber çalışmaları gerekir. Benim sistemim ve benim düşüncem, benim yapım ayrıdır. Ben bu sistemlerin içinde hareket edemem. Ben 24 saatini bu kulübe adayan insanım. 24 saat bu kulüp için çalıştım ama gelecek olan insanlar 24 saatlerini buraya veremezler. Vermeyeceklerdir çünkü onların böyle bir zamanı ve vakti olmayacaktır. Onun için bu arkadaşlara şimdiden önerim bu çalışmalara başlasınlar.
Ben mahkeme bitip temizlendiğim günün akşamı kongre kararı alacağım bunu herkes bilsin. Ama Fenerbahçe’nin de iyiliği için her zaman burada olacağım onu da bilsinler. Yani öyle bıraktı gitti yok, bu kadar açık ve net söylüyorum. Herkes de ona göre tavrını alsın.

Konuşmaları canlı izledim. Metinleri de, özellikle resmi siteden, birkaç kez okudum. Neyi kurcalıyorsun diyeceksiniz. Net bir cevap vereceğim, samimiyeti sorguluyorum. Bu benim suçum değil.

Aziz Yıldırım ne/ler söyledi?

1) Mahkeme süreci sonunda kongre kararı alıyor ve bırakıyorum.
2) Ali Koç'tan rica ettim, mahkeme süreci sonunda başkanlığa aday olacak.
3) Yeni gelecekler (Ali Koç?) iyi hazırlanmalı, çalışma arkadaşlarını iyi seçmeli.
4) Yeni gelecekler (Ali Koç?) benim gibi 24 saatini veremez, vakitleri olmaz, bu yüzden çalışmalara başlasınlar.
5) Mahkeme süreci sonunda bırakacağım ama yine buradayım, herkes ona göre tavrını alsın.

Aziz Yıldırım ne/ler söylemedi?

1) Mahkeme süreci sonunda kongre kararı alacağım ve bir daha kesinlikle aday olmayacağım.
2) Benden sonra görev alacaklara, eğer isterlerse, dışarıdan elimden gelen desteği vereceğim.

Ve kuşkularım

Söyledikleri ve söylemediklerine baktığımda; Ali Koç'un açıklamalarını teyit eden şeyler söylemiş olsa da, satır aralarında başka birinin başkanlık ile anılmasından rahatsız olduğunu hissettim. Bu belki 17 yılın alışkanlığıdır. Ama umarım "Bu kongre de geçsin hele, 1-1,5 seneye kim öle kim kala" değildir. Ve dilerim kongre ve taraftarın Ali Koç'a olan sempatisi ortamı yumuşatmak için siper alınmamıştır.

Bunları yazdığım için bana kızanlar olacak. Ama yazmak, söylemek, not düşmek şart. Fenerbahçe başkanlık makamının itibarı önemli. İnanılır ve güvenilir kalması değerli. Ve zaten Aziz Yıldırım'ın da buna ihtiyacı yok. Kuşkularımın kuruntu olması da kuvvetle muhtemel. Ama tahrip edici olsa da, gerçekleri aramak ve kucaklamak zorundayız.

"Koyun can, kasap et" demesin kimse. Tüm bu yazdıklarım, Fenerbahçe'nin aklanma süreci dahil, önümüzdeki 1-1,5 yılın ve hatta sonraki yılların huzur ve performans grafiğini doğrudan etkileyecek şeyler. Yani derdim Fenerbahçe.

Önce Fenerbahçe ve Başkanı'nın aklanması ve sonra Fenerbahçe'ye 17 yılda yaptığı hizmetler için onurlandırılarak yeni bir dönem için bayrağı devretmesi dileğiyle. Ki sanırım Aziz Yıldırım da aynı dilekte.
Devamını oku...

31 Mayıs 2015 Pazar

Başka bir Fenerbahçe tarifi

Aziz Yıldırım karşısında yükselen sesler birkaç yıldır logaritmik olarak artarken, şampiyonluğun resmen kaybedilmesi ve yaklaşan kongre ile birlikte birçok fikir, argüman ve slogan vitrine çıkmaya başladı. #Adayolma ve #BaskabirFenerbahcemumkun bunlardan ikisi.

İki akımın da (doğru tabir ettiysem) bildirilerini ve yansımalarını okudum. Ve #BaskabirFenerbahcemumkun mottosunu #Adayolma çağrısından daha samimi ve üzerinden gidilebilir gördüğüm için onu yorumlayacağım.

"Baska bir Fenerbahçe mümkün!" akımını; sloganı, içeriği ve altındaki imzalar üzerinden manipüle edenler gördüm. Daha çok imzalara takılmış insanlar, hatta imza atanlar bile "İmzalara değil, içeriğe bakın" çağrısı yapmışlar. Ben imzalara takılanlara da, yukarıdaki açıklamayı yapan imza sahiplerine de bu anlamda katılmıyorum.

İçlerinde ciğerini bildiğim ilkokul arkadaşımdan, eski/yeni dostlarıma kadar birçok değerli insanın olduğu, tamamı özgür düşünen, hiçbir kişi ve grup ile organik/inorganik bağı olmayan bu damardan Fenerbahçeliler'in "İmza değil, içeriğe bakın" çağrısı biraz "Sen ona bakma ya" kokuyor. Değilse zaten ve elbette içeriğe bakılmalı. Ama altında imza olduğunda Twitter search yapılacağı öngörüldüğünde "İmzamla da, fikrimle de buradayım" demek bence daha doğru. Ki sanırım insanlar bazı imza sahiplerinin Aziz Yıldırım'a hakaretlerinden dem vuruyorlar. "Sen ona bakma ya" kokusu ise -dışarıdan- imza sahiplerinin birbirlerine kefil olamadığı algısı yaratıyor. Ki ben öyle olmadığına eminim. Küçük bir iletişim hatası diyelim.

Evet, dediğim gibi, ben imzalara takılmadım. Çünkü içlerinde Fenerbahçeliliğinden ve Fenerbahçe için feda edebileceklerinden şüphe duyduğum kimse yok. Hepsi hepsi farklı düşüncelerimiz vardır, ki bu zenginliğin ta kendisidir, kucaklarım.

Ben içerikle akımın iletişimine takıldım. Açayım. Bildiride yanlış olan birşey yok. Dile getiren/getirmeyen herkesin katıldığı Aziz Yıldırım'ın son dönem yanlışları üzerinden, *işte bu* yanlışların olmadığı bir Fenerbahçe mümkün mesajı veriliyor. Burada hiçbir sorun yok. Ama sanırım benim hem bu akım/slogan/mottodan hem de yazarlarından beklentim fazla olacak ki, hayallerimizdeki Fenerbahçe'nin kötü örnekler üzerinden tarif edilmesine takıldım. Bu minvalde; Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe'yi yönetenlerin *yanlışlarını* -hele ki kongre öncesinde- net bir şekilde sebep ve sonuçlarıyla, yanlış sahiplerinin de *okuyabileceği* bir üslup ve rasyonel akılla sıralamak ve ama başka bir Fenerbahçe'yi, hayallerimizdeki Fenerbahçe'yi bu kötü örnekler yerine, düşlerimiz, futbol çağının getirdikleri ve gerektirdikleri üzerinden tarif etmek daha fazla katma değer yaratır fikrindeyim.

Örneğin; uzun zamandır sıkça tekrar ettiğim, Fenerbahçe neslinin kaybettiğini düşündüğüm bir mottom var: "Fenerbahçe neşe verir, can katar, iyi gelir"
Önüne, arkasına, yanına birşey koymadan Fenerbahçe bu, 80'ler ile 2000'li yılları, torunlar ile dedeleri birleştiren birşey bu. Aramamız gereken şey, üst başlık, tutkumuzun can damarı bu. Neşe vermeli Fenerbahçe, yeniden yüzleri güldürmeli. Can katmalı Fenerbahçe, yeniden yaşam sebeplerinden biri olmalı. İyi gelmeli Fenerbahçe, mutluluk ve umut vermeli. Bu Fenerbahçe'nin *kurumsal kimliği*.

Aslında herşey, tüm bu üst başlıkların altında gizli. A'dan Z'ye Fenerbahçe armasının olduğu her ses ve görüntünün iletişimi değişmeli. İletişim denince aklınıza televizyon, radyo, sosyal medya ve saire gelmesin. Onlar iletişim araçları. Bizim yangının ortasında kurtarılacak ilk değerimiz iletişim politikamız. Uzun yıllardır sahip olmadığımız ve bizi *kurumsal kimliğimizden* uzaklaştıran atardamar.

Başka bir Fenerbahçe mümkün evet. Bu değerli mottoya sonuna kadar destek veriyorum. Ancak nacizhane görüşlerimi de paylaşmak istedim. Bunca değerli ve yaratıcı akıl, eminim taşın altına elini koyup, herkesin bildiği yanlışları derlemek yerine, bugünün ve yarının Fenerbahçe iktidarlarına *maden* taşıyacaktır.

Fenerbahçe için çakıl taşı taşıyan kim varsa, tüm kalbimle destekliyorum.
Varolun.

Devamını oku...

Kongre, kaygılı umutlar ve Ali Koç

Fotoğraf: Erol Çetinçelik

Nihayet, Fenerbahçe'nin geleceğine talip olduğunu açıkladı Ali Koç. Kongrenin hemen başında, açık yüreklilikle, yüreklere su serpen bu açıklaması "son dakikada gelen şampiyonluk golü" tesiri yarattı salonda ve aslında tüm yurtta. Varolsun, en ihtiyaç duyduğumuz dönemde umut aşıladı bizlere. Ve bu *dokunuşu* ilk değil.

İki sene evvelki kongreden önce yaptığı basın toplantısı da seçim kazandıran bir omuz olmuştu Aziz Yıldırım'a. Adalete Fener yak kampanyası ile birlikte 3. büyük *dostluk* bu. Her daim dışarıdan sessiz sedasız desteği, sponsorluklar ve sair destekler elbette önce Fenerbahçe sevgisi, sonra makam saygısı kaynaklı. Ama *başka bir Fenerbahçe* nin bile güzel düşlerden uzak kötü örneklerle tarif edildiği günlerde, Ali Koç'un bu saygın tavrı ne kadar güzel bir örnek tüm Fenerbahçeliler'e. Cebimize ve gönlümüze koyalım.

Aziz Yıldırım'ın başkanlığa mahkeme süreci sonuna kadar devam edecek olması ve Ali Koç'un sahne alırken Başkan'ın bu kararını destekleyen cümleler sarfetmesi, -süreç kısa sürerse- camia için birlik rüzgarları estirebilir. Zira; bugün şahit olduğumuz açıklamalarla, Fenerbahçeliler'in neredeyse %99'unun hayalindeki başkan olan Ali Koç'un, Fenerbahçe aklanana dek Aziz Yıldırım'ın başkan kalması ve bu yolda şampiyonlukların daha az öneme sahip olduğunu söylemesi, o seslendirdiği için daha fazla destek bulan bir agüman olacaktır şimdi.

Buraya kadar güzel. Ama dilimden düşmez kaygıdır, Fenerbahçe'nin üç 7'yi (Jackpot) bir araya getirememe hastalığı.

Açayım. Temmuz'da ilk duruşma. Kararın Ekim'e ertelendiğini varsayalım ve her şekilde temyiz sürecinin en az 6 ay sürmesi, mahkeme sürecinin en erken 1 yıl içerisinde biteceğini gösteriyor. Karar ne çıkarsa çıksın kongre tarihi de birkaç ay ileri atılacağından, önümüzde yine -yaklaşık- 1,5 yıllık bir süre var. En iyi ihtimalle 1 tüm sezona tesir edecek bir süreç bu. Ki kaygım o da değil.

Aziz Yıldırım'ın hala artı hanesinin kuvvetli olduğunu düşünen ben, son 1 yıldaki hatalarının önceki 16 yıldan fazla ve tahrip edici olduğunu belirtmek zorundayım. Ve doğaldır ki birçok cepheyi kaybetti bu yüzden. Bugünün üzerine yüzünüzü ekşitmek istemem ama, insanlar, bilhassa liderler, süregelen hatalar yapmaya başladıklarında uçağın burnunu kolay kolay yukarı kaldıramazlar. Çünkü ipin ucu bir yerden kaçmıştır ve böylesine egosu yüksek liderler için sıfırdan yol almak zordur. Daha da önemlisi, bilenirler, yanardağ içten yanmaya devam eder ve trendini inkar etmez, nükseder. Ki bugün de şahit olduk ki, Aziz Yıldırım kavga etmekten vazgeçmeyecek. İşte bu yüzden, orta vade için umutlanmış olsam da, kısa vade kaygılarım artarak devam ediyor. Ki bu kaygılar gerçekleşirse, orta vadenin yükü bugünden fazla olacak.

Bugün şirazesi kayıp, Aziz Yıldırım'a saygısızca, iyi birşey yapıyormuşcasına ve hatta bununla gurur duyduğunu ifade ederek küfür edenlerin içinde bile onun *örgütlü* Türk sporuna karşı neleri başardığını inkar eden yok. Ancak her aklın ve her fikrin bir dönemi var. Hiçbir başkan bir kulübü sonsuza dek ileri taşıyamaz. Böyle birşey sözkonusu olmadığı gibi, uzun dönem başkanlık yapan insanların günün şartlarında kısa vade kazanımlar için yaptıkları hatalar, gelişim trendinin tek başına aşağı yönlü kırılma sebebi bile olabilir. Ki biz Aziz Yıldırım'da en çok buna şahit oluyoruz. Türkçesi birikim. Ve artık bir nefes kalan tahammül.

Ali Koç'un da belirttiği gibi; hepimiz -en çok bu sezonki harakirisine- Aziz Yıldırım'a kızsak da, mahkeme süreci hala önemli. Dilerim kaygılarım gerçekleşmez ve minimum hata ile tünelin sonuna gelirken, aklandığımız günleri de görür ve gelecek yıllara umut aşılayan devir teslime tanıklık ederiz. Ama yeri gelmişken bu konudaki düşüncemi de tekrarlamak isterim.

Anayasa Mahkemesi'nden almayı köküne kadar hak ettiğimiz "Adil yargılanmanın ihlali kararı" bir anda ağır cezada "Yeniden yargılama" adı altında *konusuz* bırakıldığında, Ergenekon ve Balyoz'da -geç ve 17/25 Aralık sebebiyle de olsa- teslim edilen hakların bize reva görülmeyeceğini dile getirmiştim. Zira saha içi, saha dışı (Google search: Kalamış, Dereağzı, Fenerbahçe Stadı, Salı pazarı, Kenan Evren Lisesi, Avrupa'nın en büyük marinası) sopaların hala en büyük sigortası kumpas şike davası. Elin oğlu sigortalar konusunda bizim gibi (CAS) müsrif değil ne yazık ki.

Hayra yoralım hayrolsun. Ama her şekilde, maddi manevi, zor günler bekliyor bizi. Ali Koç aday olduğu ilk kongreyi süpürecektir elbette ama mutlaka biliyordur ki, işi hiç kolay olmayacak. Ama en azından bir umudumuz olacak. Olsun.
Devamını oku...

6 Nisan 2015 Pazartesi

Adalet ve anarşi önermesi üzerine: Doğru, adalet sağlanmadı. Ama sor bir bakalım niye?

1372 gün geçmiş 3 Temmuz sabahından bu yana. Yaşananları uzun uzun anlatmaya gerek yok, herkes şahit. Ama tamamen yanlış bir kanaat yerleşti ve üzerinden kuruluyor tüm cümleler, tercümesi, "Adaletin olmadığı/bittiği yerde, anarşi doğar."

İlk kez modern çağın son filozofu Şenol Güneş tarafından dillendirildi bu çarpık söylem. Bakarsanız tespit niteliğinde bir söz ama kullanım amacı Trabzonspor'un 3 Temmuz'da başlamayan Fenerbahçe düşmanlığı ve tezahürü şiddeti meşrulaştırmak olduğu için tehlikeli, zehirli ve maksatlı. Dolayısıyla bu önermeye omuz veren her türlü ima ve söylem, lami cimi yok, 4 Nisan'da çekilen tetikte parmak izi.

Ama şu önermenin de içini açalım bakalım bir. Adalet nasıl sağlanmamış? Kimin hakkını yemiş?

Bir dava düşünün;

  • Amacı, maksadı, faaliyetleri ve sonu malum Özel Yetkili Mahkemelerde görülmüş,
  • Polisi, savcısı, hakimi, medya borazanı; Ergenekon, Balyoz ve türevi davalarla birebir aynı kişiler tarafından oluşmuş,
  • Soruşturmasını yürüten polisler, savcılar "kumpas" iddialarıyla görevden alınmış, tutuklanmış,
  • Tetikçiliğini en önde yapan bir kesim medya(?) mensubu tutuklanmış, yurt dışına kaçmış,
  • Meşhur tapelerde net olan tek şike girişimini Trabzonspor yapmış ama pamuk kadar beyazmış,
  • Fenerbahçe aleyhine kullanılan tapelerin altına polis *şiir* gibi tespitler yazıp UEFA ve Yargıtay kararlarına kadar uzanan fezlekeyi oluşturmuş,
  • Dava süresince Fenerbahçe topyekün linç edilirken, aynı soruşturmadaki Beşiktaş ve Trabzonspor ayrılmış, korunmuş, kutsanmış,
  • Başlangıcından sonuna, her duruşmada ve her kararda anayasal hakları çiğneyen bir hukuk garabeti yaşanmış, [Bknz: Sözde Şike davasında adil yargılanma hakkı nasıl ihlal edildi?]

Ve bir dava düşünün, sonunda;

  • Fenerbahçe'nin son 4 yılda, 2'si direk şampiyonlar ligi grupları olan 3 Avrupa hakkı elinden alınmış,
  • Bu vesileyle somut olarak en az 50 milyon eurosu Trabzonspor ve Galatasaray arasında paylaşılmış,
  • Başkanı ve yöneticileri 1 yıl hapis yatmış,
  • Futbolcu satmış, değer kaybetmiş, bütçesi şaşmış,
  • Fenerbahçe dava ile uğraşırken saha içinde ve dışında batmakta olan Galatasaray sahada ve borsada *işler* çevirip yükünü almış,
  • Devletin tüm kurumları Fenerbahçe'ye adeta düşman olmuş, yaptığı protokolleri yırtıp hakkını gasp etmiş.
  • 3,5 yıl sonra hala, her yerde, atılan çamurları temizlemeye uğraşmış,

Ve tüm bunlar yaşanırken;

  • Trabzonspor davadan yara almadan kurtulmuş. Üstüne Fenerbahçe'nin yerine Şampiyonlar Ligi'ne gitmiş.
  • Beşiktaş davadan yara almadan kurtulmuş. Üstüne çıkmazda olan stad problemleri çözülmüş.
  • Galatasaray davanın tüm ganimetlerini toplamış. 2 şampiyonluk, şampiyonlar ligi, usülsüz sermaye artırımları peşi sıra gelmiş.
Ama adalet bir türlü sağlanamamış. Çünkü onlara göre; Fenerbahçe, işlemediği bir suçtan dolayı küme düşürülmeli ve bu yolla Türk futbol sahnesinden silinmeli, her yıl bir şampiyonluk adayı etrafında birleşip şikenin karekökünü yapan Kutsal İttifak da huzurla pastayı paylaşmalıydı.

Fenerbahçe'nin yara alması için, -dillendirmeselerde- kumpas olduğunu adları gibi bildikleri bir operasyonu desteklediler. Bir yalana körü körüne inanıp, gerçeklere düşman oldular. Kazanın doğurduğuna inandılar da, öldüğüne bir türlü inanamadılar. Fenerbahçe ayağa kalkıp üstüne kupalarla yoluna devam ettikçe kudurdular. Fenerbahçe 3 Temmuz'un maddi manevi tek zarar gören camiası, kulübü iken, elindeki mağduriyeti bile çalıp adalet naraları attılar.

Peşinden de sadece Fenerbahçeliler'in söyleme hakkı olan bir sözü [Adaletin bittiği yerde anarşi başlar.] söyleyip ancak savaşlarda görülen şiddeti meşrulaştırdılar.

Evet, adalet başlamadan bitti. Fenerbahçe'ye karşı, bir lokomotif ve etrafında birleşen koalisyon ile savaş açıldı, linç edildi, ayrımcılığa uğradı, hakkı yendi, geleceği çalındı. Ama arsız hırsız doymadı, hep daha fazlasını istedi, bitmez şımarıklıklarına bir yalanı siper etti.

Peki, ne zamana kadar sürecek? Fenerbahçe *gerçekten* hakkını aramaya karar verdiği ve treni raydan çıkardığı zaman.
Devamını oku...

5 Nisan 2015 Pazar

3 Temmuz'dan 4 Nisan'a: Azmettiriciler


3 Temmuz'da Fenerbahçe armasına, 12 Mayıs'ta taraftarına ve dün, 4 Nisan akşamı futbol takımına *ateş* açtılar. 3 Temmuz'da şike, 12 Mayıs'ta hazımsızlık yalanlarını siper aldılar. 4 Nisan için bir *taş* denemesi yapıldı ve şu anda başları kumda ama elbet bir cin fikirle çıkacaklar ortaya, atak yapacaklar topluca.

3 büyük saldırı, arasında devam eden amansız linç ve entelektüelinden objektifine, çocukluğunun Fenerbahçe kompleksini dışa vurup bu şiddetli ayrımcılığa cevaz ve/veya katkı veren kırk tabaka toplum.

Nefret 3 Temmuz'da başlamadı. Fenerbahçe 100 yıldır Aziz Yıldırım tarafından yönetilmiyor. Emre, Volkan Fenerbahçe tarihi yanında çakıl taşı. Ama nefret baki. Bugün Seba ve Canaydın'lı cümlelere adı geçen Faruk Ilgaz dönemi farklı mıydı sanki?

Tabii ki büyük olmanın bedeli. Fenerbahçe bu doğal *kem göz* ile mücadele edebilir. Ama eşyanın tabiatına aykırı bu kadarı. Arkadan iten, bıçağın ucunu sivriltip daima Fenerbahçe'ye tutulmasını sağlayan birileri var. Karşısında devamlı yeni cepheler ve yeni kavgalar. Karşılık vermediğinde hasar alan, verdiğinde karşısında yeni cepheler bulan bir günah keçisi, kısır döngü içinde ömründen tüketiyor.

"Fenerbahçe neden sevilmiyor?" klişesini şöyle yanıtlamıştım az zaman önce:

Her büyük takımın karşılaştığı bu antipati Türkiye'nin 2 numarasına yetmedi. Şehzadeyi sadrazama boğduran şeytan medresesi; mertlik nedir bilmediği, entrika içinde doğduğu için doğrudan karşımıza çıkamadı çok kez. Kulübüyle, medyasıyla yönlendirdiği, manipüle ettiği tetikçileri saldı üstümüze. Trabzonspor bunların uç örneği.

3 Temmuz; bu kara nefret bulutlarının aynı anda ve hep birlikte Fenerbahçe üzerine düşürdüğü yıldırımdı. Yok etmeye çalıştılar. Ama toprak kutsadı.

Linç olanca hızıyla devam ederken 12 Mayıs'ta Cüneyt Çakır'la başlayan senaryo maç bittikten sonra devam etti. Yaşanan şeref dolu bir yılın sonunda Fenerbahçe taraftarı 14 dakika boyunca takımını gurur gözyaşlarıyla alkışlarken, *özel yetkili polis* boş durmuyordu. Orada o anı yaşarken, peşinden farklı açılardan videoları izlerken de emin olduk ki; Cüneyt Çakır'ın yöneteceği maçın sonucunu bilen  özel yetkili polis Kadıköy'e katliam için gelmiş. Bir mucize oldu, Allah korudu, ölen olmadı.

Aralıksız süren linç, Fenerbahçeli olmayan herkesin hevesle girdiği bu nefret girdabı, kendine semboller (Emre, Volkan vs.) bulup hiç kalkmayan bir çığa dönüştü. Fenerbahçe futbol takımına Trabzon'da pusu kuruldu. 40 kişinin canına kast edildi. Bir mucize oldu, Allah korudu, ölen olmadı.

Peki ne yapmalı?

Tezahürü 4 Nisan olan bu zehrin bir panzehire var. Fenerbahçeli olmayanların iliğine işlemiş (işletilmiş) bir algıyı üç günde yok etmek mümkün değil, doğru bir iletişim politikası ve yıllar ister. Bu yüzden yapılacak ilk iş, bu nefret duvarına yeni tuğlalar taşınmasını engellemek.

Peki nasıl?

Fenerbahçe bugünden tezi yok, 4 Nisan'ın *azmettiricilerini* savcılığa şikayet etmeli.

Peki kim bunlar?

3 Temmuz 2011 pazarından beri kamuoyuna açık eylem ve söylemleriyle, Fenerbahçe aleyhinde nefret, ayrımcılık ve linç ateşine odun atmış tüm yazılı, sözlü (radyo), görsel ve sosyal medya tetikçileri ile bazı rakip takım yöneticileri; dün akşam tetiği çekenlerin azmettiricisi olarak savcılığa şikayet edilmeli.

Deliller ortada. Radyoda, televizyonda, gazetede, twitterde; 3,5 yıldır algı operasyonları ile organize çete gibi nefret ekme faaliyetleri gösteren en az 100 kişinin dün akşam ateş alan silahta parmak izleri var. İsimlerini hepimiz biliyoruz, burada anmaya hiç mi hiç gerek yok.

Sonuç önemli değil. Hak ettiği cezaları almayacak hiçbiri. Ama adlarının geçmesi, bu şikayet dilekçesinin bizzat Fenerbahçe Spor Kulübü tarafından adli makamlara verilmesi, yaptıklarının Fenerbahçe ve Türk futbol tarihine yazılması, kayda düşülmesi ve kazınması demek. Ve bence, aslında, çok geç kalmış karşı hareketin ilk adımı olacak bir isyan bu.

Fenerbahçe kendi işini kendi görmeli. Sadece 3 Temmuz'u planlayan ve uygulayanları değil, zehrin atar damarlarını da -önce- tarihe şikayet etmeli. Sonrası sonra. Hele sen bir başla.


Devamını oku...

25 Mart 2015 Çarşamba

Emre'yi savunmaktan korkmak

Emre Belözoğlu. Türk futbol tarihinin en kariyerli futbolcularından biri. Orta sahada yeri dolmayacak, bu yaşında bile hala takımın dinamosu ve kaptanı. Türkiye, Milli Takım, İtalya, İngiltere ve İspanya'da üst düzey takımlarda başarıyla oynamış bir tecrübe. Ve bazı Fenerbahçeliler ile tüm rakiplerinin nefret objesi haline gelmiş agresif bir kişilik.

Öyle veya böyle Emre'nin öznesi olduğu bininci konu bu. Ve bazen sadece bu sebepten peşinen haksız görüldüğü bir mevzu.

Benim takıldığım yer ise Fenerbahçeliler'in "Emre'yi savunmuyorum ama" ile başlayan cümleleri.

Emre'yi sevmiyor, formaya layık bulmuyor veya bir sebepten haksız buluyor olabilirsiniz. En doğal hakkınız. Ama haklıysa, ki burada öyle; neden savunmuyorsunuz, savunmazsınız, bunu anlamıyorum.

İnsanlar hata yapabilir, çocuklarınız da; ama hataları, çocuklarınızı ömür boyu haksız ve savunmasız yapmamalı. Bir de böyle düşünmekte yarar var bence.


Emre'yi anlatmayacağım. Her *yargı* sahibini bağlar, bu saatten sonra fikir değiştirmez, buna da zaman harcanmaz. Emre bu. Herkes için farklı anlam ifade edecek *bu* benim için nedir peki?

Çok ama çok iyi futbolcu. Fenerbahçeli. Zaman zaman öfkesini kontrol edemeyecek kadar agresif. Ama saha içinde de dışında da birçok kez haklıyken haksız duruma düşen bir cengaver. Şahsen gönül bağım var, zaman zaman kızsam da Emre'yi seviyorum ve bunu göğsümü gere gere söylerim.

Konuya gelelim. Türkiye kariyerinde büyük maç kazanamamış, 2 tribünü kapalı, maç içinde şuurunu yitirmiş bir Fenerbahçe'yi *bile* yenemeyen, bu sebeple olumsuz psikolojisini dışa vuran Bilic; Emenike trajedisi yaşanırken Bruno Alves ile tartışıyor. Eller kollar sallanıyor. Herhalde "Allah müstehakını versin Alves" demiyor. Sonra takımın kaptanı Emre -elbette- müdahil oluyor ve basıyor fırçayı. Fuck-off diyor. İster "ha siktir" diye tercüme et, ister "Defol", Bilic'e cevabını veriyor.

İlk düğüm burada. İlk yanlış Bilic ile başlıyor. Sen hangi cüretle rakip takım futbolcuları ile tartışıyorsun ve kaçıncı kez. Ve sahada tüm damarları şişmiş, nabzı 150 atan *erkeklerden*  ne bekliyorsun karşılık olarak? Tiyatro seyircisi olgunluğu mu?

Bilic'in "hasiktir" dediğini görüyoruz aynı kameralarda, dudağını "Fuck off" a götürdüğü an da gayet net ortada. Yani ortada bir küfürleşme var, karşılıklı. Ki burada teknik direktör olan kişinin pozisyonu hatalı. Yanlış yerde olan kişi Bilic.

Devam edelim. Beşiktaşlılar isyan ediyor. Fahişe medya kadraja elbette Emre'yi alıyor. Neden? Geçmişinden. Aynı önyargıyla oluşturdukları kanaatten. Günah keçisi. Tüm kabahatlerin sahibi ve müsebbibi. Bu algı ve yaratanlar ne kadar doğru/dürüst? Ve bu ezber üzerinden gidilen hangi yol gerçekten doğru?

Emre melaike değil. Ama tek küfür eden Emre değil. Meşrulaştırma diyenler önce kendi ezberlerini bozmalı. Küfür etmeyen futbolcu nadir. Radara alınan ve kamuoyunun önüne atılan ise hep Emre. Hiç mi suçu yok? Yahu bazen var bazen yok. Varken var dersin, yokken yok dersin. Hep aynı yanlış. Aziz Yıldırım için de yapılan bu. Ne her yaptığı doğru, ne her yaptığı yanlış. Ama kime anlatacaksın?

Ezber, goygoy, RT, FAV.

Utanmadan BJK TV koridor görüntülerini yayınlamış. Emre, "Bilic anneme sövdü, jebemti majku dedi" diye  isyan ediyor, BJK TV alt yazıyı farklı geçiyor ve bu her kesim tarafından ortaya çıkarılıyor. Yani BJK TV de manipüle etse de Emre'yi haklı çıkarıyor.

Fakat hala "Emre'yi savunmuyorum ama" diye başlayan cümleler okuyoruz.
Buz gibi haklı olduğu bir konuda takımının kaptanını neden savunmuyorsun? Ezber seline aykırı şeyler söylediğin için seni de sindirirler diye mi? Sosyal ortamındaki itibarın için eyyam mı yapıyorsun yani, kısaca.

Haksızken istediğini söyle. Ama haklı işte. Asıl ve gerçek tutarlılık böyle zamanlarda belli olmaz mı? Doğruyken doğru dersin, yanlışken yanlış. Haklıyken haklı, haksızken haksız.

Uzatmayacağım. Söyleyeceğim şeyler aynı.

Özetle: Ben Emre'yi savunuyorum ve Bilic haksız. Korkmayın, siz de söyleyin. Vicdanınız sosyal itibarınızdan önemli unutmayın.

Beşiktaş çıkışıyla zaten ofsayta düştü ve Galatasaray'a 100 yıllık hizmetine devam etti. Her maç hakem katliamı ile Galatasaray'a yenilen adamlar; bu sezon buz gibi iki Fenerbahçe mağlubiyeti için yaygara kopardılar. Açıklaması da tarifi de belli. Size mutluluklar, sözüm kardeşçe.

Devamını oku...

3 Mart 2015 Salı

Aziz Yıldırım, İsmail Kartal, Alper Potuk ve körün gör dediği


Lige yine yeni bir kaosla başladık malum. Sebepleriyle ilgilenmediğim bir sonuçtu yaşananlar ve toz bulutu içinde İsmail Kartal ile devam dedi Aziz Yıldırım. Ve ekledi: "Başarı İsmail Kartal'ın, başarısızlık benim!"

Ben dahil çoğunluk İsmail Kartal'ın gelişinden çok Ersun Yanal'ın gidişine takılı kalmıştı. Yani Ersun Yanal'ın takıma verdiklerine. Her teknik direktörün farklı bir mizacı, yeteneği, eksi ve artısı, kazandırdıkları ve kaybettirdikleri var. Ersun Yanal da dört dörtlük bir hoca ve insan değil. Ama şahsen Aziz Yıldırım konusunda da alt toplama bakan ben, Ersun Yanal'ın katkılarından oldukça memnundum. O yüzden uzun süre serzendim, hayıflandım, huysuzlandım. Ki takım da ritmini bulamamıştı.

Hoca başlıklı eleştirilerde oklar aslında İsmail Kartal'a atılmıyordu. Çünkü birikimi ve tecrübesi ortada birine, böylesine ağır bir sorumluluğun yüklenmesi, ne İsmail Kartal'ın tasarrufu ne de suçuydu. Aziz Yıldırım kadroya güvendi ve -kendince- en az riskli olanı tercih etti.

Şahsen takım yükselişe geçene kadar yaptığım eleştirilerde Aziz Yıldırım ve Ersun Yanal isimleri, İsmail Kartal'dan çoktu. Zira masaya birşey koymak için veriye ihtiyacım vardı. Aziz Yıldırım'ın 17 yılı, Ersun Yanal'ın kariyeri ve Fenerbahçe'deki 1 (bir) yılı ardından elimizde sadece *Acaba Yanal'a mı yoksa Kocaman'a mı meyledecek?* ihtimali ile baş başa kaldık. E haliyle, 4. yıldız savaşlarının olacağı, Avrupa yasağının kalkacağı, mali tasarrufla geçirdiğimiz bir dönemin riske atılmasınaydı bütün tatava.

Yerden göğe haklıydık bence. Yöneticilikten bahsedeceksek eğer; büyük şirketler, ölçemediği riskler almazlar. Uyarlarsak, Fenerbahçe gibi bütçesi, hedefleri, beklentisi büyük bir kulüp, en radikal çıkışını bile planlamalı ve minimum ama mutlaka ölçebileceği riskler almalı. Hele ki kararlar asla ama asla bireysel, anlık ve duygusal olmamalı. Hala bunadır Fenerbahçeliler'in isyanı.

Gelelim İsmail Kartal'ın kendisine. Büyük bir sınav elbette onun için. Ömrü yeşil sahalarda geçmiş bir futbol adamının en ani ve zor görevi. Yukarıda belirttiğim gibi, takım yükselene kadar ki huysuzluğum İsmail Hoca'nın şahsından çok yine yeni dalgalanmamızaydı. Şahsına yönelik bir önyargı ya da peşinen reddeden tavrım olmadı. Yaşananları unutup, onun performansına odaklanmamız için ise 20 hafta geçti. Evet ilk haftalarda yoktu, ama artık elimizde İsmail Kartal'ı da değerlendirecek veriler var. Bu yazıyı da hem bunu ortaya koymak, hem de yıllardır süren, artık körün gör dediği kronik hastalığımızı vitrine koymak için yazıyorum.

Değerlendirmeye, İsmail Hoca göreve geldiğinden beri Twitter'da düştüğüm bazı notlar ile başlamak istiyorum: @noavasblog: İsmail Kartal hakkında

Ve bir özetle devam edip, peşinden detayları paylaşacağım.

Sezona büyük bir kaos ve güvensizlik içinde başladı. Muhtemelen en büyük destekçileri Aziz Yıldırım, Emre ve Volkan'dı. Karakter olarak da olgun bir yapısı varmış ki, bu psikolojik baskının altından kalkmayı başardı. Birkaç kez dili sürçtü. Fenerbahçe teknik direktörünün kurmaması gereken cümleler kullandı. Ama 22. hafta sonunda şöyle paralize oldu, böyle dağıldı diyemeyiz. Ki bu karakteristiği, büyük takımlar için olumsuz bir özellik değil. Büyük yükler ani manevralarla taşınmaz. Ve ama doğru istikamete, planlı bir şekilde gitmek gerekir. Bence temel sorunumuz da bu.

Takım kötü başladı. Gidişat farklı şeylere yoruldu. İsmail Kartal'ı yetersiz bulanlar bir yanda, Ersun Yanal'ın takımı iyi çalıştırmadığını iddia edenler diğer yandaydı. Ben iki tarafta da değildim açıkçası. Ersun Yanal güvenimi kazanmıştı ve İsmail Kartal'ı eleştirmek için henüz çok erkendi.

"Takım kötü başladı" cümlesini açalım. Aslında ilk 4 *büyük* maçı oyunu domine ederek başladı göreve İsmail Kartal. Süper Kupa, Trabzon deplasmanı, peşinden Galatasaray ve Beşiktaş maçlarında sahanın hakimiydi. Ama domine ettiği 4 maçın 3'ünü sonuca taşıyamadı, 1 galibiyet çıkardı. (Penaltılarla aldığımız süper kupayı kazanılmış 90 dakika olarak değerlendirmedim.)

Oturmuş bir kadro yapısı olan; iyi bir kaleci, 2 süper bek, bir Mehmet Topal, bir Alper Potuk'a sahip takımın, Kuyt, Webo, Emre, Meireles, Egemen, Alves gibi tecrübeli ve çalışkan oyuncularla belli bir standartın altına düşmesi zaten beklenemez. Sıkı çalışma, huzur ve güven ortamı, taşları yerinde kullanma ve birkaç küçük detay daha Fenerbahçe'yi zaten potada tutmalı. Öyle de oldu. Birkaç maçta (Örn: Balıkesir) şansın da yardımıyla potada kaldı Fenerbahçe.

Ama akıllar hep geçen yıldaydı. Puan farkıyla Nisan'da gelen şampiyonluk beklentiyi o kadar yükseltmişti ki, taraftarlara 3 puan yetmiyor; kıran, döken, parçalayan bir takım ve güzel futbol bekliyordu herkes.

O da oldu sonra. Önceleri ağırdı, oyun akmıyordu, pozisyona giremiyordu Fenerbahçe. Yavaş yavaş hızlandı, tempo arttı. Ama güzel futbol tam olarak Alper Potuk'un 11'e, sol açığa yerleşmesiyle başladı. Peki Alper Potuk ne yaptı? İfade etmeye çalışacağım. 

Şimdi; futbol görüşüne ve ifadesine güvendiğim birkaç yorumcu ve yazar arkadaşımdan kendileriyle paylaştığım anketi doldurmalarını bekliyorum. Ankette, geçen 22 haftada, her bir hafta için İsmail Kartal'ı aşağıdaki kriterlere göre 1 ile 10 arasında bir değer ile puanlamalarını rica ettim.
  • Doğru kadro
  • Doğru oyun
  • Güzel futbol
  • Doğru hamle
  • Hak edilmiş sonuç (Evet/Hayır)
Futbol görüşlerine değer verdiğim bu kişilerin kim olduğunu, adının geçmesini istemeyenler hariç, paylaşacağım.

Maksadım; doğru kişilerle, doğru ve adil bir performans değerlendirmesi yapmak. Yukarıdaki 5 kriterin analiz sonuçları emin olun oldukça güvenilir bir grafik sunacak bize. Umuyorum kısa sürede paylaşabilirim sizlerle. Olumlu olumsuz bazı şehir efsanelerine son vermesini dilerim.

Konumuza dönelim. Alper Potuk'ta kalmıştık. Neydi 21 yaşındaki yıldızın sırrı?

Kanat ve orta saha özellikleri var. Hücum ve savunmada var. Güçlü. Hızlı. Delici. Bu özellikleriyle yaratıcı. Ve en önemlisi, driblingi var. Oyuncu eksiltebiliyor. Alan açabiliyor.

Böyle çok futbolcu yok. Hele hele Fenerbahçe'de uzun yıllardır yoktu. Son yıllardaki en büyük eksikliğimiz gereğinden fazla statik yapımız. Pas futbolu ve bek bindirmeleri dışında hücum aksiyonumuz neredeyse yok. Özellikle orta saha merkezinde Topal, Selçuk, Meireles, Emre'den 3'ünün oynaması, hücumda verimsiz al-verlerle rakibin savunmaya yerleşmesinden başka bir işe yaramıyor. Alper ise bu kısırlığa isyanın vücut bulmuş, dile gelmiş hali oldu.

Bek kademesini alır, savunma yapar, adam kovalar, çizgiden iner, sol içte adam eksiltir, orta saha yayının önünde her yerde topla birlikte dönüp savunma setini deler. Ve daha neler neler. Hele ki Topal ve Meireles/Emre önünde Diego'yu kullanabildiğimiz maçlarda. Topla dönebilen 2 matkap ile sonuç da aldı/alırdı, zevk de verdi/verirdi Fenerbahçe. Ama birlikte oynadıkları maç sayısı bir elin parmakları kadar ne yazık ki.

Şimdi Alper'den önce Alper'den sonra, ya da başka bir değişle, Alperli - Alpersiz maçları hatırlayalım.

Beşiktaş - Fenerbahçe: 0-2, Alper sol açıkta. Emre, Topal, Meireles orta üçlüsü, Emenike uçta.
Fenerbahçe - Rizespor: 2-1, Alper sol açıkta. Topal, Meireles, Diego orta üçlüsü, Emenike uçta.
Bursaspor - Fenerbahçe: 1-1, Alper sol açıkta, Topal, Meireles, Diego orta üçlüsü, Emenike uçta.
Fenerbahçe - Eskişehirspor: 2-2, Alper, Emre, Meireles ile orta üçlüde. Emenike, Sow, Kuyt 11'de.
Fenerbahçe - Mersin: 1-0, Alper sol açıkta. Emre, Topal, Meireles orta üçlüsü, Sow uçta.
Fenerbahçe - Başakşehir: 2-0, Alper sol açıkta. Emre, Topal, Meireles orta üçlüsü, Sow uçta.
Kasımpaşa - Fenerbahçe: 0-3, Alper sol açıkta. Meireles, Selçuk, Diego orta üçlüde, Emenike uçta.
Karabük - Fenerbahçe: 1-2, Alper sol açıkta. Selçuk, Topal, Diego orta üçlüde, Emenike uçta.
Fenerbahçe - Trabzonspor: 0-0, Alper sol açıkta. Topal, Selçuk, Diego orta üçlüde, Emenike uçta.

Yukarıda yükseliş dönemindeki 10 maç var. Alper bu maçların 9'unda sol açıkta. 7 galibiyet 3 beraberlik alınmış bu dönemde. Orta üçlüde kullanıldığı Eskişehir maçında ise beraberlikle puan kaybı var.

Yükseliş dönemi öncesi Akhisar ve Konya maçlarında da oynuyor Alper, ama orta üçlüde. Galatasaray maçında da sol açıkta oynuyor ve domine ediyoruz oyunu ama sonuç malum.

Bu kadar uzun yoldan ve Alper üzerinden anlatma sebebim körün gör dediğini göstermek. Alper'e övgü de değil amacım. Takımın saha içindeki ihtiyaçları. Alan paylaşımı, tempo, kademe ve *adam eksiltme.*

Aykut Kocaman'ın son sezonu ikinci yarısı ve geçen yıl Ersun Yanal ile oynadığımız ve başarılı olduğumuz 3 forvet sistemi bu sene tıkandı. Sakatlıklar sebebiyle Emre takıma hakim olabilmiş değil. Ve orta üçlü bu sezon sadece savunma tarafını becerebiliyor. Diego birkaç iyi maç çıkarmasına rağmen yeterli şansı bulamadı. Kuyt en kötü haliyle bile sağda ortalama üstü katkı sağlıyor. Sola Sow'u, merkeze Emenike'yi koyduğumuzda da komple sıkışıyor oyun. Maç içinde Emenike ile Sow'un yerlerini değiştirmek de saman alevi parlamalar haricinde net bir katkı sağlamadı. Yani olduramadık geçen yıl ki sistemi. Ki zaten bu yüzden, şunu yazmıştım 10 Aralık'ta: Peki İsmail Kartal'ın planı ne olacak?

Ben bir önermede bulunmuştum. Bu yanlış olabilir. Ama asıl dikkat çekmek istediğim nokta, İsmail Hoca'nın başka (kendi) bir plana ihtiyacı olduğuydu.

Nitekim yükseliş döneminde beklerin ipini saldı ve Alper'i sol açıkta kullandı İsmail Kartal. Orta sahayı genelde güvenli tutmaya çalıştı ama yukarıdaki 10 maçın 5'inde Diego orta üçlüde ve Alper ile birlikte ilk 11'deydi.

Şimdi hatırlayın yükseliş dönemindeki futbolu. 10 maçta Alper tek başına, 5'inde Diego ile birlikte; sol içte, orta saha yayı önünde, toplu-topsuz dönüp atağa devam eden, adam eksilten, bu özelliğiyle rakibi tehdit eden, savunmanın dengesini bozan, devamlı kontra atak oynar gibi tempolu futbolu.

Bir de hatırlayın sezon başı ve son Konya Torku maçını.

Öyle ki; Torku maçı bana farklı birşey düşündürdü. Düşünmüş ve bu yüzden övmüştüm ki, İsmail Kartal doğruyu buldu, bunu işliyor ve takımı yukarı taşıyor. Ama son maç bana doğruyu bilinçli bir şekilde bulmadığını, sakatlık-cezalar nedeniyle mecburi tercihlerin takımı yükselttiğini düşündürdü. Yine de haksızlık etmek istemem. Ama hislerim böyle.

Zira; atağa katılan, delici ve dinamik orta saha ve hücum oyuncuları ile yükselişe geçen takımı son yılların en *statik* 11'i ile oynatmak kendi doğrularını inkar eden bir anlayıştı.

Caner'in olmadığı, Kadlec'in sol bekte stoperlik yaptığı, Alper'in olmadığı Sow'un top almak için orta sahaya kaçtığı, Emenike'nin uçta kara delik yemini ettiği takımda maça Topal, Selçuk, Meireles ile başlamak ve Diego'yu 81. dakikada oyuna sokmak yenilir yutulur bir hata değil.

Gökhan hariç topu önüne alıp 3 metre süremeyecek bir takımla 81 dakika. İlk 11 ve oyuncu değişiklerine takık biri değilimdir ve bu iki konu üzerinden yorumlamam futbolu ama bu öyle bir hataydı ki, oldukça kritik 2 puana mal oldu.

Oyun sıkışır sıkışmaz, ki bu 15 dakikada oldu, Emenike-Kuyt kanatları paylaşabilir, Sow merkeze alınabilir ve arkasında Diego ile takım bir *langırt* tahtası olmaktan çıkarılabilirdi. İstisnasız herkes takımın bu şekilde kazanamayacağının farkındaydı. Ama sanıyorum basireti bağlandı İsmail Hoca'nın. Aslında bu sezon bizzat kendisini en fazla eleştirdiğim maçtı bu. Her 11 tercihine katılmasam da.

Sadede gelelim artık.

3-0 kazandığımız Kasımpaşa maçı sonrası şu tweeti atmıştım.


Yeterli *amin* sayısına ulaşamadığından mıdır:) bilmem, canımızı sakatlıklar yaktı. Bilhassa Alper ve Emre'nin %100 hazır olmadıkları her maç canımız yandı.

Trabzonspor maçındaki -tamamen şansızlık ya da beceriksizlik- eseri puan kaybı, lüzumsuz bir panik yarattı takımda. Akhisar maçının daha ilk yarısında kontrolü kaybettik. Konya deplasmanı ise, 2 beraberlik sonrası *kısır* Balıkesir maçının kopyasıydı. Aşırı güvenli. Ürkek. Ve bu sefer şans gülmedi.

Yani aslında tecrübe ve olgunluğuyla en avantajlı durumda olması gereken Fenerbahçe, puan kayıplarının stresini kaldıramıyor. Burada da en büyük görev İsmail Kartal'a düşüyor. Ama burada İsmail Kartal'ı tek başına ve peşinen suçlamak haksızlık. Aziz Yıldırım'ın otoritesi zaman zaman, özellikle dalgalandığımız dönemlerde ekstra stres ve korkudan kaynaklı özgüven kaybı yaratabiliyor. Şunları söylemiştim bu konuda 3 ay önce: Aziz Yıldırım'ın otoritesi Aynı yerdeyim.

Sonuç olarak;

İsmail Kartal'ın ilk yapması gereken şey yüzünü yıkamak. Kendisi panik yapmamalı ve takımın maçın daha ilk yarısında kontrolü kaybetmesini engellemeli. *Azizsilin* varken zor olduğunu biliyorum ama 70'er dakikalık debelenmeleri kaldıramayız artık.

Peşinden takımın yükselişindeki *doğruları* iyi tespit etmeli Hoca. Ben yukarıda birkaç tanesine ışık tutmaya çalıştım. En önemlisi statik, kısır futbol. Geri dörtlü ve önlerinde Topal varken bu kadar çekinmesine gerek yok. Alper ve Diego'dan en az biri kesinlikle oynamalı artık.

En önemli konulardan biri de gol, bitiricilik. 7 puan kaybettiğimiz 3 maçtan 3 fotoğraf bu sezonun ağlama posteri olmasın. Oynatarak ya da -artık- oynatmayarak rehabilite etmeli Emenike'yi. Sow'la paylaşabilirler dakikaları. Galatasaray maçı da dahil, bence bu sezon artık Sow, Emenike, Kuyt 3'lüsü ile çıkmamalıyız hiçbir maça. O yüzden merkez forvet pozisyonunu iç saha/deplasman durumlarına göre paylaşabilir Sow ile Emenike. Ama artık Alper yoksa bile, gerekirse sol açıkta Diego ile başlamalı. Orta sahadan hücuma tek köprü bek bindirmeleri ve uzun toplar olacak bu şekilde. Ki rakipler ezberledi. Ezcümle; trafik sıkıştı, 3. köprüye ihtiyaç var. Adı Alper Potuk, yoksa Diego.

Pazar günü kazanırsak umutluyum. Özgüven ve ideal 11 ile yeni bir yükseliş trendi izleyebiliriz. Ama orada da daimi uyarı mekanizması görevde. Hakeme takılma, hakemle oynama.

Hak ettiğimiz yerde ve puanda değiliz. Ama hak ettiğimiz yere çıkma şansımız var. Hepsi sahamıza gelecek. Doğrularımızın bekçiliğini yapar ve konsantre olursak *tokmak* hala bizim elimizde.

İnşallah. Maşallah. Amin.


Devamını oku...

12 Şubat 2015 Perşembe

Karga ile tilki

Karga ile tilkinin hikayesini bilmeyen yoktur. Mübalağa etmiş olacağım ama ancak böyle anlatabilirim.

Fenerbahçe maçları öncesi hakeme şaibe bulaştırma yöntemi fevkalade işliyor.

Ünal Aysal, Fenerbahçe maçı öncesi "Cüneyt Çakır şaibelidir." dedi. Fenerbahçe pas geçti. Hakem maça Galatasaray'ın psikolojik *hamlesiyle* çıktı ve maçı -kariyerinde bilmem kaçıncı kez- Galatasaray'a verdi. (Maç Bruno Alves'in harakirisi ile anılıyor ancak ilk yarı oyunu domine ederken penaltı-kırmızı kart güme gitti.)


Daha sonra Fikret Orman aynı yolu denedi. "Gözümüz hakemin üzerinde." dedi, ne hikmetse Fenerbahçe sert karşılık verdi. Beşiktaş'ın hakem üzerindeki psikolojik hamlesi boşa gitti. Fenerbahçe'nin yine domine ettiği ve hakemin ortada yönettiği maçı hak eden kazandı.

Sıra geldi İbrahim Hacıosmanoğlu'na. Artık Trabzon şehrinde bile meczup ilan edilen *fedai* hakemi aradı, tehdit etti, bunu itiraf etti, cirit attı, at oynattı. Fenerbahçe ise tenezzül etmedi, çirkefe bulaşmak istemedi, pas geçti ve *değişmeyen* hakem maça Trabzonspor'un psikolojik hamlesiyle çıktı. Fenerbahçe oyunu yine domine etti, jeneriklik goller kaçırdı ve kara gömlekli bu arada penaltı ile 2. sarıları yedi. (Kaçırdığımız goller ve 3 puan tüm bunlardan farklı bir konu.)

Bakın 3 sıcak, birbirinin kopyası örnek ve sonuçları. Dikkate alıp değerlendirmek gerek bence. Ne yapmak lazımdı peki? Sonuç üzerinden yorumladığımı düşünenler olacaktır ama hayır, yukarıdaki 3 sıcak örnek etrafında söyleyeceğim fikrimi.

Ben olsaydım;

*Fedai* hamlesini yaptığı an, anında, aynısını ve hatta mislini, çirkefe bulaşma, gündemi kirletme ve günah keçisi ilan edilmeyi göze alarak "Bu hakemle çıkmam maça, bu hakeme artık şaibe bulaşmıştır!" derdim. Ki öyle değil mi? Hakem belki değişmezdi, ama maça Trabzonspor'un psikolojik hamlesi ile değil Fenerbahçe'nin nefs-i müdafaasının baskısıyla çıkardı. O telefon görüşmesinin yönetimine etki etmeyeceğini ispatlamak için çalardı düdüklerini. Bu işin psikolojisi.

Özünde ve toplamda ise; yaşanan ve başımıza iş açıp fire verdiğimiz onca vak'adan sonra, ders alıp, refleks ile değil, öncül tedbir ile saha dışındaki maçları kazanmayı bekliyor ve ihtiyaç duyuyor takım ile taraftar.

Böylece takım topunu, taraftar takımı düşünecek ki başarı gelsin. Değilse günün sonunda basarız yine yaygarayı, kendi yarattığımız girdapta boğuluruz sonra. Olmadı mı daha önce?

Sana gündemi kirlet demiyorum, işine bak tabi, ama oldu ya biri bir kılçık attı ortaya. Anında, aynı ve hatta misli ile karşılık vereceksin, rakibin psikolojik hamlesi un olacak, üste çıkacaksın, senin baskını hissedecek herkes. Haklı çıkmayı mı bekliyorsun? Sussan da bağırsan da haksızsın sen, boynundaki ip o, çeyrek asırdır örülmüş kaderin. Ama o da senin kabahatin. "Siktir et medyayı!" demeyeceksin.
Devamını oku...