6 Nisan 2015 Pazartesi

Adalet ve anarşi önermesi üzerine: Doğru, adalet sağlanmadı. Ama sor bir bakalım niye?

1372 gün geçmiş 3 Temmuz sabahından bu yana. Yaşananları uzun uzun anlatmaya gerek yok, herkes şahit. Ama tamamen yanlış bir kanaat yerleşti ve üzerinden kuruluyor tüm cümleler, tercümesi, "Adaletin olmadığı/bittiği yerde, anarşi doğar."

İlk kez modern çağın son filozofu Şenol Güneş tarafından dillendirildi bu çarpık söylem. Bakarsanız tespit niteliğinde bir söz ama kullanım amacı Trabzonspor'un 3 Temmuz'da başlamayan Fenerbahçe düşmanlığı ve tezahürü şiddeti meşrulaştırmak olduğu için tehlikeli, zehirli ve maksatlı. Dolayısıyla bu önermeye omuz veren her türlü ima ve söylem, lami cimi yok, 4 Nisan'da çekilen tetikte parmak izi.

Ama şu önermenin de içini açalım bakalım bir. Adalet nasıl sağlanmamış? Kimin hakkını yemiş?

Bir dava düşünün;

  • Amacı, maksadı, faaliyetleri ve sonu malum Özel Yetkili Mahkemelerde görülmüş,
  • Polisi, savcısı, hakimi, medya borazanı; Ergenekon, Balyoz ve türevi davalarla birebir aynı kişiler tarafından oluşmuş,
  • Soruşturmasını yürüten polisler, savcılar "kumpas" iddialarıyla görevden alınmış, tutuklanmış,
  • Tetikçiliğini en önde yapan bir kesim medya(?) mensubu tutuklanmış, yurt dışına kaçmış,
  • Meşhur tapelerde net olan tek şike girişimini Trabzonspor yapmış ama pamuk kadar beyazmış,
  • Fenerbahçe aleyhine kullanılan tapelerin altına polis *şiir* gibi tespitler yazıp UEFA ve Yargıtay kararlarına kadar uzanan fezlekeyi oluşturmuş,
  • Dava süresince Fenerbahçe topyekün linç edilirken, aynı soruşturmadaki Beşiktaş ve Trabzonspor ayrılmış, korunmuş, kutsanmış,
  • Başlangıcından sonuna, her duruşmada ve her kararda anayasal hakları çiğneyen bir hukuk garabeti yaşanmış, [Bknz: Sözde Şike davasında adil yargılanma hakkı nasıl ihlal edildi?]

Ve bir dava düşünün, sonunda;

  • Fenerbahçe'nin son 4 yılda, 2'si direk şampiyonlar ligi grupları olan 3 Avrupa hakkı elinden alınmış,
  • Bu vesileyle somut olarak en az 50 milyon eurosu Trabzonspor ve Galatasaray arasında paylaşılmış,
  • Başkanı ve yöneticileri 1 yıl hapis yatmış,
  • Futbolcu satmış, değer kaybetmiş, bütçesi şaşmış,
  • Fenerbahçe dava ile uğraşırken saha içinde ve dışında batmakta olan Galatasaray sahada ve borsada *işler* çevirip yükünü almış,
  • Devletin tüm kurumları Fenerbahçe'ye adeta düşman olmuş, yaptığı protokolleri yırtıp hakkını gasp etmiş.
  • 3,5 yıl sonra hala, her yerde, atılan çamurları temizlemeye uğraşmış,

Ve tüm bunlar yaşanırken;

  • Trabzonspor davadan yara almadan kurtulmuş. Üstüne Fenerbahçe'nin yerine Şampiyonlar Ligi'ne gitmiş.
  • Beşiktaş davadan yara almadan kurtulmuş. Üstüne çıkmazda olan stad problemleri çözülmüş.
  • Galatasaray davanın tüm ganimetlerini toplamış. 2 şampiyonluk, şampiyonlar ligi, usülsüz sermaye artırımları peşi sıra gelmiş.
Ama adalet bir türlü sağlanamamış. Çünkü onlara göre; Fenerbahçe, işlemediği bir suçtan dolayı küme düşürülmeli ve bu yolla Türk futbol sahnesinden silinmeli, her yıl bir şampiyonluk adayı etrafında birleşip şikenin karekökünü yapan Kutsal İttifak da huzurla pastayı paylaşmalıydı.

Fenerbahçe'nin yara alması için, -dillendirmeselerde- kumpas olduğunu adları gibi bildikleri bir operasyonu desteklediler. Bir yalana körü körüne inanıp, gerçeklere düşman oldular. Kazanın doğurduğuna inandılar da, öldüğüne bir türlü inanamadılar. Fenerbahçe ayağa kalkıp üstüne kupalarla yoluna devam ettikçe kudurdular. Fenerbahçe 3 Temmuz'un maddi manevi tek zarar gören camiası, kulübü iken, elindeki mağduriyeti bile çalıp adalet naraları attılar.

Peşinden de sadece Fenerbahçeliler'in söyleme hakkı olan bir sözü [Adaletin bittiği yerde anarşi başlar.] söyleyip ancak savaşlarda görülen şiddeti meşrulaştırdılar.

Evet, adalet başlamadan bitti. Fenerbahçe'ye karşı, bir lokomotif ve etrafında birleşen koalisyon ile savaş açıldı, linç edildi, ayrımcılığa uğradı, hakkı yendi, geleceği çalındı. Ama arsız hırsız doymadı, hep daha fazlasını istedi, bitmez şımarıklıklarına bir yalanı siper etti.

Peki, ne zamana kadar sürecek? Fenerbahçe *gerçekten* hakkını aramaya karar verdiği ve treni raydan çıkardığı zaman.
Devamını oku...

5 Nisan 2015 Pazar

3 Temmuz'dan 4 Nisan'a: Azmettiriciler


3 Temmuz'da Fenerbahçe armasına, 12 Mayıs'ta taraftarına ve dün, 4 Nisan akşamı futbol takımına *ateş* açtılar. 3 Temmuz'da şike, 12 Mayıs'ta hazımsızlık yalanlarını siper aldılar. 4 Nisan için bir *taş* denemesi yapıldı ve şu anda başları kumda ama elbet bir cin fikirle çıkacaklar ortaya, atak yapacaklar topluca.

3 büyük saldırı, arasında devam eden amansız linç ve entelektüelinden objektifine, çocukluğunun Fenerbahçe kompleksini dışa vurup bu şiddetli ayrımcılığa cevaz ve/veya katkı veren kırk tabaka toplum.

Nefret 3 Temmuz'da başlamadı. Fenerbahçe 100 yıldır Aziz Yıldırım tarafından yönetilmiyor. Emre, Volkan Fenerbahçe tarihi yanında çakıl taşı. Ama nefret baki. Bugün Seba ve Canaydın'lı cümlelere adı geçen Faruk Ilgaz dönemi farklı mıydı sanki?

Tabii ki büyük olmanın bedeli. Fenerbahçe bu doğal *kem göz* ile mücadele edebilir. Ama eşyanın tabiatına aykırı bu kadarı. Arkadan iten, bıçağın ucunu sivriltip daima Fenerbahçe'ye tutulmasını sağlayan birileri var. Karşısında devamlı yeni cepheler ve yeni kavgalar. Karşılık vermediğinde hasar alan, verdiğinde karşısında yeni cepheler bulan bir günah keçisi, kısır döngü içinde ömründen tüketiyor.

"Fenerbahçe neden sevilmiyor?" klişesini şöyle yanıtlamıştım az zaman önce:

Her büyük takımın karşılaştığı bu antipati Türkiye'nin 2 numarasına yetmedi. Şehzadeyi sadrazama boğduran şeytan medresesi; mertlik nedir bilmediği, entrika içinde doğduğu için doğrudan karşımıza çıkamadı çok kez. Kulübüyle, medyasıyla yönlendirdiği, manipüle ettiği tetikçileri saldı üstümüze. Trabzonspor bunların uç örneği.

3 Temmuz; bu kara nefret bulutlarının aynı anda ve hep birlikte Fenerbahçe üzerine düşürdüğü yıldırımdı. Yok etmeye çalıştılar. Ama toprak kutsadı.

Linç olanca hızıyla devam ederken 12 Mayıs'ta Cüneyt Çakır'la başlayan senaryo maç bittikten sonra devam etti. Yaşanan şeref dolu bir yılın sonunda Fenerbahçe taraftarı 14 dakika boyunca takımını gurur gözyaşlarıyla alkışlarken, *özel yetkili polis* boş durmuyordu. Orada o anı yaşarken, peşinden farklı açılardan videoları izlerken de emin olduk ki; Cüneyt Çakır'ın yöneteceği maçın sonucunu bilen  özel yetkili polis Kadıköy'e katliam için gelmiş. Bir mucize oldu, Allah korudu, ölen olmadı.

Aralıksız süren linç, Fenerbahçeli olmayan herkesin hevesle girdiği bu nefret girdabı, kendine semboller (Emre, Volkan vs.) bulup hiç kalkmayan bir çığa dönüştü. Fenerbahçe futbol takımına Trabzon'da pusu kuruldu. 40 kişinin canına kast edildi. Bir mucize oldu, Allah korudu, ölen olmadı.

Peki ne yapmalı?

Tezahürü 4 Nisan olan bu zehrin bir panzehire var. Fenerbahçeli olmayanların iliğine işlemiş (işletilmiş) bir algıyı üç günde yok etmek mümkün değil, doğru bir iletişim politikası ve yıllar ister. Bu yüzden yapılacak ilk iş, bu nefret duvarına yeni tuğlalar taşınmasını engellemek.

Peki nasıl?

Fenerbahçe bugünden tezi yok, 4 Nisan'ın *azmettiricilerini* savcılığa şikayet etmeli.

Peki kim bunlar?

3 Temmuz 2011 pazarından beri kamuoyuna açık eylem ve söylemleriyle, Fenerbahçe aleyhinde nefret, ayrımcılık ve linç ateşine odun atmış tüm yazılı, sözlü (radyo), görsel ve sosyal medya tetikçileri ile bazı rakip takım yöneticileri; dün akşam tetiği çekenlerin azmettiricisi olarak savcılığa şikayet edilmeli.

Deliller ortada. Radyoda, televizyonda, gazetede, twitterde; 3,5 yıldır algı operasyonları ile organize çete gibi nefret ekme faaliyetleri gösteren en az 100 kişinin dün akşam ateş alan silahta parmak izleri var. İsimlerini hepimiz biliyoruz, burada anmaya hiç mi hiç gerek yok.

Sonuç önemli değil. Hak ettiği cezaları almayacak hiçbiri. Ama adlarının geçmesi, bu şikayet dilekçesinin bizzat Fenerbahçe Spor Kulübü tarafından adli makamlara verilmesi, yaptıklarının Fenerbahçe ve Türk futbol tarihine yazılması, kayda düşülmesi ve kazınması demek. Ve bence, aslında, çok geç kalmış karşı hareketin ilk adımı olacak bir isyan bu.

Fenerbahçe kendi işini kendi görmeli. Sadece 3 Temmuz'u planlayan ve uygulayanları değil, zehrin atar damarlarını da -önce- tarihe şikayet etmeli. Sonrası sonra. Hele sen bir başla.


Devamını oku...