30 Mayıs 2013 Perşembe

Öğretmen ve Mirası



Kötüye bakmaya, kötüyü konuşmaya ve kötüye yormaya meğilliyiz.
Haklı sebepleri olsa da faydasız ve çoğu zaman zararlı bir tutum bu.


Sıcağı sıcağına, tüm veriler masaya gelmeden yapılan her yorum ve tezahürü her sonuç baş ağrıtmaktan öteye gitmeyecek.


Biz öyle yapmayalım.

***

İyilerden, Aykut Kocaman'dan bahsederek başlayalım.
Hakkında düşündüklerimi bu blogu okuyanlar iyi bilir.
O benim öğretmenim.

Onunla çalışmadım hiç, tamamen ayrı dünyaların insanıyız hatta. 
Ancak ondan çok şey öğrendim.

Çok değerli ilkokul öğretmenim Ülkü Sur'a benzetiyorum onu.
Temel eğitim.
Ülkü idi.
Sur gibiydi.

Sosyal hayatıma, iş hayatıma ve en önemlisi yetiştirmekte olduğum evladıma büyük bir miras bıraktı Aykut Kocaman.

Müteşekkirim.

Fakat en büyük mirası üç yıllık teknik direktörlüğü boyunca Fenerbahçe'ye bıraktı.
Kıskanıyorum onunla çalışan futbolcuları, ekibini, malzemecisini.

Kulübe ve futbol takımına, özellikle yerli futbolculara bıraktığı iz, yıllar boyu silinmeyecektir.
O gidebilir, ama felsefesi Fenerbahçe temelinin harcı, çatısının en güçlü tuğlalarıdır artık.

***

Bu sebeptendir ki; bu ayrılık bir trajedi değil.

Aykut Kocaman'dan birşey öğrendiysem, öğrendiysek; gidişine ağlamak, yakıp yıkmak yerine, bıraktığı mirasın Fenerbahçe'yi nerelere götürebileceğini hayal etmeliyiz.

Yeşerttiği düşü sahiplenmeli, peşinden gitmeli ve koyduğu hedeflerin takipçisi olmalıyız.
Soğukkanlı ve sağduyulu kalarak, eğilmeden ısrarla doğrunun peşinden gitmeliyiz.

Dedim ya, bu ayrılık bir trajedi değil.
Yönetim/Başkan ile teknik direktörün geleceğe yönelik fikirleri uyuşmayabilir.
Yolun ortasında olmasındansa, böyle ayrılık makbul hatta.
Zarif, şık bir veda.
Nasıl olduğu hakkında çıkan asılsız rivayetleri unutun bence ve peşinden koşmayı bırakın "O an" ın.

Başkan ile fikir ayrılığına düşen yorgun bir teknik direktörün istifası olarak atın hafızalarınıza.

***

Fenerbahçe Başkanı'nın bir planı olmalı.
Anlık veya teferruatlı.
Yetki ve sorumluluk onda.
Doğrularının getirisi de, yanlışlarının bedeli de onun hanesine.

Fakat biz taraftarların da Fenerbahçe'ye dair fikirleri, hayalleri, hedefleri ve beklentileri var.
Bana göre; bilhassa Löw'de ve Zico'da yaptığı hatayı tekrarlamıştır Başkan.
Tercih onun ama ben bu tercihin yanlış olduğu kanaatindeyim.

Başkan'ın Fenerbahçe ile ilgili tüm tercihleri hakkında başka bir yazı yazacağım bu arada.

***

Dedim ya, Başkan hatalı.
Tekniğine, taktiğine girmeden hem de.
Düpedüz.

Ama madalyonun diğer yüzüne bakmazsak yine eksik kalacak birşeyler.

Bu ayrılık trajedi değil demiştim.
Trajedi; son 1,5 yıldır Fenerbahçe taraftarının Aykut Kocaman'a gördüğü revadır.
Trajedi; Avrupa'nın ilk yarı finalinde adını haykırmamak, defalarca istifaya davet edip, bütün kötülükleri ona yıkmaktır.
Trajedi; evrensel doğruları dile getirmesine rağmen, en aşağılık ve alçak şekilde onunla dalga geçmeye yeltenmektir.
Trajedi; Aykut Kocaman'ın maruz kaldığı mahalle baskısıdır.

Bu sebepten; tetiği çeken Başkan olsa da, azmettiricisi taraftardır.

Aziz Yıldırım'ı Fenerbahçe taraftarının ortalama tavrından ne kadar ayırabiliriz ki?
Aziz Yıldırım dediğin adam; Fenerbahçe taraftarının arzu ve ihtiraslarının tek bedende
vücut bulmus hali.

Taraftar memnun olmadı, Galatasaray şampiyon oldu, taraftar kelle istedi, Zico gitti.
Taraftar memnun olmadı, Galatasaray şampiyon oldu, taraftar kelle istedi, Kocaman gitti.

Senaryo aynı.
Biri çeyrek final, diğeri yarı final oynattı.

Yarın Aziz Yıldırım da gidecek.
Ama Fenerbahçe taraftarının teknik direktör kurban etme ritüeli devam ettiği sürece; toprağı bol olsun Hulusi Kentmen kalksa mezarından, teknik direktör dayandıramazsın asla.

Şampiyon olamayan hocaları kovduğu için eleştirilen Aziz Yıldırım, Aykut Kocaman'ı
kovmadığı için eleştirildi çünkü.

Tek tutarsızlık Başkan'da mı?

Fenerbahçe'nin güzelliği ve doğrularını görmeyen taraftar; Galatasaray'ın pompalanan başarılarına kafayı takıp kendi değerlerini yediği sürece, nesiller boyu aynı vedalar yaşayacak bu kulüp.

Ve Noavas; dün Denizlici, Zicocu, Daumcu, Aykutcu, yarın Yanalcı, bilmemneci olacak.
Plandan ve sistemden yana olduğu için.

***

Tekrar edelim.
Aziz Yıldırım bence yanlış yaptı.
Kongre olur ve yanlışlarının bedelini öder.
Peki taraftar ne zaman yüzleşecek hatalarıyla?
Taraftarlığın kongresi yok ki.

Fenerbahçeliler birbirine "Gördün mü ben haklı çıktım" dediğinde ya da ima ettiğinde, kaybeden Fenerbahçe oluyor, farkındalar mı?
Fenerbahçe kazansa ve hepimiz haksız çıksak keşke.

***

Ezcümle;

Göreceksiniz, vedasında bile ışık saçacak Aykut Kocaman.
Mirası, bu kulübü Avrupa Şampiyonu yapacak.
Felsefesi kardelen gibi filizlenecek.

Ve birgün mutlaka dönecek yuvaya.
Futbolu, belki de Fenerbahçe'yi yönetecek.

***

Ve bir not:

Yeni Fenerbahçe Teknik Direktörü referandumla seçilsin.
Oy verenler taahhüt imzalasın destek vereceklerine, yakıp yıkmayacaklarına.
En az 3 sene.

Çünkü hiçbir teknik direktör her yıl şampiyon yapamaz Fenerbahçe'yi.
Şampiyon olmadığında ise taraftardan başkana senaryo belli.

***

Hoşçakal Öğretmenim.

Bir Öğrencin.


Devamını oku...

Kısır döngü

 

18 Mayıs tarihinde, yeni sezona dair herhangi bir planın konusu henüz edilmemişken şöyle bir yazı yazmış ve beklentilerimi dile getirmiştim. Dün, 29 Mayıs tarihinde, planlar harekete geçmişken tekrar sil baştan yaptık.

-Aykut Kocaman istifa etti.
-Aziz Yıldırım Aykut Kocaman'ı kovdu.
-Aykut Kocaman istifaya zorlandı.
-Aykut Kocaman yorulduğu için bıraktı.


Nasıl istiyorsanız öyle algılayın olan biteni. Kulüpten yapılan açıklamaların bizi aydınlatmak yerine daha fazla soru işaretleri oluşturması ve yapılan yalanlamaların artık inandırıcılığını kaybetmiş olmasının yanı sıra, Aykut Kocaman'ın konu hakkında sadece üstü kapalı 1-2 cümle edeceği düşünülünce de olayın aslını bilmek mümkün olmayacak ve bilgi kirliliği devam edecek.

Blogda birçok konuda bardağın dolu tarafını da vurgulamaya özen gösteriyoruz. Kimseyi incitmeden, kırıp dökmeden, üslubumuza dikkat ederek eleştiriyoruz. Ancak üstüne koymanın mümkün olduğu bir noktada her şey yakılıp yıkılınca bardağın dolu tarafı falan da kalmıyor.

AZİZ YILDIRIM GERİ Mİ DÖNÜYOR?

Kesinlikle dönüyor ama başladığı yere dönüyor. Daha başkanlığının ilk zamanlarında "Löw bizimle kalacak." açıklamasını yapıp sezon sonunda kovan Başkan'ın, "Ben burada olduğum sürece Aykut Hoca görevinin başında olacak." dedikten sonra gitmesine izin vermesi veya göndermesi de tutarlılık adına 15 yılda ne kadar ilerlediğimizi ortaya koyuyor.

2-3 yıldız transferi yapılıp sezon sonunda şampiyon da olursak bunları hatırlayacak mıyız?
Umarım hatırlayacağız.

Çünkü korkunç bir şekilde 90'lardaki Fenerbahçe algısına doğru ilerliyoruz. Aziz Yıldırım'ı takdir ederken, son yıllarda transfer şampiyonu olmak yerine saha içinde iş yapacak oyuncuların transferine yönelmiş olunmasının altını çizerek hakkını veriyorduk. Peki ne oldu da şimdi tekrar eski kafaya döndük?

Yıldız oyuncu gelmesin demiyorum, gelsin tabii ki ama sahada kimsenin adı veya bonservisi oynamıyor. Pahalı oyuncuları doldurup teknik direktörün istekleri hiçe sayılabiliyorsa, göreve gelecek bir sonraki teknik direktör de yine eski zamanlardaki gibi Aziz Yıldırım'ın soyunma odasında boy gösterebileceği bir ortamda çalışacak demektir. Allah yardımcısı olsun.

TEKNİK DİREKTÖR SEÇİMİ VE ÖNÜMÜZDEKİ SEZON

Her kafadan bir ses çıkıyor. Duyumlar, haberler, görüşülenler diye anlatılıyor her yerde "Yeni teknik direktör X" diye. Her kim gelip o koltuğa oturacaksa, içime sinse de sinmese de doğrusuna doğru, yanlışına yanlış demeyi ben kendi adıma sürdürürüm, bu konuda içim rahat. Ancak bu ateşten gömleği giymek hiç kolay değil, dolayısıyla umarım her kim geliyorsa sinirleri sağlamdır ve baskıyı kaldırabiliyordur.

Galatasaray'ın saha içinde dışında rüzgarı arkasına alıp ilerlediği bir noktada Fenerbahçe'nin mutlaka şampiyon olup rakibinin hızını kesmesi gerekiyor. İş sadece bununla da sınırlı değil. Avrupa'da yukarı çekilmiş bir çıta var ve bunun da bir standart haline gelmesi gerek. Yani yeni teknik direktörün sadece lige odaklanıp Avrupa'yı boşverme şansı yok. "Ligi iyi tanıyor, o yüzden kendisiyle anlaştık" diye bir açıklama yapılırsa kısır döngünün içinde kaldığımız apaçık ortaya çıkacaktır. O zaman taraftar da uğuldar, istifa da der ve bunu haklı olarak yapar.

SONUN BAŞLANGICI

Geçen sezon sıkça dile getirilen bir cümle vardı "Aykut Kocaman Aziz Yıldırım'ın önündeki zırh" diye. Şayet denildiği gibiyse Aykut Kocaman'ın ayrılışı bir devrin sonundan ziyade sonun başlangıcı olacaktır. Başarıya ulaşmak şart ve önümüzdeki sezonun Aziz Yıldırım ve yönetimi için son şans olduğu ortada. Dileğim şanslarını iyi kullanıp yerlerini daha aktif ve kendini yenilemeye daha açık bir kadroya bırakmaları.

Çünkü Fenerbahçe taraftarı şu anda içinde bulunduğu durumdan çok daha iyisini hak ediyor...
Devamını oku...

28 Mayıs 2013 Salı

Şampiyonlar Ligi Ön Elemeleri: Fenerbahçe'nin seri başı olma-olamama durumu.




Ligi 2. sırada bitrirerek 2013-14 sezonunda Şampiyonlar Ligi'ne 3. ön eleme turundan katılma hakkı kazandık. Gönül isterdi ki şampiyon bitirip direkt katılım hakkı elde edebilseydik ama mümkün olmadı. 2 ön eleme oynayacak olmak sezonu erken açmak demek olacak yine.

3. ön eleme turundaki katılımcılar Champions route ve Non-Champions route olmak üzere iki farklı gruba ayrılıyor. Türkiye, ülke puanı sayesinde şampiyonu direkt olarak gruplara gönderebildiği için, 2. olan takım da Non-Champions route üzerinden elemelerini oynuyor.

Elemenin bizim katılacağımız kısmı 2 turdan oluşuyor. 3. ön eleme turu ve play-off turu. 3. ön eleme turuna 10 takım katılıyor. 10 takımdan şu anda 8 tanesi belli, geride kalan 2 tanesi de önümüzdeki hafta içerisinde netleşecek. Puanlara göre ilk 5 seri başı olacak. Fenerbahçe'nin 3. ön eleme turunda seri başı olması ise İsviçre liginden gelecek sonuca bağlı. 3. ön eleme turuna katılım hakkı elde eden ve etmesi muhtemel takımlara bir göz atalım.

KATILIMI GARANTİLEMİŞ OLANLAR

1. Olympique Lyonnais 95.800
2. Zenit St. Petersburg 70.766
3. PSV Eindhoven 64.945
4. Metalist Kharkiv 62.451
5. Fenerbahçe 46.400
6. Red Bull Salzburg 28.075
7. Nordsjælland 12.440
8. Zulte Waregem 6.880

Bu 8 takım içerisinde Fenerbahçe 5. sırada. İsviçre ligi ve Yunanistan play-offlarından da gelecek iki takımla 10 takım tamamlanacak. İsviçre ligini 2 maç kala 3 puanla lider olan 59.875 puanlı Basel şampiyon bitirdiği takdirde de Fenerbahçe seri başı olmayı garantileyecek. Lig bu şekilde bittiği takdirde 3. ön eleme turuna da 7.285 puanlı Grasshoppers katılacak. Yunanistan liginden gelebilecek en yüksek puanlı takım 28.800 ile Paok olduğu için, oradan gelen sonuç bu ön eleme kapsamında Fenerbahçe'nin sıralamadaki yerine etki etmeyecek.

Liglerin şimdiki halleriyle biteceğini varsayarsak muhtemel rakiplerimiz Paok, Red Bull Salzburg, Nordsjælland ve Zulte Waregem olacak. Bu maçlar gelene kadar takımın oturmuş olması gerek, zira bu turda kazaya uğramamız gibi bir durum kesinlikle kabul edilebilir değil. İşin yorum kısmını bir kenara bırakıp play-off turuna ve 3. ön elemeyi geçtiğimiz takdirdeki muhtemel rakiplere bakalım.

PLAY-OFF TURU

Bu tura da 5 takım direkt katılma hakkı kazanıyor. 4 takım belli, geriye kalan son takım da hafta sonu belli olacak. 5 takım da 3. ön eleme turundaki eşleşmelerden gelecek. Direkt katılım hakkı kazanan takımlar da aşağıdaki listede gördükleriniz:

1. Arsenal 113.592
2. Milan 93.829
3. Schalke 04 84.922
4. Paços de Ferreira 12.833

5. takım da La Liga'nın dördüncüsü olacak. Bitime bir maç kala 102.605 puanlı Valencia, 5. sıradaki Real Sociedad'ın 2 puan önünde. Sociedad son 5 yılda Avrupa kupalarında mücadele etmediği için puanı yok. Dolayısıyla 3. ön elemeyi geçip, play-off turunda seri başı olma hayalimiz varsa, Sociedad'ın play-off vizesi almasını ummamız gerekiyor. Son hafta Real Sociedad Riazor deplasmanına Deportivo'ya konuk olurken, Valencia da Sevilla deplasmanına gidecek. Valencia'nın puan kaybı ve Sociedad'ın galibiyeti durumunda da Sociedad play-off vizesi alacak.

FENERBAHÇE VE İHTİMALLER

Müthiş bir bilgi kirliliği oluşmuş durumda etrafta. Fenerbahçe kesin seri başı diye başlıklar atılıyor sağa sola, altına da yarısı doğru, yarısı yanlış haberler yazılıyor. 3. ön elemede seri başı olma durumumuzu yazdım yukarıda. Play-offlardaki durumumuza da bir bakalım:

Play-off turuna direkt katılan ekiplerden üçünün seri başı olacağı kesin. Valencia da dördüncü olma yolunda büyük avantaj sağlamış durumda. Şayet Valencia da play-off'a katılım hakkı kazanırsa, gerisinde kalmamızın kesin olduğu takım sayısı 4 olmuş oluyor.

Bu durumda 3. ön eleme turunda puan olarak bizim üstümüzde yer alan 4 takımın birden elenmesi gerekiyor ki biz seri başı olabilelim. Valencia değil de Real Sociedad geldiği takdirde de 3 takımın elenmesi şart. Yani büyük resme baktığımız durumda play-offlarda seri başı olabilmek adına 3. ön elemede seri başı olamayan takımların sürpriz yapmasını beklemek durumdayız.
Devamını oku...

Güney Galler Derbisi; Swansea v Cardiff

Premier Lig derbileri sever... United v City, Arsenal v Tottenham, Liverpool v Everton, Newcastle v Sunderland ve s. Herkes bu derbileri daha çok sever, izler ama gelecek sezon Premier Lig'de izleyeceğimiz derbi dünyanın en büyük 5. bölgeseler derbilerinden biri. Swansea City v Cardiff City... 


Çok basit... Swansea Cardiff'den nefret eder, Cardiff de Swansea'den. En son derbi 2011 yılında Swansea'nin stadında oynandı ve Cardiff City o maçtan 1-0 galip ayrılmıştı. Gelecek sezondan ilk kez Premier Lig'de kozlarını paylaşacaklar...


Ezeli rakibine nazaran daha başarılı olan Cardiff City 1889 yılında kuruldu. Futbol kulübünün kurulma nedeni o zamanlar moda olan bir sebeple bağlı. Farklı spor dallarında mücadele eden takımlar oyuncularının kış aylarında formda kalması için futbol takımları kuruyorlardı. Cardiff City de bu modaya uyan kulüplerden. İlk yıllarda Riverside A.F.C. olarak bilinen kulüp 1905 yılında Kral VII Edward tarafından Cardiff'e şehir statüsü verilmesi sebebiyle Cardiff City olarak değiştirmek için talepte bulundu ancak yüksek seviyeli liglerde oynamadığı için bu talep reddedildi. İsim değişikliğinde ısrarlı olan kulüp 1907 senesinde Galler Güney Futbol Ligine katıldı ve sonraki yıl ismini resmen Cardiff City olarak değiştirmeyi başardı. 

Kulüp tarihinin en başarılı yılları 1920'li senelere dayanıyor. 1925 ve 1927 senelerinde FA Kupasında final oynayan takım 1927 senesindeki finalde Arsenal'i 1-0 mağlup ederek FA Kupasını müzesine götürdü. Bu kupanın anlamı çok büyük. Çünkü İngiltere dışından FA Kupasını kazanan ilk ve tek takım Cardiff City. Ve bu başarının ezeli rakip Swansea City'nin biraz altda kalmasında büyük rolü var. 

1927 yılında Arsenal'i 1-0 mağlup edip FA Kupasını kazanan Cardiff City kadrosu

1912 yılında kurulan Swansea City kulübünün de kuruluşu ezeli rakibi Cardiff City ile hemen hemen aynı. İlk yıllarda Swansea Town A.F.C. ismiyle rugby liginde boy gösteren kulüp oyuncularının formda kalması için futbol takımı kurar ve hikaye başlar... 

1921 yılında Galler Güney Futbol Liginde boy gösteren takım uzun yıllar Swansea Town ismini kullanıyordu, taki 1969 yılında Swansea'ye şehir statüsü verilene kadar. O yıldan sonra Swansea City olarak anılmaya başlayan kulüp uzun yıllar 1. ve 2. futbol liglerinde oynadı. 2 kez FA Kupasında yarıfinal oynasalar da hala bu kupayı kazanamadılar ve Cardiff hala 1-0 önde... 10 kez de Galler Kupasını müzesine götürmüş. 

Swansea City Anfield'de Bill Shankly'nin Liverpool'unu 1-0 mağlup ettiği gün.
Swansea taraftarlarının yüzü 2000'li yıllarda gülmeye başlamış. Taraftarlar demişken kulübün %20 pay hakkı The Swansea City Supporters Ltd'ye ait... 2005 senesinde yeni Liberty Stadına taşınan kulüp aynı sene 1. Lige yükselmeyi başarmış. Daha sonra kulübün başına geçen Roberto Martinez kıl payı şampiyonluklar kaçırarak takımını Championship'e yükseltememiş. Yine de Swansea'de başarılı sezonlar geçiren ve güzel futbol oynatan Martinez 2009 yılında Wigan'dan gelen teklifi geri çevirmiyor ve takımın başına bu kez Portekizli Paolo Sousa geçiyor. Defansif futbol anlayışına sahip ve tiki taka futbolu oynatan teknik adam çok kısa süre sonra Swansea'den ayrılarak Leicester'in yolunu tutuyor. Şimdiki Liverpool menajeri Brendan Rodgers'in takımın başına geçmesiyle birlikte Swansea City 2010-11 sezonunda play-off oynamaya hakk kazanıyor ve Premier Lig'in yolunu tutuyor. İlk sezonunda gayet iyi performans sergileyen kulüp Man City, Arsenal ve Liverpool kulüplerine kendi evinde kök söktürüyor. 2011-12 sezonunu 11. sırada tamamlayan kulüp Brendan Rodgers'le yollarını ayırıyor ve Michael Laudrup'la yeni heyecana başlıyor. 2012-13 sezonunda da güzel futbolunu sahaya yansıtan Swansea gelecek sezonlar için olumlu sinyaller veriyor. Zaten bu sezon tarihlerinde ilk kez kazandıkları İngiltere Lig Kupası yeni adıyla Capital One Kupasıyla nasıl iyi takım olduklarını kanıtladılar.



Güney Galler Derbisine gelecek olursak en başta belirttiğim gibi dünya futbolunun en büyük 5. bölgesel derbisi oluyor. Öyleki Swansea City - Cardiff City derbileri İngilterede en sert rekabet olarak bilinir. İki takım taraftarları bir birine tarifsiz şekilde nefret eder. İlk kez 7 Eylül 1912 senesinde karşı karşıya gelen takımlar sahadan 1-1 beraberlikle ayrılır. Maçtan sonra taraftarlar arasında çıkan taşlı sopalı kavgada bir çok taraftar hastanelik olur. Diğer derbilerde olduğu gibi bu derbi sonrasında da skordan çok taraftar kavgaları günlerce konuşulan olay oluyor... 20 Ağustos 1938 yılında Swansea Town'un sahasında bir jubile maçı düzenlenir ve maç 3-3 biter. Aslında her iki takım dostluk mesajları vermek için çok büyük çaba harcar. Ancak taraftarlar bu kez de skordan memnun değillerdir ve çok büyük kavga çıkar. Atılan koltuklardan biri Cardiff'li taraftarın kafasına isabet eder ve taraftar aldığı darbe sonucu yaşamını yitirir. O andan sonra başlayan intikam duygusu derbinin tansiyonunu daha da ateşler... Altdaki fotodan belli olduğu gibi ateşi körükleyen sadece taraftarlar değil.  

Swansea City efsaneleri Lee Trundle ve Alan Tate Cardiff City'ye olan "sevgi"lerini gösterirken.
Swansea City'nin Danimarkalı menajeri Michael Laudrup da bu derbiyi sabırsızlıkla bekliyor. El Clasico ve Torino derbilerinde boy gösteren Laudrup, Lazio formasıyla çıktığı Roma derbilerini Güney Galler Derbisine daha çok benzetiyor. 

Gelecek sezon Premier Ligde ilk kez Güney Galler Derbisi izleme fırsatı yakalayacağız. Artık Premier Ligin %10'u Galler futboluna ait.
Devamını oku...

26 Mayıs 2013 Pazar

Öncelik sırasına göre ihtiyaç listesi



Sezon resmen bitti.

Değişen bir çehre.
Kaybedilen lig.
Kazanılan kupa.
Ve Avrupa'da yarı final cepte.

Eksiler, artılar ve gidilecek çok yol var.

Hazır sezon bitmiş, gündem ferahlamışken, öncelik sırasına göre bir ihtiyaç listesi yapalım Fenerbahçemiz için.

Bu sene muhasebe yapmayacağım; zira haramiler çaldıklarıyla 10 yılda gelecekleri noktaya 2 senede geldiler.
Geçmişte bazı hatalı transferlerle maddi kayıplar yaşamış olsak da, o kamburların yükünden de kurtularak, gelecek 2 yılda yapacağımız transferleri bu sezona sığdırmak zorundayız bence.

Biten sezonun zayıf karnı malum idi.
Gelecek sezon lami cimi yok, tüm eksikleri kampa kadar tamamlamalıyız.
Bile bile lades deme devri bitti.
Olmayacak duaya amin deme lüksümüz kalmadı.
Sıfır hata ile oynamak zorundayız.
Sıfır hata.

İhtiyaç listesine gelelim:

Listenin demirbaşları saha dışından:

  1. Strateji ve Algı yönetimi enjekiyonu
  2. Moral, umut ve birliktelik

Saha içi ise elbette daha maliyetli:

Öncelikle temel olarak takımın dribling ve sürat ortalamasını artırmak zorundayız. Kalem kalem bakacak olursak;
  1. Yabancı stoper.
  2. Yabancı stoper.
  3. Santrfor.
  4. Ofansif orta saha.
  5. Sol bek.
Açalım mı?


1- Yabancı Stoper:

Yerli stoperlere saygım var, ancak üst klasmanda bir şekilde hep zayıf karnımız oldular. Yobo'ya emekleri için teşekkür edebiliriz. Ve taş gibi, süratli, rakip forvetleri sindiren, rakibi önde karşılayan, top aldırmayan bir stoperi kadroya katmalıyız.



2- Yabancı Stoper:

Dedim ya, yerli stoperlere saygım var ancak iki kaliteli yabancı stoperden yanayım. Üstelik, oluşacak bu tandemin asgari 40 maç rotasyona tabi tutulmadan ilk 11 oynaması gerektiğini düşünüyorum. 2. yabancı stoperin ilkinden farklı olarak; ayaklarına hakim, topu oyuna iyi sokan, baskı altında topla çıkabilen ve ama mutlaka süratli biri olması gerek.

Elimizdeki maddi imkanlarla; efsane tandemlerimiz Uche-Högh ve Lugano-Edu'dan daha iyisini yapabiliriz. Yapabilmeliyiz.


3- Santrfor:

Webo'dan çok memnunum. Tartışılmaz. Ama tüm sezonu tek başına kaldıramayacağı gibi, kapasitesi sınırlı bir golcü Webo. Ondan iyisine; aynı özveri ve çalışkanlıkta ve ama 3. bölgede pas merkezi olabilecek ve bir kanat oyuncusu kadar olmasa da, dribling yapabilecek oyuncuya ihtiyacımız var ilerde. Al-verleri çok iyi yapmalı, hava hakimiyeti olmalı, kusursuz duvar oynamalı. Oscar Cardozo misal. Kadrodaki oyunculardan Bienvenü gitti, Semih artık ne yazık ki katkı veremiyor. Sow ise futbol takımımızın en önemli 3 oyuncusundan biri olsa da, mevcut formasyonda ilerde tek başına götüremiyor. Zaten o yüzden tahtaya sol forvet yazılıp serbest oynadığında daha çok katkısı oldu takıma.


4- Ofansif orta saha:

Alex ve benzeri oyuncuların savunma tarafını, Cristian ve benzeri oyuncuların ise hücum tarafını beceremedikleri mevki. 3'lünün ortası, forvetin arkası orta saha oyuncusu. O alınsın manasında söylemiyorum ama bir Draxler, bir Belhanda tipinde, hücumun lokomotifi, savunmanın değişmez bir parçası olan, tempolu, driblingi ve pas yeteneği olan tempolu bir orta saha.

Biten sezonda en büyük eksikliğimiz oyun akışkanlığımızın olmayışı idi. Hoca ne kadar "Kat edin" dese de, kat etmenin doğal versiyonu dribling yeteneği kısıtlı kadro bu konuda büyük sıkıntı çekti.

Oyun aklı, hücum lideri, bitirici pas ve varyetelerin mümessili, bir ofansif orta saha oyuncusuna ihtiyacımız var.


5- Sol bek:

Mevcut durumda Hasan Ali yedeksiz. Ondan iyi yerli oyuncu yok mevkisinde. Kötüsüne de razı gelecek miyiz ki Ziegler'i beğenmedik? O halde iyi bir yabancı almak zorundayız o bölgeye de. Andre Santos'un geri koşanı ve Avrupalısı makbuldür benim için. Ya da Gökhan GÖnül'ün simetriği. Oyun kurucu bir sol bek. Sol kanadı koridor yapabilecek.


Peki ya gidecekler?

İsim isim yazma gereği duymuyorum.
Yukarıdaki ihtiyaçların auta çıkaracağı isimler olacaktır zaten. Ayrıca lafı uzatmaya gerek yok, faydalanamadığımız ve ümit vermeyen her oyuncu ile yollarımızı ayırmalıyız. Fenerbahçe çiftlik değil.
Gelebilecek bonservisler ve maaşlarından açılan bütçe ile ihtiyaçlarımızı ancak karşılayabileceğiz zaten.
Olmayacak duaya amin demeye gerek yok derken bunu kastetmiştim.

Ama öyle toptan temizlik diyorsanız mümkün değil.
Hem sözleşme şartları hem de takımın havasını/harmonisini bozacak tarihi bir yanlış olur.
Biz hiç faydalanamadığımız oyuncularla yollarımızı ayırıp, yerlerine katkı alabileceğimiz özellikte oyuncular koyalım yeter.


Cristian?

Taktınız adama taktınız:)
Ama haklısınız.
Ayrıldığımız nokta, gitmesi şart değil.
İdeal 11'in figürü olmasın yeter. Zira rotasyon için harika bir oyuncu.
Orta sahadaki 3 pozisyonda da oynayabilmesi büyük artı.
Rotasyon günlerinde 2. takımın asıl figürü olabilir pekala.
Hem Türkiye ve Avrupa'da takım içi kazandığı raputasyonu göz ardı etmeyin bu kadar.

Ondan iyisi mutlaka alınsın ama kalmasına bu kadar laf edilmesin tarafındayım.


Gökhan'ın sakatlığı?

Orhan gitti, sağ bekin yedeği Mehmet Topuz oldu. Ben çok güveniyorum. Zaaflarını giderecektir.


Yabancı sayısı?

Faydalanamadığımız oyuncular giderse bu bahis kendiliğinden ortadan kalkar.


Sol açık/forvet?

Sow ve Caner yeter bence. Ama belki her 2 kanatta oynayabilecek biri alınabilir denk gelirse.


Alper transferi?

Haramiler için puzzle'ın son parçası, bizim en ihtiyaç duyduğumuz oyuncu tipiydi Alper.
Tempolu, atletik, diriblingi olan, kısa mesafe pas alışverişleri başarılı, genç ve yerli.
Şimdi Topal, Emre, Salih, Alper gibi bir yerli orta saha rotasyonumuz var. O bölgenin 7'ye tamamlanması gerek bence. Gördünüz, tarihimizin ilk yarı finaline orta sahada Selçuk-Cristian-Salih ile balamak zorunda kaldık sakatlık/cezalardan ötürü.

Şimdilik bu kadar.
Ha, hazırlık kampına bu sezon da yetişmeyecekse transferler, hiçbirini istemiyorum şahsen.
Durum bu.
İşte eyle.


Devamını oku...

25 Mayıs 2013 Cumartesi

KİTAP: Evladıma Miras Bu Sevda



Sevgili Bozkurt Yılmaz ve Dilek Neşe Açıker'in birlikte kaleme aldığı kitap: Evladıma Miras bu Sevda.

Son yıllarda yaşadığımız iyi ve kötü günleri, içinde benim de bulunduğum Fenerbahçeliler'in kendi hikayelerinden okuma fırsatı.

Harika notlar, muazzam bir derleme.
Herşeyden önce taze ve leziz bir fikir.
Hikayalerimiz.

Israrla tavsiye ederim.
Kitabı internetten sipariş etmek için TIKLAYINIZ!

Sevgili Bozkurt Yılmaz ve Dilek Neşe Açıker'in Noavas Blog'a ilettiği imza notu ise aşağıda:


Yüzden fazla Fenerbahçelinin emeğiyle “Evladıma Miras Bu Sevda” adında sarı lacivert bir kitap yazdık. Yüzden fazla kişinin emeğinde ve hikâyelerinde milyonlarcasının duygusu, yaşanmışlığı var. “Bunu ben de yaşamıştım” dedirtecek kadar yakın, çok uzaklarda olsan da büyük bir özlemle sevip, özleyecek kadar hüzünlü, en suratsızı güldürecek kadar hınzır ama her şeyden öte gurur veren sarı lacivert anılar topladık ve geleceğe not düştük.

Notta “çok sevdik, gururla sevdik, daima sevdik”  yazıyor.

Evladıma Miras Bu Sevda

BKY, DNA


Bozkurt Yılmaz ve Dilek Neşe Açıker'e sonsuz teşekkürler.
Nesilden nesile, yeni hikayelerini okumak dileğiyle.

Devamını oku...

Bir kez daha teşekkürler 1907 UNİFEB!



Daha önce teşekkür etmiştik gösterdikleri teveccüh için: Teşekkürler 1907 UNİFEB!

Bugün; sağolsun, 1907 UNİFEB Kurumsal İletişim'den Abdurrahman Bey layık gördükleri ödülü bir plaket takdim etti.

Fenerbahçeli ve üniversiteli gençler tarafından böyle bir ödüle layık görülmenin gururu tarif edilemez.
Kendilerine ve Noavas Blog'u takip eden tüm okuyuculara sonsuz teşekkürler.

İyi ki varsınız.




Devamını oku...

YETER!


Ben, Aykut Kocaman'a ve masaya getirdiği projeye inanıyorum.
Sen inanmıyor olabilirsin.

Ben, futbolculuğundan beri Aykut Kocaman hayranıyım.
Sen olmayabilirsin.

Aykut Kocaman iyi ya da kötü teknik direktör olabilir.
Gerçeği değiştirmez, sen istediğini düşünebilirsin.

Ben Aykut Kocaman'a ve masaya getirdiği projeye inanıyorum.
Peki ben kimim?

30'lu yaşlarda, evli, bir oğlu olan, hayatını sabah 8 akşam 6 mesaisini özel bir şirkete satarak kazanan sıradan bir vatandaş, tutkulu bir Fenerbahçeliyim.
Muhtemelen sen de öylesin.

Futbolcuları da, Hoca'yı da eleştirebilirsin.
Onları beğenmeyebilirsin, takımında görmek istemeyebilirsin.

Bunlar bir taraftar olarak hakkın.

Ama işte herkesin bir Fenerbahçesi var ya; ben de tam tersini isteyebilirim.
Hakkım.

Sen bardağın dolu taraflarını görmezden gelirsin.
Ben "Bardak hiç mi dolu değil" derim.

Sen "Vasatı vasat beğenir." dersin.
Ben de artık dayanamaz, haddini bilmez bu kibirli söze "Benim suçum ne?" derim.

Ortada bir kamp olduğu doğru.
Ama ben herhangi bir kampa mensup değilim.
Ben Aykut Kocaman'a ve masaya getirdiği projeye inanıyorum sadece.
Ve bu, kimseyi karşıma almamı gerektirmiyor.

Ki öyle değil mi?
Sana ya da mensup olduğun kampa "Neden eleştiriyorsunuz?" dedim mi?
Veya seninle ya da mensup olduğun kampla dalga geçtim mi?
Benim ağzımdan/kalemimden "Sen hainsin!" ya da türevi söylemlere şahit oldun mu?
Fenerbahçeliliğini sorguladım mı hiç?

Hayır.

Peki bana neden tüm bunları yapmışım gibi davranıyorsun?

Fikir yürüttüm, argüman sundum sadece, kendimce.

Kendi doğrularımı paylaştım kendime ait bir blogda.
Aykut Kocaman'a ve masaya getirdiği projeye inandığım için.

Öyle bir saçmaladın ki;
Aykut Kocaman'a inandığım ve savunduğum için hala teknik direktörümüz olduğunu sanıyor ve beni bunun için suçluyorsun. Fenerbahçe'ye zarar verdiğimi, büyük Fenerbahçe taraftarını kandırdığımı iddia ediyorsun.
Aklını tamamen yitirdin;
Aykut Kocaman'ın veya yönetimin adamı diyor, akıl almaz sözlerle yaftalıyorsun.

Ne kadar kolay.
Bedava.

Peki benden şu yukarıdaki münasebetsiz söylemlere aynı ton ve renkle yanıt aldın mı hiç?
Benden ama.
Seninle ve senin gibi düşünen birçok arkadaş ile sağlıklı/seviyeli ilişki kurmaya çalıştım.
Meramımı ifade etmeye, bildiklerimi somut bir şekilde anlatmaya çabaladım.

Katılmayabilirsin.
Ama sen kim oluyorsun da beni yaftalıyorsun?

Aykut Kocaman hakkında tek bir olumlu cümle görmeye tahammül edemeyecek hale mi geldin?

Sözün Allah kelamı mıdır ki; Aykut Kocaman oturduğu koltuğu hak etmeyen bir futbol adamı olsun.
Sözün Allah kelamı mıdır ki; ben Aykut Kocaman'a güvenmeyim ve doğrularını yazmayım?
Sözün Allah kelamı mıdır ki; Aykut Kocaman hakkında olumlu görüş bildirenler Fenerbahçe'ye zarar veriyor?

Ki beni kimse ilgilendirmiyor.
Tamamen kendimle ilgili yazıyorum bu yazıyı.
Ben; tartışmasız herkesin kişilik haklarıne ve fikirlerine saygı duydum.
Birkaç kendini bilmez ile; pişman olacağımı bile bile, o da artık kendi küçük akıllarınca benimle dalga geçtikleri için, medenice uyarmama rağmen, tartıştım sadece.
Ama Hoca'yı eleştirdikleri ya da akıllarınca onunla dalga geçtikleri için değil.
Savunduğum, inandığım şeyleri çarpıtıp, egzajere ederek benimle dalga geçmeye çalıştıkları için.

Ben herhangi bir kampa mensup değilim.
Peki sen beni neden bir kampa sürükleyip yıpratma çabası içerisindesin?
Aykut Kocaman'a ve masaya getirdiği projeye inandığım için mi?

Kime, ne söylersen söyle, umrumda değil.
Ben; yaptıklarımdan ve söylediklerimden mesulum sadece.
Varsa; bir kampın, sana ya da seninle aynı fikirde olanlara yaptıklarını bana mâl edip cevap verme.
Benim söylemediğim, benim yazmadığım repliklerle tiyatro oynama.

Futbol görüşüm.
Kendimi bildim bileli izlediğim futbol ve Fenerbahçe tarihi tecrübeleri görüşlerimin temelini oluşturuyor.

Kimse benim gibi düşünmek zorunda değil.
Hatta okumak zorunda da değil.

Ben Aykut Kocaman'ın büyük resimde başarılı olduğunu ve Fenerbahçe'nin geleceğinde adının altın harflerle yazılı olacağına inanıyorum.

Ben de televizyondan ya da tribünden izliyorum.
Ben de; sadece Fenerbahçe taraftar kartı olan sade bir Fenerbahçeliyim.
Senin gibi.

Kimsenin propaganda aleti ya da halkla ilişkiler sorumlusu değilim.
Bu konuda şüphen, yargın ya da tereddütlerin varsa onlarla yaşamaya devam et.
Çünkü ben bildiklerimi yazmaya devam edeceğim.

Ama bu sondu.
Son dikkate alışım ve son cevabım.

Ben de, Aykut Kocaman gibi, bildiğim yolda yürümeye devam edeceğim.
Yolun sonunu ise hep beraber göreceğiz.

Bu sondu.

Devamını oku...

23 Mayıs 2013 Perşembe

Üçleme | Teknik Direktör: Aykut Kocaman



Mühendis.
Devrimci.
Modernist.

Futbolda modern çağı kovalayan, doğruların peşini ne pahasına olursa olsun bırakmayan, sabır ve itina ile bir temel kuran devrimci bir teknik direktör Aykut Kocaman.
Hayalleri ve hedefleri olan, 
Koyduğu çıtaya ulaşmak için yeşil sahayı ilmek ilmek işleyen, 
Evrensel doğruları kulübüne modelleyen ve büyük bir kararlılıkla uygulayan,
Günlük başarılarla yetinmeyen,
Geleceğe bir tohum atmadan huzur bulamayan,
Gelişen, geliştiren,
Herhangi günlük bir amaca değil, kulübünün futbol geleceğine yatırım yapan,
Geçici başarılan için kısa yollar aramak yerine, kalıcı başarılar için uzun yollardan korkmayan,
Çalışkan, adil, dürüst,
Hırslı ama zehir saçan ihtirastan yoksun,
Gururlu ama dağları yarattığını sanan egodan arınmış,
Kendine güvenen ama kibirle rakibi küçümsemeyen,
Eleştiriye açık, "sözün" sahibine saygılı, medeni,
Yaptıklarını modern pazarlama yöntemleriyle değil, başarılarıyla göstermek isteyen.
Sorumlu, güvenilir, sağduyulu,
Başarılı, bilgili, düşünen, yazan, okuyan bir teknik direktör Aykut Kocaman.

Devamını oku...

Üçleme | Lider: Aykut Kocaman




Liderliği ile ilgili söylenecekler futbolculuk yıllarından başlar Aykut Kocaman'ın.
O zaman bile aykırı, bu düzenin adamı olmadığı her halinden belli olan, ağızlarda apayrı bir tad bırakan, başka, bambaşka biriydi Aykut Kocaman.
Ama biz daha çok Fenerbahçe teknik direktörlüğü döneminde şahit olduk bu vasfına.
Her hal ve şartta soğukkanlı.
İyi günde, kötü günde saygılı ve ama kararlı.
Kimi zaman konuşarak, kimi zaman susarak camiasına ve kamuoyuna mesaj ileten.
Futbolcusuna, ekibine, rakibine, medya görevlilerine ve futbolun içindeki tüm unsurlara içten bir saygıyla bakan ve değer veren.
İnandığı yolda kararlı adımlarla yürüyen ve bildiğinden şaşmayan.
Zor günde sorumluluk alan ve yükü sırtlayan.
En zor günde hiç düşünmeden ateşin içine atlayan.
Günlük düşünmeyen, ne pahasına olursa olsun doğrunun peşinden koşan.
Çalışkan, adil, sorumlu, yürekli ve disiplinli.
Suni değil doğal.
Şovmen değil özden.
Kıyıdan değil göbekten.
Takip edilen, özlenen, beklenen.
Gerçek bir lider Aykut Kocaman.

Devamını oku...

Üçleme | İnsan: Aykut Kocaman




Tarif etmek zor böyle bir insanı.
Koparıldığı bahçesine zeval gelmesin diye 16 yıl boyunca ağzını açmayan bir çiçek.
Futbolculuğunda, teknik adamlığında; evde, işte, sokakta hayran olunan bir adam.
Tokalaştığı, gözlerinin içine baktığı, iki çift kelam ettiği her insanda derin bir saygı uyandıran.
Doğruluktan şaşmayan, dürüstlükten korkmayan.
Özü sözü bir.
Gönül gözü açık.
İhtirastan arınmış.
Tevazuyu erdem bilmiş.
Baba.
Hoca.
Oğul.
Ağabey.
Dürüst, ahlaklı, terbiyeli, medeni.
Entelektüel, merhametli, romantik.
Büyük bir insan, dev bir adam.
Aykut Kocaman.

Devamını oku...

21 Mayıs 2013 Salı

Bir sonraki Premier Ligin neden çok daha iyi olacağının nedenleri

Premier Lig 2012/13 sezonu bitti ve açık konuşmak gerekirse futbol adına hiç iyi bir sezon olmadı. 2011/12 sezonunda son saniyeye kadar kovalanan şampiyonluk bu kez Manchester United'ın 20. şampiyonluğu kazanmak ve geçen sezon yaşanan hezimeti unutmak için sergilediği performans ve ligin zirvesine demir atması ligin heyecanını kaçırdı desek yanlış olmaz. 

Ligi ilk 6 sırada bitiren 3 takım gelecek sezon yeni teknik direktörlerle çalışacak. United Moyes, Chelsea büyük ihtimalle Real Madrid'den ayrılan Mourinho ile yola devam edecek. 'Manchester'in şeyhleri'yse daha kararını vermedi. 

Sir Alex emekli oldu - Efsane birinin ayrılması her zaman üzücüdür. Bu ayrılık kendisiyle güvensizlik ve şüphe getirebilir. 27 yıl ve kazanılan 13 şampiyonluk sonrasında Fergie'nin yerine geçen Moyes sadece ikinci küme takımı Preston North End ile 2000 yılında şampiyonluk yaşamış. Böylesine başarılı ve büyük bir kulübün teknik patronu olmak hiç kolay olmayacak gibi... Bazı taraftarlar şimdiden Moyes başarısız olursa Ferguson yeniden işin başına geçecektir fikrine kapılmış.


Jose Mourinho'nun dönüşü - Büyük teknik direktör aynı zamanda da büyük egoya sahip Jose Chelsea taraftarlarını fazla üzmeyecek gibi. Her maç Benitez aleyhine tezahürat yapan taraftarlar sonunda istediklerine ulaştı diyebiliriz. Artık İspanyada sezonun bitmesini dört gözle bekleyen Mourinho Londra yolcusu... Madrid'de geçirdiği 3 yıl boyunca başarıya aç kalan Jose bu açlığını Premier Lig'de yatıştırmak için çok çaba harcayacak. Yaptığı son açıklama bunu doğruluyor: "Bu sezon benim kariyerimin en berbat sezonuydu. Çünki hiç bir şey kazanamadım..."

Man City yine değişim içerisinde - 47 yıl sonra Mancini ile lig şampiyonluğu yaşayan City geride bıraktığımız sezon rahatlamış haldeydi. Ve bu rahatlama çok pahalıya patladı. Galibiyetsiz ve 4. sırada bitirilen Şampiyonlar Ligi grubu, ezeli rakip Manchester United'in hem futbol, hem de puan olarak gerisinde bitirilen Premier Lig ve FA Kupası finalinde son saniyede yenilen golle kupayı küme düşen Wigan'a kaptırmak korku filmi gibi geçen bir sezonun özeti gibiydi. Mancini kovuldu ve yeni teknik direktör arayışlarına başlandı... Umarız yeni gelen teknik direktör daha heyecan verici futbol oynatır ve paraları dışarı atmaz.


Wayne Rooney - Takımdan ayrılmak isteyen Wayne belki bu kez de fikrini değiştirip takımda kalır ve yeniden neler yapa bileceğini taraftarlara ispatlar. Belki de yeni bir heyecan yaşamak için ayrılır. Yeni teknik direktörü Moyes'le eskiden yaşadığı problemler ve Ferguson'un veda maçında bile kadroda olmaması ayrılık sinyallerinin habercisi...

Brendan Rodgers'in Liverpool'da ve Villas-Boas'ın Spurs'da 2. sezonu - Swansea döneminde oynattığı göze hoş gelen futbolu bir türlü Liverpool'da tutturamayan Rodgers Liverpool'da 2. sezonuna hazırlanıyor. Ligi ezeli rakibi Everton'un altında bitirdiler ve gelecek sezon Avrupada yoklar. Gelecek sezon için hedeflerinin sadece Premier Lig ve FA Cup olması, sezon ortasında yapılan Sturridge ve Coutinho transferleri Liverpool'luları az da olsa heyecanlandırıyor. Ancak Everton'dan ayrılıp diğer ezeli rakibe geçen Moyes'in yerine ligin en iyi teknik direktörlerinden Roberto Martinez gelebilir. İşleri hala kolay olmayacak gibi... 

Premier Lig tarihinde Tottenham'a en iyi puan toplamasında yardımcı olan Andre Villas-Boas yaşlı kurt Wenger'in 1 puan arkasında kalıp Şampiyonlar Ligine gidemedi. Gareth Bale ile güzel sezon geçiren Tottenham gelecek için bir kaç kararlar almak zorunda. Villas-Boas bir kaç oyuncu ile yolları ayırıp yeniliklerle takımı daha da geliştirebilir...


Luiz Suarez - 'Isırgan futbolcu'nun Liverpool kariyeri meçhul. Avrupada başarılı olan ve şampiyonluğa oynayan bir kulüpte oynamak istediği söylentileri var. Liverpool'a geldiğinden beri başı beladan kurtulmuyor. Evra ile yaşadıkları ve geçtiğimiz sezon Ivanovic'in kolunu ısırması bardağı taşıran son noktaydı adeta. Ancak çok sayıda Liverpool taraftarı ayrılmasını istemiyor. Eğer takımda kalırsa gelecek sezon bolca Mourinho ile bir birlerini ısıra bilirler. 


Güney Galler derbisi - Cardiff City takımının Premier Lig'e yükselmesiyle ligde Gallilerin sayı ikiye yükseldi. Ligde tecrübe toplayan Swansea City ezeli rakibini bekliyor... 1912 yılında beri devam eden derbinin bu sezon tadını çıkaracağız. Önümüzdeki günlerde bu derbinin tarihçesini sizlere sunacağım...
Devamını oku...

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Rakamlarla David Beckham

İngilizlerin gururu, attığı frikik golleri ile özleşleşen David Beckham emekliliğe ayrıldığını açıkladı ve bu gece PSG - Brest maçıyla yeşil sahalara veda ediyor. Kariyeri boyunca 6 farklı kulüp ve 100'den fazla İngiltere milli forması giyen yıldız futbolcu için BBC ve OPTA harika bir çalışma yapmış...

David Beckham'ın kulüp ve milli takım performansları:


Ve kazandığı kupalar... Hiç kuşkusuz kariyeri boyunca en iyi sezonlarını Manchester United'da geçirdi. Ferguson'un genç jenerasyonunda yıldızlaşan futbolcu bu dönemde 6 lig, 1 Şampiyonlar Ligi, 2 FA Kupası, 4 Community Shield ve 1 kez de Kıtalararası Kupa şampiyonluğu yaşadı. 


Uzun Man United kariyerinde hiç kırmızı kart görmeyen Beckham kısacık PSG kariyerine bir kırmızı kart sığdırmış, ilginç...


Beckham dedikte ilk aklımıza gelen şey attığı frikik golleri ve tabi ki saç stilleri. İşte karşınızda 1992 senesinden 2013 yılına kadar David Beckham'ın saç stilleri. Bir çoğumuz çocukken berbere gidip aynı saç stiline sahip olmayı isterdik. Saç stilimiz benzemediğinde mahalle maçlarına çıkar onun gibi vuruşlar yapıp kendimizi avuturduk... 


David Beckham sadece bir futbolcu değil aynı zamanda bir marka. Adidas, Pepsi ve bir çok markaların yüzü olan Beckham muazzam gelir ve mülke sahip.

Devamını oku...

Hayallerden hedeflere




Twitter'da sordum: "Sizce Fenerbahçe'nin hedefleri mi büyük, yoksa hayalleri mi? Veya hayal kurmadan hedeflere yürünmez mi diyorsunuz?" diye. Gelen cevapları toparlayıp bir şeyler anlatmak da 140 karakterde pek mümkün olmayacaktı, geldik bloga.

Tartışmasız bir şekilde Türkiye'de en büyük potansiyele sahip spor kulübü Fenerbahçe.
Spor kulübü olmasıyla övünüyoruz her şart altında.
Ancak bir gerçek var ki, o da futbolun değil Türkiye'de, dünyadaki en popüler spor olduğu.
Dolayısıyla da futbolda başarı her şeyin önüne geçiyor. Normal bir durum bu.

Peki bizim başarı kıstasımız ne?
Aziz Yıldırım döneminde 2009-10 sezonuna kadar şampiyon olamayan teknik direktörün ertesi sezonu (Werner Lorant istisnası dışında) geçiremediği bir kulüpte, başkanın/yönetimin lig şampiyonluğunu başarılı, geri kalan her sonucu başarısız saydığı bir anlayış demek bu.

Bu anlayışın, o zamana kadar tarihin en büyük Avrupa başarısını yaşatan Zico'yu harcadığı hâlâ hafızalarda olsa gerek. Üstelik sonrasında Aragones'le kaybedilen sezon ve 2. Daum dönemi de cabası. İki teknik adam da şampiyon olamadıkları için ertesi sezonu göremediler.

Peki istatistiklere baktığımızda takım başında 3. sezonunu bitirmek üzere olan Aykut Kocaman neler yaptı?

1 lig şampiyonluğu, 2 lig ikinciliği, 1 Türkiye kupası ve 1 Avrupa Ligi yarı finali yazdı sonuç tablosuna. Haftaya futbol şansı da takımın yanında olursa, bir Türkiye kupası daha eklenecek. Peki bundan önce şampiyonluğu kaçıran teknik direktöre kapıyı gösteren zihniyet, nasıl oldu da Aykut Kocaman'a şampiyonluk gelmese de aynısını uygulamadı?

Hemen Aykut Hoca'nın 3 Temmuz sürecindeki liderliği cevabı verilecektir. Doğru da aslına bakarsanız. Aykut Hoca, futbol şubesini tek başına sırtlayıp götürmekle uğraştı 2011-12 sezonunda. Geride bırakmak üzere olduğumuz sezonda da bunun izlerini hem kendisinin, hem de takımın taşıdığını söylemek yanlış olmaz. Çok yüksek konsantrasyonla oynanan maçların yanı sıra sahada ruh gibi gezinilen maçlar da oldu.

Peki ben olaya başka bir tarafından bakmak istiyorum. 3 bölümlü sezon değerlendirmesinde planlamayı eleştirmiş olsam dahi dikkat çekmek istediğim bir nokta var. Aykut Kocaman daha sezonun başlarında Maraton programında Şansal Büyüka'nın konuğu olmuş ve orada Avrupa Ligi için şöyle bir cümle sarfetmişti:

"Gruptan çıkarsak, ilerleyebiliriz."

Üstelik bu cümleyi sarfettiği esnada Avrupa arenasında sadece bir galibiyeti vardı.
Sorayım: Bu cümle hayal miydi, yoksa hedef miydi?
Biz taraftar olarak hayal bile etmiyorken, Aykut Hoca hedef koymuştu.

TRANSFER MESELESİ

Aykut Hoca'nın iyisiyle kötüsüyle birçok transferi oldu. Bazıları beklediğimizin üstünde katkı yaptı, bazılarından neredeyse hiç faydalanamadık, bazılarının ise performansı çok dalgalı oldu. Peki acaba biz Aykut Hoca'nın her istediği oyuncuyu transfer edebildik mi? İşin bir de bu tarafına bakalım. Yani elde HazardLewandowski ve Mangala gibi üç örnek var, Aykut Hoca'nın istediği ama bizim alamadığımız. Tercih ettikleri takımları görünce de alamamamız normal görünüyor zaten.

Eğer koyduğumuz hedeflere ulaşmak istiyorsak, yönetimin bu sefer küçük hesaplar yapmadan, Aykut Hoca kimi istiyorsa getirmesi gerekiyor. Sezon değerlendirmesinde "Yönetimin görevi, teknik ekibin ve oyuncuların rahat çalışmasını sağlamak." demiştim. Başlangıç noktasının da transfer olduğu gün gibi ortada. Doğru transfer zamanında gelirse, bununla bağlantılı olarak sezon planlaması da istenildiği gibi yapılabilecektir.





HAYALLER VE HEDEFLER

Sık sık taraftar olarak kendimize olmadık misyonlar yüklediğimiz hissine kapılıyorum. Biz bu renklere gönül verenler olarak başarıyı hayal ederiz, isteriz zaten. Hedefi koyması ve uygulaması gereken ise yönetim ve teknik ekiptir. Koyulan hedefi veya uygulamayı beğenmediği anda taraftarın da bunu protesto etme, hatta istifaya davet etme hakkı vardır. Bunu bir kenara koyalım.

Şöyle bir sıkıntı var yalnız; Biz kendi kendimize de hedefler koyar olduk. Bunda geçtiğimiz sezonki yönetim boşluğunun ve taraftarın kulübü sırtlamasının da etkisi büyük. Artık işler normale döndüğüne göre, beğensek de beğenmesek de kulüp başkan ve yönetim tarafından idare ediliyor, saha içine dair kararlar da teknik ekip tarafından alınıyor.

Taraftar olarak biz hayal edeceğiz, isteyeceğiz. yönetim bu doğrultuda hedefi koyacak, teknik ekip de uygulayacak. Gayet basit. Teknik ekibin hayal ettiği, bizim hedef koyduğumuz, yönetimin de uyguladığı herhangi bir şeyin tutma olasılığı mutlaka vardır ama ne kadar sürekliliğe sahip olacağı tartışılır. Veya yönetimin bizi istifaya davet ettiği bir dünya düşünün. İşte öyle bir şey.

İşte bu noktada en başta sorduğum soruya geliyoruz geri. Bence en güzel cevabı sevgili Ozan Cılga (@ozitr) verdi bu soruya:

"Fenerbahçe'nin en büyük sıkıntısı, hayallerinin beklenenden daha kısa bir sürede hedefleri haline dönüşmüş olmasıdır."

Buna da bir karşı argüman geldi. 2008'de CL'de çeyrek finalden sonra EL'de yarı final oynamak için 5 yıl bekledik. 5 yıl kısa bir süre değil diye. Doğru, çok uzun bir süre 5 yıl, ancak iki faktör var direkt bu konuya etki eden.

Birincisi o başarıyı yakalyan Zico'yla sözleşme yenilememiştik. Sonrasında gelenlerle de ne yaptığımız ortada. Oturmuş iskeletin üstüne eklemeler yapacağımıza iskeleti yeni baştan kurmaya çalışmıştık. Dolayısıyla tökezledik ve her darbede hedeflerden uzaklaştık. Koyulan hedefler bir hayal olmaktan öteye gidemedi.

İkincisi de 2010-11 sezonunu şampiyon bitirip, iyi bir kimya yakalamış takımımıza çok da yerinde takviyeler geliyordu. O takım Şampiyonlar ligine gönderilmedi ve dağıldı. Daha alt bütçeli, daha sıkışık bir rotasyonla biz aradan 1 sezon geçince EL'de yarı final gördük. O dağıtılan kadronun neler yapabileceğini siz düşünün.

Bu yüzden hedeflere doğru ilerlerken geçmişte yapılan yanlışlara bir daha düşmemekte fayda var. Tom Kundert'in kaleminden ESPN'in sitesinde yayınlanan ve sevgili Barış Gerçeker'in çevirdiği Benfica yazısında, herkesin futbolunu beğenerek izlediği Benfica'yı bu seviyeye taşıyan Jorge Jesus'ün neden görevde kalması gerektiği anlatılıyor.

Aykut Hoca'nın takımı ne halde alıp nereye getirdiği, elindeki bozulunca yine de bir şekilde tutmayı başardığı, sonrasında da sancılı bir sürece rağmen tekrar çıkardığı seviye ortada. Ha yanlışlar var mı? Mutlaka var, değindik hepsine zaten. Önemli olan yanlışlardan çıkarılan dersler ve bunların nasıl uygulamaya geçirildiği.

Camia olarak sınırsız hayallerimiz ama makul hedeflerimiz olsun. Hedeflere adım adım gidileceğini ve yolda kazalara uğranabileceğini de unutmayalım. En büyük potansiyele sahip camia biziz dedik, değerlendirelim.

Hayal etmek de demiştik değil mi? Herkes hayal edebilir, etmeli de. Çünkü ne demişti Alex de Souza?

"Hayal edebilirseniz, gerçekleştirebilirsiniz."

Artık yapılan hatalardan ders alalım.
Aynı hatalara bir daha düşmeyelim.

Kocaman hayallerimiz gerçeğe dönüşsün.
Devamını oku...

17 Mayıs 2013 Cuma

Fellaini ve gümüş rengi saçları

Everton'un yıldız oyuncusu Fellaini söz verdiği gibi afro saçlarını gümüş rengine boyadı. Hatırlarsanız 3 hafta önce Everton kulübünün resmi hayır kurumunun 25. yılında 25.000 pound bağış hedefine ulaşırsa Fellaini saçlarını gümüş rengine boyayacağına söz vermişti. Ne yazık ki bu uzun sürmeyecek. Lig bittikten sonra saçlar eski haline dönecek.


Everton resmi sitesine açıklama yapan Maroune Fellaini:
- "Bence bu halimle de çok iyi görünüyorum. Bu tek seferlik bir şey ama belki bir gün başka bir renge boyamayı düşünürüm. Mesela Everton için bu mavi renk olabilir!"


Devamını oku...

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Tahrik etmek - Tahrik olmak




Dün bir çocuk öldü.
Maçtan sonra, metrobüs durağında öldürüldü.
Cinayet yani.
Bunu yapan "taraftar".

Yapanı bulup sorsanız bahanesi de hazırdır: "Tahrik etti."
Zaten ülkede herkes her şeyi tahrik olduğu için, sabrı tükendiği için yapmıyor mu?
Evde karısına şiddet uygulayan koca da zıvanadan çıkıyor, çocuğunu boğarak öldüren anne de.

Sokakta kuytu köşede bir kadına 20 kişi tecavüz edenlerin de bahanesi buna benziyor.
"Öyle açık saçık giyinmeseydi. Tahrik olduk."
Yani herkes her şeyden tahrik olup harekete geçme hakkını kendinde görüyor.
Bu öfke neye? Neden bu kadar nefret var ?

Sonu ölümle bittiği için bu kadar duyuldu, konuşuldu Burak'a yapılan kalleşçe saldırı.
Bunun bir de öncesi var ama gel gör ki...

U-17 maçında sahaya girip çocuklara uçan tekme atanlar.
Evine dönerken sadece üstünde başka takımın forması var diye tekerlekli sandalyedeki vatandaşa saldıranlar.
Liste daha uzar gider.
Caydırıcı ceza verildi mi? Hayır.
Aksine başlarını okşadılar, bir daha yapsınlar diye sokağa saldılar tekrar.

Peki bunları yapanların yanına yaptıkları kâr kalınca ne oldu?
Başkaları "ben de yapabilirim" dedi.
Ve yapmaya başladı.
Üstelik o yapanlar da artık yaptıklarının yanına kâr kalmasını bekledi yüzsüzce.

Şiddete kimin engel olmasını beklersiniz?
Devletin.
Bekleyince de "Her şeyi devletten beklemeyin" derler.

Peki devletten beklemeyelim.
Devletin medyası var, polisi var.
Sağduyuyu kim sağlamalı o zaman?
Medya.
Medyadakiler ne yaptılar bunca zaman?
Yangına körükle gittiler. Zamanında "Derbi kanlı mı, kansız mı olacak?" sorusunu sorana en doğru cevabı Burak Yıldırım verebilir sanırım.

Devletin polisi de var dedik.
Peki birbirine giren iki farklı grubu ayırmak değil mi polisin esas görevi?
Yani olması gereken o değil mi aslında?
Polis denince artık aklımıza gelenler biber gazı ve plastik mermi.
Yani bir ülkede polis gördüğünüzde kendinizi güvende hissetmek yerine tedirgin oluyorsanız, o ülkede çok şey yanlış gidiyor demektir.

Devletin polisi kendini her şeyin üstünde görüyor. Bize karşı son 1-1,5 yıldır sebepsiz uyguladıkları şiddeti bir kenara koyalım.
Seyircisiz oynanan PTT 1. lig maçı dışarıda atılan biber gazı nedeniyle durmak zorunda kaldı daha yeni.
Geçenlerde de U-14 maçında hakeme şiddetli itiraz eden çocuklara biber gazı sıkıldı.
Sorayım: Bu polis mi şiddete engel olacak?
Şiddeti körükleyen polis...

Sonra kendi stadında son maçını izlemeye giden Beşiktaş taraftarının arasına yunuslarla dalıp havaya ateş açan, masum taraftara biber gazı sıkan, bir taraftarı ikisi kollarından tutarken, üçüncüsünün tekme attığı polis.

Sorarsanız evet, teoride şiddetin önüne geçmesi gereken onlar.

Peki masum insanın olan bitenden tahrik olmaya hakkı yok mu?
Antakyalı olarak benim içimi sızlatan Reyhanlıdaki patlamalar var mesela.
Hakkında konuşulması yasak olan.
Sansüre maruz kalmış, unutturulacak olan.
O da hasır altı edilir. Her şeyin edildiği gibi.
Neyse, onu yazamayanlar utansın...

Maç yazmam gerek değil mi benim normalde aslında. Yazayım.
Kadromuzda Yobo, Sow ve Webo varken Eboue'ye muz sallayan taraftarımızı yazayım.
Sahaya bizim oyuncularımızı ve taraftarımızı tahrik etmek için çıkmış olan rakip oyuncuları yazayım.
Bu ucuz tahriğe kapılan Volkan'ı yazayım.
Maç bitince kaybetmesine rağmen sahanın ortasında kutlama yapıp, bir kez daha taraftarı sahaya girmesi için tahrik etmeye çalışan rakip oyuncuları yazayım.

Maç sonunda yine nefreti körükleyen röportajları yazayım.
Oyuncuların verdiği demeçlerde küçük oynamalar yaparak kendi taraftarını tahrik eden Galatasaray çevirmenini yazayım.

Maç yazacaktım değil mi?
Yine de tahrik etmek - tahrik olmak oldu konu.

Dün 20 yaşında bir çocuk öldü.
Gencecik Burak Yıldırım, metrobüs durağında kalleşçe öldürüldü.
Tahriğin, öfkenin, nefretin sonucunda.
Üstündeki forma yüzünden öldürüldü.

Şiddeti günlük hayatının bir parçası yapmış olan, magandalığı adamlık sayan bir anlayışın hüküm sürdüğü hiçbir yerde sürpriz değil bu olanlar.
Biz daha önüne geçilsin diye bekleyelim.
Çok bekleriz...
3-4 gün sonra ne Reyhanlı'da ölenler konuşulur, ne de Burak'ın haince öldürülmüş olması.
Hiçbir şey olmamış gibi de hayatımıza devam ederiz.
Etmek istemesek de ettiriliriz.

Bu kaostan da kim faydalanacaksa arkasına yaslanıp, gülerek izler.

Devamını oku...

10 Mayıs 2013 Cuma

Wembley'de ilk FA Cup finali


Bu yıl dünyanın en eski futbol turnuvası olan FA Kupasının 90. yıldönümü. Cumartesi Wembley'de Man City - Wigan finali var. Şimdi orjinal Wembley stadında oynanan ilk finale gidelim ve şahane fotolar eşliğinde Bolton - West Ham maçını yaşayalım...

The Empire Stadium at Wembley (sonradan Wembley Stadı olmuş) Britanya imparatorluğuna üye olan ülkeler için inşa edilmiş ve bu stadda düzenlenen ilk maç FA Kupası final maçı olmuştur. 

Özel araçla maça gelen taraftarlar.

Maça ilgi yoğun olduğu için biletler maçtan önce satılmıştı. Ancak stad etrafındakı bilet gişelerinde bilet bulmak mümkündü. Maçın başlamasına saatler kala stad kapıları açılmaya başlıyor ancak hazırlıksız özel güvenlik görevlileri ve personeli az olan polisler bu büyük kalabalığa karşı koymakta zorlanıyordu. Neredeyse ezilme tehlikesi geçiriyorlardı. Bir kaç dakika sonra polisler stad kapılarını yeniden kapatmak zorunda kalıyorlar. Maçın başlamasına az bir süre kalmasına rağmen dışarda binlerce taraftar bekletiliyordu. Sabırsız taraftarlar farklı yollarla, tırmanarak stadın içine girmeyi başarmıştı. 

Stada girmek için turnikelerde bekleyen taraftarlar.

Maçı izlemek için duvarlara tırmanan taraftarlar.


Stadı işgal eden taraftarlar.
Resmi olarak maça katılım sayı 126.047 olarak açıklandı. Ama 150-300 bin arası taraftar stad içinde ve ya stad etrafındaydı.

Muhteşem Wembley stadının havadan görüntüsü.

Bu arada Bolton takımı maç için stada gelmişti ancak orduya benzeyen taraftarlardan dolayı takım otobüsünden inip taraftarların arasından stada doğru yürüyerek haraket etmişlerdi. 

Her iki takım ve Kral V. George stada gelmişti ve maçın başlaması için dakikalar kalmıştı. Maç başlamadan artık maçın bir yıldızı vardı. Bu beyaz renkli, "Billie" takma adıyla bir attı. Stad zeminine kadar ulaşan taraftarları geri püskürterek maçın başlamasına yardım ediyordu. Ve finalin ismi bile koyulmuşdu - "Beyaz Atlı Final". 

"Billie" görevini yerine getiriyor.

"Billie"nin uğraşları sayesinde bu müthiş maç 45 dakika gecikmeli olarak başlamak üzereydi. Sol tarafta West Ham kaptanı George Kay, sağ taraftaysa Bolton kaptanı Joe Smith maç öncesi bir birlerine başarılar diliyor ve hatıra resmi çektiriyorlardı.

George Kay ve Joe Smith (soldan sağa)

Ama koşullar futbol oynamak için hiç iyi değildi. Mesela korner kullanmak için köşe bayrağına giden futbolcu dakikalarca polisin taraftarları zeminden çıkarmasını bekliyordu. Yine de Bolton daha maçın 3. dakikasında 1-0 öne geçmeyi başarmıştı. 2. yarıda da 1 gol bulan Bolton farkı 2 sayıya çıkarmıştı. Jack Smith öyle sert bir vuruş yapmıştı ki taraftarların yarısı golü görememişti bile. 

Polis zemine giren taraftarları dışarı çıkarmak için itiyor.

Çatıdakiler kuş değil, taraftarlar!

Bolton 2. Lig ekibi West Ham'i 2-0 mağlup ederek Orjinal Wembley stadında kupayı kazanan ilk takım ünvanına sahip oldu. Maç sırasında ve sonrasında yaklaşık 900 kişi yaralanmış onlardan 22'si hastaneye kaldırılmıştı. 

Bolton futbolcuları kupayla poz veriyor.

Ve sonda o maçtan mükemmel görüntüler...

Devamını oku...