30 Haziran 2013 Pazar

Tekrar eden travma, Ersun Yanal ve Gelecek planları





TRAVMA


3 Temmuz 2011'in açtığı o derin yara 25 Ağustos 2011'de durdurulamaz bir şekilde kanamış ve ne pansuman yapsak dahi fayda etmemişti. O sezon içerisinde Lefter'i kaybettik, her gün öldük ve her yeni güne uyandığımızda bir kez daha bizi öldürmek için bekleyenler sıradaydı.

Sonra 12 Mayıs 2012 geldi. Binbir türlü derde rağmen son maça taşıdığımız o sezonu acı verici bir şekilde kaybettik. Geride kalan son bir ayda doğal protesto hakkını kullanmak isteyen vatandaşın uğradığı şiddete Fenerbahçe taraftarı uğradı o gün. Bu günlerin provası 12 Mayıs 2012'de yapıldı demek yanlış olmaz hatta.

Bu noktada sanırım artık herkes kurgunun, oyunun vs adını ne koyuyorsanız işte onun farkındadır. Bu yazı işin o kısmına girmeyecek.

Bu yazıda "x suçlu, y suçsuz, komplo onun eseri, olan biten z yüzünden" demeyeceğim. Tespit yapmak, her şeyi göstermek nispeten daha kolay bir şeyler olup bittikten sonra. Bizim çözüme ihtiyacımız var ve bu yüzden de zaman bence artık önümüze bakma ve ileriyi görme zamanı.

Ha yarın bir gün tahkimden veya zamanında ülke menfaatleri için vazgeçilen CAS'tan bir karar çıkabilir ve bu yazıyı geçersiz kılabilir ama bu şu zamanın konusu değil. Biz en kötüsünü düşünelim, en kötüsüne göre hareket edelim ve ona göre geleceğimizi belirlemeye çalışalım. İhtiyaç budur şu anda.

MODEL VE STRATEJİ

Hep Türkiye'deki davada örnek gösterilen Calciopoli ve o olayın mağduru Juventus geliyor benim aklıma. Birçok Juventus nefreti sahibi İtalyan'ın bile yıllar sonra da olsa "Inter'in yükselişinde direkt etkisi var" dediği Calciopoli'nin kaybedeni Juventus. 05-06 şampiyonluğunu kaybedip, ancak 2011-12 sezonunda tekrar zirveye oturabilen ve bunu göreve getirdiği kulübün çocuğu Antonio Conte ile başaran Juventus.

Juventus'un da Calciopoli olaylarında aslında çok ciddi şekilde bizle benzer yollardan geçtiğini söylemek mümkün. Biraz hafızanızı tazelemek istiyorsanız şu yazıya gitmenizde fayda var.

Haksızlığa uğradığı hissine kapıldığımız Juve'nin ligden düşürülüp ertesi sezon geri dönüşü var ama tekrar zirveye kurulması daha önce belirttiğim gibi 6 yıl aldı. Bu esnada bir de yeni stad yaptılar, bunu da not düşelim.

Juve'nin iyi bir model olduğunu söylemek tabii ki mümkün ancak şöyle de bir nokta var değinilmesi gereken. İlk başta kendilerini Serie A'ya çıkartan Deschamps ile devam etmemeleri ve sürekli teknik direktör değişikliğine gitmeleriyle istikrardan uzaklaştılar. Belki Conte de göreve geldiğinde kredisi sınırlıydı, ama o başarılı olarak bir yol açtı. Üstelik şampiyonluğu elde edip hemen sonraki sezonda yenilenmeye gidecek kadar da cesur davranıldı. Juventus'un ikinci sezonuna eğilen bir yazım olmuştu geçtiğimiz ay içinde. Ona da buradan ulaşabilirsiniz.





"İyi de Juventus gibi küme düşüp geri gelmeye çalışmıyoruz ki?" sorusunu sormanız tabii ki mümkün. Zaten biz gerçekten şike yapmış olsak, çoktan küme düşürülmüş olmalıydık. Olayın şike olmadığını artık sanıyorum bütün Fenerbahçeliler biliyor. 2010-11 sezonunu da izlemiş olan ve futboldan anlayan herkes de olayın şikeyle uzaktan yakından alakası olmadığının ya farkındadır, ya da konuşarak anlaşılabilir durumdadır.

Benim değinmek istediğim nokta Juve'nin yaşadığı ve bizim de yaşamamızın mümkün olduğu maddi problemler ve onun doğuracağı sıkıntılar. Neticede Juventus da CL'de tepeye oynayacak kadrosunu dağıtmak mecburiyetinde kalmış, Serie A'ya yükseldikten sonra da zengin bir kulüp olmasına rağmen istediği şekilde çok flaş transferler yapamamış ve istikrarı sağlamakta zorlanmıştı.

11-12 sezonunda bir sene Avrupa'dan men edilmenin o sezon ve geçen sezon kulübün elini transfer konusunda nasıl bağladığı ortada. İlk sezon yapılan alelacele transferlerde ve geçen sezon da esas hedeflenen oyuncuların alınamamasınında maddi açıdan yaşadığımız gerilemenin direkt etkisi var.

Önümüzde karar değişmediği takdirde 2 sene Avrupa'ya gidememek ve dolayısıyla gelir kaybına uğramak var. "EL gelirleri CL'nin tırnağı bile olamaz, o yüzden pek bir şey kaybetmiyoruz." diye düşünenler varsa da zaten daha EL'de oynayarak bile sıkıntı yaşadığımızı hatırlatalım. Kadro planlaması CL'ye göre yapılıyor ve o yüzden büyük paralar harcanıyor. CL'ye katılamadığımız her sene de bizim hedeflerimizden uzaklaşmamız anlamına geliyor. Dahası bu iki senenin Avrupa puanımıza edeceği etki ortada.

Bu yüzden önümüzü iyi görmekte fayda var. Saha dışında çok şey olup biterken ve 2 yıl Avrupa'ya gidememek söz konusuyken şimdi ileride faydalanacağımız özkaynaklarımızı da üst seviye için hazırlamanın tam zamanı. Bunu bir küçülme politikası, bir feda sezonu veya sezonları gibi görmeye gerek yok. Yıpranmış ve yüksek maliyetli bir oyuncu grubuna sahibiz. Bu da gayet normal, zira CL seviyesinde bir kadro kurulmaya uğraşılıyordu. Şimdi kulübün maddi zarara uğrayacağı gerçeği de var. Bu yüzden bazı yabancı oyuncular elden çıkartılacak. Bazı doymuş yerlilerin de kulübeye çekilerek daha genç ve potansiyelli, kendini kanıtlama arzusu olan oyunculara yol verme zamanı.

Yani kısaca bir yeniden yapılanma. Bir çekirdek, bir iskelet oturtma ve etrafını işlemekle başarılabilecek bir durum.

Juventus'un ilk hamledeki başarısı ve daha sonraki başarısızlığını dikkatlice incelemek bu yüzden önemli. Serie A'ya döndükten sonra sırasıyla 3. ve 2. bitirdikleri iki sezondan sonra iki sezon üst üste 7. oldukları gerçeği var. Bunun en büyük sebepleri de yaşadıkları ekonomik sıkıntı, yeni bir stad yapma uğraşı ve teknik ekipte yaşadıkları sıkıntılar oldu. Bizim yeni bir stad yapmaya ihtiyacımız yok. Ekonomik sıkıntı bizi de vuracak o belli ve bu durumda da yapılması gereken belli. Dikkatli transferler ve istikrarlı çalışan bir teknik ekip.

Teknik direktör ve ekibe baktığınızda takımı Serie A'ya yükselten Deschamps'la yolları ayırıp, iki sezon üst üste tepeye oynamasına rağmen şampiyon olamayan Ranieri'yi de göndermiş Juventus yönetimi. Fenerbahçe ve takımı şampiyon yapamayan teknik direktörler konusuna ise sanıyorum girmeme gerek yok, zira herkes biliyor üç aşağı beş yukarı bu durumun nasıl sonuçlandığını. Çünkü söz konusu Fenerbahçe olduğunda sadece adı dahi şampiyonluğa oynayan bir takımı mutlak surette zirvede tutmak zorundasınız.




ERSUN YANAL


Aykut Hoca bıraktığından beri göreve onun geleceği konuşuluyordu. Önceki gün de resmi olarak açıklandı. Öncelikle hayırlı olsun ve Allah yolunu açık etsin. Bu takımı kim çalıştırıyorsa onun arkasında durmak ve desteklemek boynumuzun borcu. Tabii ki yanlışları olursa da eleştireceğiz ama şu an için öncelik kendisine destek olmak ve hep çalışmak istediği camiaya onun kolay ısınmasını sağlamak.

Ersun Hoca'yla ilgili yığınla yazı yazıldı ve paylaşıldı hemen. Az çok herkes de nasıl bir oyun karakterini yansıtmaya çalışacağını biliyor. Zaten Aykut Kocaman'ın takıma bıraktıklarının üstüne daha fazlasını koyabilecek ve bunu kısa vadede yapabilecek az sayıda teknik adamdan birisi kendisi.

KONTRAT, OYUN ANLAYIŞI VE İLERİYE BAKIŞ 

Kontratın 1 yıllık olması herkesin kafasında soru işaretleri yarattı.  Daha hafta içi basın toplantısında Aziz Yıldırım kongre sinyali vermişken normal karşılanabilir. Belki Ersun Hoca yeni yönetimle çalışmak istemeyebilir veya yeni yönetim Ersun Hoca ile çalışmak istemez. Bunu bilemeyiz. İşin bu kısmı tamam, ama bir de diğer tarafı var.

Daha öncesinde Aykut Kocaman da 1 yıllık sözleşmeye imza atmıştı ve bunu tekrar 1 yıllık olarak yenilemişti. Sonrasında kendisine 3 yıllık sözleşme teklif edilmişti ki görev süresini dolduramadı. Aykut Hoca'ya da saldırıldı "Başarısızlıkta kellesi gidecek" diye. Hatta aynı zihniyet Barcelona'da harikalar yaratan Pep Guardiola'ya dahi korkak sıfatını yakıştırmaktan çekinmedi bu yüzden.

Bir de işin oyuncular tarafı var. Fenerbahçe teknik direktörü elinin güçlü olduğunu mutlak surette hissettirmelidir oyunculara. Tamam Ersun Hoca'nın disiplini, takım yönetim tarzı ve oyuncularına kattıkları ortada ama futbolcu zihniyeti bambaşkadır. Eğer teknik direktörün görevde kalamayacağını hissederse oyuncular da kendilerini bırakırlar. Biz bunu Aragones döneminde yaşadık, bunu hatırlayalım.

Dolayısıyla 1 yıllık sözleşmeyi kabul eden bir teknik direktöre durumu açıklayıp tazminatsız 3-4 yıllık sözleşmeyi de kabul ettirmek mümkün olurdu. Üstelik tazminat maddesini kamuoyuna duyurma mecburiyeti de yok. Bu da Ersun Hoca'nın elini güçlendirmek olurdu. Ben söyleyeyim, bu burada dursun. Umarım geri dönüp bu yazının bu kısmından alıntı yapmak durumunda kalmam.

Ersun Hoca'dan beklenenler belli. Fenerbahçe taraftarı, ben dahil, bir hayli memnuniyetsizdir. İyi oyun olursa sonuç ister, sonuç olursa iyi oyun ister. Yani memnun etmek cidden çok zordur. Bunu teknik direktör fark etmeksizin de uygularız taraftar olarak. Zor beğeniriz, her şeyden anlarız, hepsinin en iyisini biz biliriz çünkü genel anlamda.

İkinci kez üst üste Türkiye'deki futbol sisteminden şikayetçi olan, bir şeyleri değiştirmekle uğaraşan bir teknik direktörümüz var. Anlayışı ve yaklaşımı belli. Beklediğimiz agresifliği takıma yerleştireceğine hiç şüphe yok. Toplamda 13-14 oyuncunun eline bakan takımlarla sezonların ikinci yarısında yaşadığı düşüşleri örnek gösterenler de boşa ekmek kapısı arıyorlar. Zira bu sefer kadro derinliği belki de Ersun Hoca'nın hep hayatında istediği seviyede. Alternatifleri hiç elinde olmadığı kadar zengin ve oyuncu kalitesi olarak da hayatındaki en üst düzey oyuncu grubuyla çalışacak.

Ersun Hoca'nın bundan önce akılda kalan teknik direktörlük performanslarında bir temel attığını ancak kısıtlı imkanlar çerçevesinde temelini istediği şekle dönüştüremediğini gördük. Şimdi elde imkanlar mevcut. Öyle veya böyle Türkiye standartlarının üstünde bir kadro var elinde. Tamam bu kadrodan satılacak yabancılar mutlaka var ama Ersun Hoca'nın gençlere de kazandırdığı ivme ve gelişimlerinde sahip olduğu pay da tartışılmaz.

Yazının başında Juventus-Deschamps, Ranieri ve istikrar örneğini verirken değindiğim noktaya geri dönüyoruz. Kontrattaki sıkıntım da biraz buna dayanıyor açıkçası. Bu yüzden dileğim Ersun Hoca'nın başarılı olarak hakkı olan multi-year kontratı alması.

TRANSFERLER

Aslında transfer dönemini ciddi anlamda çok iyi geçirdik şu ana kadar. Bir tek hedef santrafor eksiğimiz var ve o da kapatılacak deniyor. Ülkenin gündemini işgal eden çok daha başka şeyler olduğu için büyük çoğunluğumuz hiçbir transferle doğru düzgün ilgilenemedi bile. Ben yine de belirteyim; En azından alınan oyuncular konusunda içim rahat. Tabii buna bir de göndermemiz gereken ve göndereceğimiz oyuncular eklenince resim esas şeklini almış olacak.

Alper ve Holmen ligin en iyi ribaundçuları. Sekenleri alma konusunda biri ofansif, biri de defansif anlamda lider. Bu da az çok oynayacağımız oyunun nereye doğru evrileceğine işaret ediyor. İç sahadaki Lazio ve Benfica maçlarında izlediğimiz mantalitenin baskın olacağını söylemek yanlış olmaz. Sanırım o maçlardaki futbola da pek itiraz eden yoktu. Zira Avrupa sahnesinde uzun süredir öyle dominant bir futbol oynamamıştık o maçlara gelene kadar. Yani çıkış noktası ve hedef mantıklı.

Bruno Alves'i ne kadar çok istediğimi twitter'da takip edenler biliyor zaten. Hem özlemini çektiğimiz Lugano kadar savaşçı, hem de ondan daha düzgün bir ayağa sahip. Yaşına takılanlar mutlaka olmuştur ama stoper ve kalecileri yaşlarıyla yargılamak biraz komik kaçıyor. Bruno Alves futbolculuğunun olgunluk döneminde ve takıma çok şey verecektir.

Kadlec transferine "Hasan Ali'yi kesecek adam" diye bakmıyorum ben. Birbirleri için iyi alternatif olacaklar ve böylece ne Hasan Ali'yi kulübeye mahkum ederek gelişimini engellemiş olacağız, ne de alternatifimiz Ziegler kadar istikrarsız olacak. Bu da doğru bir hamle. Özellikle Hasan Ali'nin alternatifsizlikten dolayı kaslarında yaşadığı sıkıntıların tekrar etmemesi ve onun yokluğunda da Kadlec'in onu aratmayıp, hatta daha üstün performans göstermesi mümkün.

Bir de santrafor transferi kalıyor geriye. Oscar Cardozo ile ilgilendiğimiz neredeyse bir aydır yazılıyor. Aziz Yıldırım da son basın toplantısında "Fiyatta anlaşılırsa bu transfer gerçekleşecek" diye açıkladı. Katkısı tartışılmaz olacaktır.




BEKLENTİLER


Ersun Hoca'nın twitter adresine giden tweetlere şöyle bir genel bakış attığınızda zaten taraftarın beklentileri ortaya çıkıyor. X gitsin, 4-4-2 oynayalım vs vs diye başlıyor bir liste ve sonu gelmiyor. Tabii ki bunlar tebessüm sebebi ama mutlaka Ersun Hoca'nın kafasında bir plan vardır ve bu planı uygulamaya geçirecektir diye düşünüyorum. Yapılan transferlere bakınca da topa hakim olmayı temel prensip edinen, seken toplara hamle eden, çabuk alan daraltan ve direkt kaleye yönelmeyi hedefleyen bir takım izleyeceğimiz izlenimi var. İşin sistem ve oyuncu tercihleri konusuna başka bir yazıda değinmekte fayda var. Şimdilik sadece oyun karakteri ve temel prensiplere değinip bırakıyorum bu yüzden.

ALTYAPI

Takımın başına kim geçerse geçsin mutlaka gençlere şans vermesi ve alt yapıdan birkaç oyuncuyu A takıma dahil etmesi beklenir. Ersun Hoca'nın gençlere korkusuzca forma verdiği bilinen bir durum ancak şu şartlar altında tek sezon içerisinde bunu yapmazsa dahi anlayışla karşılarım. Çünkü mutlak surette başarı isteyen bir camiayız ve ciddi şekilde ateşten bir gömlek giydi Ersun Hoca. Uzun vadede altyapıdan maksimum faydalanabileceğine inanmakla birlikte sadece bir yıl takımın başında kalırsa bu konuda büyük beklentilere girmemekte fayda görüyorum.

AZİZ YILDIRIM VE YÖNETİM

Taraftar yine ikiye üçe bölünmüş durumda. Bir kısım kesinlikle kalmalı diyor, ne yaparsa yapsın arkasında duruyor. Diğer kısım ise "artık yeter, ama önce bilmediklerimizi anlat, sonra git" diyor. Bir diğer kısım da gerçekten güvenmek istiyor ama Yargıtay sürecinden dolayı hiçbir şeyin açıkça anlatılamayacağının da farkında. Her görüşü anlayışla karşılamakta fayda var. Zira Başkan'ı ve yönetimi istifaya bizim davet etmemiz doğal bir hak, ancak Fenerbahçe ile uzaktan yakından alakası olmayan şahısların "Aziz Yıldırım gitmeli, çünkü..." temalı yazıları ve açıklamaları ise saçmalık.

Anlaşılan o ki Başkan da Yargıtay süreci bitene kadar hiçbir şeyi olduğu gibi söyleyemeyecek ve kulübün başında olacak. Pasif bir Aziz Yıldırım Fenerbahçe için ne kadar faydalı olur, o tartışılır. Benim beklentim ise kulübün ve sporcuların hakkının saha dışında korunuyor olması. Geçen sezon olduğu kadar suskun kalınmaması ve saha içinde dışında hakkımızın yenmesine engel olunması. Bu hem sporcularımıza ve teknik adamlarımıza rahat çalışma ortamı sağlayacaktır, hem de taraftarı bir nebze rahatlatacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder