29 Ağustos 2013 Perşembe

Sahanın içinden: Yeniden yapılanma





Dün CAS'ın cezayı onamasıyla birlikte Fenerbahçe için önümüzdeki iki sezonda mücadele edilebilecek iki kulvar kaldı. Lig ve Türkiye kupası. Fenerbahçe bu iki kulvarda da mutlu sona ulaşsa bile iki sezon Avrupa'da mücadele edemeyecek. Tabii ki bu kesinlikle başarının hedeflenmemesini gerektirmez. Bu yüzden Fenerbahçe'nin elinde kalanlara odaklanması ve bütün motivasyonunu lige ve kupaya çevirmesi gerekiyor.

İşin saha dışındaki kısmına da değinmeden geçmek mümkün değil. Çünkü bir kulüp yeniden yapılanmaya gitme ihtiyacı duyuyorsa bunun hem saha içi, hem de saha dışı faktörleri mevcuttur. CAS davası özelinde duruma bakarsak da gerek Aziz Yıldırım'ın, gerekse de yönetimin, özelikle de Başkan tahliye olduktan sonra bu süreci yönetemedikleri ve hata üstüne hata yaptıkları ortada olan bir durum. Kulübün kongreye gitme kararı ben bu yazıyı yazarken geldi, dolayısıyla o konuya dair bir yorumda bulunmam şu anda yersiz. Fenerbahçe için en hayırlısının olması şu andaki tek temennim.

Fenerbahçe'nin yönetimindeki yeniden yapılanmanın sahayı da direkt olarak etkileyeceği gerçeği var. İki sene Avrupa'da oynayamayacak bir takımınız varsa bu iki seneyi çok güzel bir şekilde yeniden yapılanma için kullanabilirsiniz. Yani Cristoph Daum'un 2002-03 sezonu sonrasında aldığı enkazı 2004-05 sonunda getirdiği yerde olmaktan bahsediyorum ben. Bunun için daha önce Juventus-Conte örneğini de vermiştim. Başarılı olmak için uğraş, ancak bir yandan da geleceğin takımını oluşturmak için adımlarını at. İki örneğin de ortak özelliği ilk sezonlarını sadece lig ve kupaya odaklanarak geçirmiş olmaları. Şimdiki Fenerbahçe'nin önünde ise iki sezon var. Bu da planlamanın daha geniş zamana yayılabilmesi ve bazı oyuncuların görev tanımlarının çok daha net bir şekilde yapılabilmesi demek.

KADRO VE SEZON PLANLAMASI

Fenerbahçe 2009-10 sezonundan beri "Şampiyonlar Ligi kadrosu" kuruyor her sene. Yani en azından denilen o. Yani bu planda oyuncu alınıyor, bonservis ve maaş ödeniyor. Peki Fenerbahçe o sezondan bu yana Şampiyonlar Ligi'ne gidebildi mi? Türlü sebeplerden dolayı hayır. 2011-12 sezonunda olan rezalete burada değinip sinir bozup odağı dağıtmayacağım ama diğer sezonlara da 2009-10 sezonu haricinde hazır girilmediği ve kötü başlangıçlar yapıldığı ortada. Üstelik bu kanaat değil, istatistiklerle de desteklenilebilir bir durum.

Son 5 sezonda ilk yarılarda sırasıyla 33, 37, 33, 35 ve 27 puan toplamış. Sadece 2010-11 sezonunda ikinci yarıda 49 puan (toplamda 82) toplayarak durumu lehine çevirebilmiş. 2009-10 sezonu haricinde de 70 puanın üstüne çıkamamış 34 maçın sonunda.

Yani genel olarak lige kendini hazırlayamayan, iniş çıkışları çok tahmin edilebilir olmayan, ve istisnai durumlar haricinde seri yakalamakta zorlanan bir Fenerbahçe var. Saha içine yansıyan planlama hatalarından daha önce de bahsettik. Gerek yönetimin, gerek teknik ekibin eksik olan noktalarına geçen sezonun değerlendirmesinde de değinmiştim. Bu sezon için transferin kapanmasına 8 gün var ve bizim kadromuz ne yazık ki henüz istenilen şekli almamış durumda.

3 kulvara göre kurulan veya daha doğrusu kurulmaya çalışılan kadro şimdi 2 kulvarda mücadele edeceğine göre bazı şişkinlikler ortaya çıkıyor. Takımın hâlâ ne oynamaya çalıştığı belli değil, Ersun Yanal'ın da kafasında ne olduğunu sanırım bir tek kendisi biliyor. Bugüne kadar oynanan resmi maçlardan ben kendi adıma bir sonuca ulaşamadım en azından. Bu yüzden Ersun Yanal'ın artık önünde mutlak başarıya ulaşması gereken 2 kulvar kalmışken kafasındaki her neyse onun sahaya yansıtılması için elinden geleni yapması gerekiyor.

STRATEJİ

Geçen sezon çoğunluk Aykut Kocaman'ın takımının lig performansını eleştirirken takımın pasif kalması ve rakibi beklemesi temel noktalarımdan birisiydi. Avrupa'da önlem alan takım işlerken, ligde önlem alınan takım olunduğu için kilidi açmakta zorlanan ve biraz baskı yediğinde korkulu anlar yaşayan bir takım vardı.

Türkiye ligi için sık sık dile getirdiğim bir terim var sonuca gitmede etkili olan. Dayak futbolu. Zaten kadro olarak bir kalite farkına sahip olan Fenerbahçe rakiplerinden daha agresif ve arzulu olduğu takdirde her takımı sindirir, her takımı boğar ve bir şekilde de sonucu almayı başarır. Bunun örneklerini 2009-10 sezonunun son 8 haftasında ve 2010-11 sezonunun ikinci yarısında gördük. Rakiplerin tempoya dayanamadığı, fiziksel olarak Fenerbahçe'nin seviyesine erişemediği, tükendiği ve kaderine razı olduğu maçlar izledik.

Şimdi son zamanlarda birçok kişinin çizdiği ve çözüm aradığı diagram faslına gelelim. Önce geçmişten bir örnek vererek başlayalım. Meselenin aslında sadece sistemle ilgili olmadığının, oyuncuların topsuz oyundaki hareketliliğinin ve alan paylaşımının da başarıda kilit olduğunun altını bir daha çizelim. Oyuncuların hareketliliğinin sağladığı esnekliğin ve bu esneklik sayesinde üst düzey olan oyuna katılımın da bize getirdiği neticeleri şöyle bir hatırlayalım.

Şimdi altta iki diagram var. Diagramlar 2009-10 sezonunun son 8 haftasındaki diziliş. Yer yer bazı oyuncuların pozisyonları değişmiş olabilir ama esas alınan düzen ve oyuncu grubu çoğunlukla buydu. Soldaki diagram topsuz oyundaki Fenerbahçe'yi gösterirken, sağdaki diagram da top Fenerbahçe'ye geçtiğinde takımın aldığı şekli gösteriyor.


   


Takımın esas dizilişi 4-4-1-1 iken topa sahip olduğunda bu sıralar fazlaca dillendirdiğimiz 4-1-3-2'ye dönüştüğünü görüyoruz. Bu oyuncu grubunun ne kadar iştahlı olduğunu, nasıl diri kaldığını ve 90 dakika mücadeleden kopmadığını, dehşet bir pres gücüne sahip olduğunu ve topu da bir hayli iyi dolaştırdığını hatırlarsınız. Bunu şimdi burada bırakalım ve şu andaki oyuncu grubumuza dönelim.

ELDEKİ OYUNCU GRUBU VE YAPILANMA 

Kadronun şişkinliğinden bahsettik, ki bu bilinen bir durum. Hâlâ gönderemediğimiz yabancılarımız ve bu sebepten dolayı lisans çıkartamadığımız bir Samuel Holmén var kadroda. Takımın iki sene Avrupa'da mücadele edemeyeceğini, yaş ortalamasının bir hayli yükseldiğini ve buna oranla da maaşların bir hayli yüksek olduğunu göz önünde bulundurunca bazı oyuncuların elden çıkarılması gerektiği gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor.

Ayrıca oyuncu grubumuzun yerlilerinin bir kısmının özellikle son 3 sezonda ciddi şekilde yıprandığını göz önünde bulundurmak gerek. Bunu "Aykut Kocaman arkasında enkaz bıraktı" olarak algılamamak gerek. Oyuncuların bir kısmının dış etkenlerden dolayı kendilerini bir hayli yıprattıkları ve gerek mental, gerekse de fiziksel olarak istenilen düzeyden çok uzakta olduğu gerçeği var. Bir de tabii ki yaş-motivasyon durumu, kendini geliştirme isteği ve oynamaya açlık var. Mental olarak kendisini tüketmiş, yabancı sınırlamasından dolayı forma şansı bulabilen veya alternatif olabilen oyuncularımız var. Bunu kötü niyetle söylemiyorum çünkü hepsinin çok emeği var geçtiğimiz yıllarda ancak futbolda da duygusallığa bu kadar yer yok. Eğer yeniden yapılanma olacaksa bazı oyunculara emekleri için teşekkür edilip yollar ayrılmalı.

Katılırsınız veya katılmazsınız ama ben artık Volkan, Bekir, Yobo, Cristian, Mehmet Topuz, Emre, Krasic ve Meireles'in bu takım için yük veya lüks olduğu düşüncesindeyim. Kaleci Serkan Kırıntılı ve Selçuk Şahin'nin de sırasıyla bu sezon ve önümüzdeki sezon sonunda bitecek olan kontratlarından sonra bu kontratların yenilenmesinden ziyade artık daha genç ve oynamaya aç oyunculara yerlerini bırakmaları, yapılanma için doğru olur. Webo ve Kadlec'in, hatta Kuyt'ın bile "gençleştirme operasyonu" diyerek gelecek planlarının dışında bırakılmasına açıkçası ses çıkartmam.

Takımda şu anda temel taşlardan biri olup kâr ederek satılabileceğini düşündüğüm tek oyuncu ise Sow. Sow da 15 milyon euro ve üstündeki her teklifte satılabilir, zira ortada iyi bir kâr payı var. Yok satmıyorsak da o zaman Sow'a sorumuluk verip, aktif bir şekilde kullanarak kendisinden maksimum fayda sağlamak gerek.

İSKELET

Her takımın bir iskeleti ve bu iskeletin etrafını doldurup istikrar sağladığı bir oyuncu grubu vardır. Bizim iskeletimiz ciddi şekilde yıpranmış ve yorulmuş durumda. Dolayısıyla da bazı hamlelere ihtiyaç var. Benim geleceğe yatırım olarak düşündüğüm iskelet ise Mert-Gökhan-Alves-Topal-Alper-Salih şeklinde. Hemen "Alves yaşlı ama nasıl geleceğe yatırım bu?" sorusunun geleceğini duyar gibiyim, o yüzden cevaplayayım. Alves hem bu takım için iyi bir saha lideri olacak bir oyuncu hem de stoperlerde o yaş olgunluk yaşıdır. Tecrübesiyle takıma seviye atlatabilecek bir oyuncudan siz maksimum faydalanmalısınız. Bu da hemen Kuyt'ı akıllara getiriyor haliyle.

KUYT

Tartışmasız ki bu takımın en çok mücadele eden, en özverili oynayan ve en profesyonel oyuncusu. Bu açıdan baktığınız zaman vazgeçilmez olarak görünüyor ancak bir de işin diğer kısmı var. Kuyt top ayağındayken bu takımın en yetenekli oyuncusu değil, bu bir gerçek. Yine de geçen sezonki istatistikleri ve skora katkısı da bunun aksini kanıtlar cinsten.

Kuyt için birkaç paragraf üstte "gençleştirme operasyonu çerçevesinde gelecek planlarında bulunmamasına ses çıkartmam" cümlesini kurdum. Oyun planı çerçevesinde yer almayacaksa da bu dediğimin arkasındayım. Yok yer alacaksa o zaman kalması ve saha içi liderlerinden biri olmasını tabii ki isterim.

SİSTEM

Fenerbahçe'nin saldırgan, agresif, oyunu ileri iten, rakip kaleye yıkan, presle rakibini boğan, sürekli rahatsız eden, topa sahip olup oyunu karşı yarı alanda oynayan ve domine eden bir yapıda olmasını bekliyoruz hepimiz. Son birkaç yılda birkaç istisna maç dışında böyle bir durum olmadı. Özellikle de geçen sezonda daha çok bekleyen ve rakiplerinin yaptığı hataları cezalandıran bir takım kimliğine büründü Fenerbahçe. Peki neleri değiştirmeli, neleri çıkartmalı, neleri eklemeli?

Fenerbahçe'nin şu kanat oyuncusu eksik yapısıyla 4-3-3 ve varyantlarını oynamaya çalışması garip kaçıyor. Zaten oyuncuların birbirlerine fazla yanaşmadığı, birbirlerinden çok kopuk kaldığı ve hareket etmeye mecalleri yokmuşçasına oyundan silindikleri tablolarla karşılaşıyoruz sezon başından beri. Bunun için de topu sahada ayağına bekleyecek oyuncular yerine topa basacak ve topla ileri gidebilecek oyunculara ihtiyaç var. Bu merkez orta saha bolluğunda da akla diamond 4-4-2 ve varyantları geliyor. Özellikle de herkesin son günlerde fazlaca dillendirdiği 4-1-3-2.

Peki Fenerbahçe 4-1-3-2 oynayabilir mi? Pek tabii oynayabilir. Oyuncu grubu ve bu oyuncuların karakteri buna bir hayli müsait. Birkaç ufak dokunuş ve sistemde ısrarla bu oyun oturtulabilir ve özlediğimiz tabloyu ortaya çıkarabilir bu takım.

Bir iskelet yazdım birkaç paragraf üstte. Şimdi eldeki mevcutla bu iskeletin etrafını dolduralım.


                                   


"Ama bu kanatsız oyun!" diyecekler için hemen sorayım: "Şimdi kanat oyuncularıyla mı oynuyoruz?"  Bu sistemin önerilmesinin de, birçok insan tarafından benimsenmesinin sebebi de eldeki mevcut kadroya tam oturuyor olması. Tabii ki her sistemin delinmeye müsait tarafları var. Onlara da değinelim.

Mesela bu dizilişte sağ iç ve sol iç oyuncularının top rakipteyken kapanarak kanat beklerine destek vermesine, top bizdeyken de kanatlara açılmalarına ve ceza sahasına koşular yapmalarına gereksinim duyacağız. Santraforlardan birinin orta sahaya yanaşarak gerektiğinde merkezde kalabalıklaşmaya yardım etmesi de gerekli. Yani kısaca bir noktaya geliyoruz: Topsuz oyunda hareketlilik!

Sistem ve dizilişten bağımsız olarak Fenerbahçe'nin şu anda en ağır şekilde eleştirilebilecek tarafı oyuncuların topsuz oyundaki hareketsizliği. Forvetlerimiz rakibe basmak veya orta sahaya yanaşmak yerine kendilerini ileri atıp topu bekliyorlar ve bu da plan dahilinde olsa bile, geriden uzun top oynanmasına sebebiyet veriyor. Sonrasında merkez orta saha oyuncularımız top bize geçtiğinde hemen uzun oynamaya hamle ediyorlar. Halbuki topla kat etmeye çalışsalar çok daha fayda sağlayacaklar ama topu hemen ayaklarından çıkarma isteğiyle alelacele oynadıkları uzun toplar da hep rakibe gidiyor ve aradaki mesafeden dolayı sekene hamle etmeye mecalleri kalmıyor bir süre sonra. Daha birçok konuda eleştiri getirilebilir ama temeldeki sıkıntı hareketsizlik.

KADRO MÜHENDİSLİĞİ

Birçok oyuncuyla yolların ayrılması gerektiğini yazdım. Peki bu giden oyuncuların yerini nasıl dolduracağız? Hem altyapıya bakıp özkaynaklarımızı kullanarak, hem de başarıya aç oyuncuları transfer etmeye yönelerek. Önümüzde 2 sene var sistemi ve kadro derinliğini mükemmelleştirmek için. O yüzden bunu hedef olarak koyup buna doğru yürünecekse, o zaman yol üzerinde kaybedilecek birkaç maçın çok büyük önemi olmaz. Fenerbahçe'nin günü kurtarmaktan ziyade geleceği çok ciddi şekilde planlamaya ihtiyacı var ve fırsat ayağa gelmiş durumda.

Altyapıdan yetişen pırıl pırıl gençlerimiz var. Geçen sene az da olsa süre alan Recep ve Beykan var ilk planda. Beykan bu seneyi kiralık geçirecek Karabükspor'da. Recep'in de aynı şekilde kiralanması gerektiğini düşünüyorum ben, ki sürekli oynama fırsatı bulsun, kaybolmasın kadro rotasyonunda. Bu sene A takım kadrosuna dahil ettiğimiz Aziz'in de yer yer forma bulması gerekir.

Bu üçlünün dışında Turgutluspor'a kiraladığımız Oğuz Mataracı ve Gökhan Sazdağı da bu süreç içerisinde gerekli sertliği kazanıp takıma dönecektir. Aynı şekilde Ankaraspor'a kiraladığımız Berkaycan Değirmencioğlu var elde. Geçen sezonu Manisaspor'da geçiren ve bu sezon da Adana Demirspor'da olacak olan Gökay Iravul da zaten birçoğumuzun adını en iyi bildiği altyapı ürünlerinden.

Daha alt kategoriden gelip ileride takımın bir parçası olmalarını beklediğim İbrahim Serdar Aydın, Metincan Cici ve Egemen Zengin'in de geleceklerini şimdiden planlamaya başlamakta fayda var. Bu gençlerimizin de A2 ve kiralık tecrübelerinden sonra ceza bitiminde veya bitimden bir sene sonra A takım kadrosuna yerleşeceklerini umuyorum.

Bunun dışında alternatif eksikliği çektiğimiz diğer pozisyonlar için de gerek yerli, gerek yabancı oyuncuları dikkatli incelemekte fayda var. Bu kadar kısa sürede scouting raporu çıkartamayacağım için o da başka bir yazının konusu olsun.

SONUÇ

Yol üstünde tökezlemek birçok kişinin hoşuna gitmeyecek olsa bile 2 sezon Avrupa'da oynayamayacak bir Fenerbahçe'nin artık yeniden yapılanmasının ve bu esnada da sistemini oturtana kadar tökezlemesinin vakti artık geldi. Zira saha içindeki tablo ortada. Birçok şeyin değişmesi gerek ve ben elimden geldiğince bütün konulara değinmeye çalıştım. 2 sezon hem yapılanmak, hem de istikrar sağlamak için gayet iyi bir süre. Hatta belki gereğinden fazla uzun bir süre.
Devamını oku...

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Şampiyonlar Ligi Play-off: Arsenal - Fenerbahçe: 2-0: Büyük sahnenin dışında kalmak.





Zaten kendi evimizde 0-3 mağlup olunca çok bir şey beklemeden geldik bu maça. Biraz daha konsantrasyon, biraz daha etkili oyun, biraz daha istek bekledi taraftar sadece. Neticeden bağımsız olarak hem de. Takım bugüne kadarki resmi maçlarda olduğu kadar göründü. 30-40 dakika kadar diri, sonrasında sahada olmayan bir oyuncu grubu. Kenardan yine gelmeyen, veya gelmesi geciken müdahaleler de tuzu biberi oldu.

İLK YARI

Takımın nispeten istekli başladığını söylemek yanlış olmaz. Hele ki İstanbul'daki oyunla karşılaştırdığınız zaman arada büyük fark vardı. Yine de kısa süreli oldu ve devamı gelmedi. Yine ileride tek santraforla orta saha arası mesafe çok açıktı, Emenike bir kez Wilshere'a pres için yaklaştı  ilk 5 dakika içinde. Walcott'a tedbir olarak da Kuyt Caner'in önünde solda başladı. Bu esnada da sağda olan Sow ilk başlarda Monreal'e üstünlük sağlasa da bunun devamını getiremedi.

11. dakikada ilk kez ciddi bir tehlike yarattık. Caner'in sürüklediği toptan gol çıkartmış olsak belki bir şeyler olabilirdi. Burada Caner'in son top tercihi de biraz garip. Geçen sene Lazio maçında daha zor açıdan kaleye vuracak özgüveni olan Caner'in burada daha uygun açıdan vurmamayı tercih etmesi benim garibime gitti.

18. dakikada Bruno Alves topla bir hayli çıkmak zorunda kaldı, ki bunun da sebebi orta sahadan hiç kimsenin savunmaya yeterince yanaşmamasıydı. 2 dakika sonrasında da Emenike kaleye yaklaşık 30 metre mesafede rakip oyuncuyu indirmek zorunda kaldı. Sanırım sorunun yine orta sahanın olanı biteni izlemesi olduğunu söylememe gerek yok.

İlk gol gelene kadar hücumda 4-2-3-1, top rakibe geçince de Meireles'in ileri fırlamasıyla daha 4-1-4-1'e yakın bir dizilişe büründük. Daha başlarda Meireles bundan önceki maçlarda Topal'ın yaptığı gibi iki stoperin arasına girerek savunmayı 3'ledi ve beklerin oyuna çıkmasını sağladı.

1-0

3 pasta golü yedik. Cristian'ın vurdumduymazlığı ve esas pozisyonu sol bek olmayan Caner'in hamle yapmakta gecikmesiyle oldu pozisyon. Zaten mükemmel bir savunma kurgumuzun olduğunu söylemek mümkün değildi gol anına kadar da. Eşleşme burada zaten bitti ve bundan sonrası resmen formalite gibi oynandı.

İlk yarının sonuna kadar bazı anlık parlamalarımız oldu. Yer yer oyunu forse ettik ama golü bulamadık. Zaten sahadakilerin de pek bunun olacağına inancı yoktu gibi.

İKİNCİ YARI VE 2-0

Yine yer yer kıpırdandığımız bir ikinci yarı oldu 2. gol gelene kadar. İlk yarıya oranla daha etkisiz kaldığımız, Arsenal'in yine topa daha fazla hakim olduğu, bizim topu koşturmak yerine topun peşinden koştuğumuz bir süreç daha izledik. 2-0'dan sonrasının zaten analizini yapmaya gerek bile yok. Formalite olarak oynandı geri kalan süre.

TERCİHLER VE OYUNCU DEĞİŞİKLİKLERİ

Baskılı Arsenal takımına karşı orta sahadan top çıkartmamız gerekecekken Selçuk-Meireles-Cristian üçlüsünün merkezde olmasına ben çok anlam veremedim. Meireles arkada tek kalıp Alper sahada olabilirdi. Bunu Selçuk kötü oynadığı için söylemiyorum, aksine Selçuk kapasitesi el verdiğince mücadele etti ama işte sadece mücadelenin yetmediği bir seviyede oynandı bu maç.

Cristian için çok şey yazılabilir ve emin olun yazılabilecek şeylerin hiçbirisi bizim daha önce bu blogda yazdığımız şeylere benzemeyecektir. Hiçbir şey söylemek veya yazmak istemiyorum bu konu hakkında.

Meireles ise resmen piyasa maçı oynadı. İlk maçtaki Meireles'le bu maçtaki Meireles arasında dağlar kadar fark vardı. Maç seçen oyuncularımız daha önce de oldu ama bir şekilde rayına girdiler. Meireles iyi bir profesyonel ve bu çizgide devam etmesi kendisinden beklenen esas şey. Umarım bu çizgisini koruyabilir veya koruması sağlanır.

Alper'in 65 dakika kenarda beklemesine, iyi oynayan Kuyt'ın da oyundan çıkmasına pek anlam veremedim açıkçası. Gerisiyle ilgili çok bir şey söylemek istemiyorum, ki söylenecek çok bir şey de yok zaten...

SONUÇ

İlk resmi maçtan beri Ersun Hoca'nın kafasındakini, sahaya yansıtmak istediğini anlamaya çalışıyorum, empati yapmaya çalışıyorum, "bir bildiği vardır" diye yaklaşmak için ciddi anlamda uğraşıyorum ama hiçbir şekilde bir sonuç alamıyorum. Hoş, sorun bence Ersun Hoca'da değil, çok daha başka yerlerde.

Bu kadar sorumsuz ve yılgın bir oyuncu grubunu biz son 10 senede 2 kez gördük. Biri 2002-03 sezonunda zirvenin çok uzağında kalındığında, diğeri de 2008-09 sezonunda Aragones yönetiminde. İki sezonda da sahaya konulan futbol utanç vericiydi ve sonu revizyonla bitti. Bu sezonun o yönde gitmesini engellemek için fırsat var önümüzde. 08-09 yerine Zico'nun ilk sezonundaki o dokunuş yapılabilir takıma, ama bunun için de önce güçlü bir yönetim ve Aziz Yıldırım gerekli ki, onlar da ortalıkta yoklar. Ortalıkta olanların da dertleri başka...

Ben çok istememe rağmen olumlu bir gelecek şu anda göremiyorum. İnanmak istiyorum ama mantığım buna henüz elvermiyor.

Şöyle bir son 20 güne dönüp baktığımızda tablo gerçekten korkunç. Sabrımız her gün daha fazla sınanıyor ve bir de CAS kararı var beklediğimiz. Tabloya şöyle bir bakalım:

* Galatasaray'a Süper Kupa'yı kaybettik.
* MNG Kargo kulübe sponsor oldu.
* Konyaspor karşısında son 15 dakikada 0-2 giden maç 3-2 aleyhimize sonuçlandı.
* Emenike'nin Emre Bol imzalı röportajı yayınlandı.
* İki Arsenal maçında futbol namına ortaya bir şey koyamayıp, gol atamadan, 5 gol yiyerek Şampiyonlar Ligi'nden elendik.

Tablo ortada. Allah beterinden saklasın.

Devamını oku...

22 Ağustos 2013 Perşembe

Şampiyonlar Ligi Play-Off: Fenerbahçe - Arsenal: 0-3: Fiyasko






Galatasaray maçındaki 120 dakikalık işkencenin üstüne Konya maçındaki 2-0'dan maç verme rezaletini ekleyince bugün takımın en azından reaksiyon göstereceğini ve işi daha sıkı tutacağını bekledik ve beklentilerimizi mükemmel bir şekilde boşa çıkardı gerek sahadakiler, gerek de Ersun Hoca.

90 dakika futbol adına tek bir olumlu noktanın daha olmadığı bir maçı geride bıraktık. Ben izlerken, yazarken çok üzülüyorum, çok sinirleniyorum, gece uykularım kaçıyor ama görünen o ki sahaya bir şey koymasını beklediğimiz insanlar pek o havada değiller.

Maçın çok fazla analizini yapmaya da gerek yok aslında. Neyin ne olduğu ortada. Sahada yürüyen futbolcular ve doğru hamleleri ne yazık ki yapamayan bir teknik direktör. Sonuç da böyle oluyor haliyle.

İLK YARI

Her halinden ne kafa olarak, ne de fiziksel olarak bu maça hazır olmadığı belli olan bir oyuncu grubu izledik. Geçen sezon da Şampiyonlar Ligi ön eleme maçlarını deneme tahtası gibi kullanmış ve sonuçta acı bir şekilde elenmiştik. İşin kötüsü biz geçen sezondan derslerin çıkarılmasını beklerken bu sene işlerin daha kötüye gittiği gerçeğiyle karşılaştık.

Rakibin topla oynayacağı, iyi bir pas takımı olduğu, kadrosundaki temel pas istasyonu olmamasına rağmen yine de bildiğinden vazgeçmeyeceği bilinen bir şeydi. Yıllardır böyle oynayan bir rakip varken bizim buna önlem almaktan dahi aciz olduğumuz ortaya çıktı.

Konyaspor bile ligin ilk haftasında ceza sahasında ve etrafında topla en çok oynayan takım olmuşken ve bunun işlemediği görülmüşken biz rakibin rahat rahat çıkmasına izin verdik. Birbirinden kopuk hatlarımız sayesinde de Arsenal çok rahat top dolaştırdı, biraz dikine oynayınca da pozisyona girdi. Açıkçası ilk yarıyı 0-0'la geçmemizi ben şans olarak değerlendiriyorum ama şans işte her zaman yanınızda olmaz ve bunu ikinci yarıda acı bir şekilde tecrübe ettik.

0-1

Gol bağıra bağıra geldi zaten. Bu kadar ceza sahasına yakın topla oynayan herhangi bir takım eninde sonunda golü bulur. Konyaspor 15 dakikada 3 tane atmıştı, Arsenal sadece biraz daha zamana yaydı bunu. Geçen sezon sürekli yediğimiz arka direk golünü yine yedik. Laçka olan bir sol kanat, yerini kaybeden savunma oyuncuları, geciken bir sağ bek ve rakibin sol bek/kanat oyuncusunun arka direkte bomboş vurup golü attığı bir pozisyon daha. Geçen senenin hatası bu. Ders hâlâ alınmamış.

0-2

Orta sahadan topla çıkan merkez oyuncusuna sıfır baskı, önünü sanki vursun diye açmak ve Volkan'ın hem topa geç hamle etmesi, hem de üzerine gelen topu içeri tokatlaması. Söyleyecek söz bulamıyorum. Bu kadar göstere göstere gol atmamalı bir rakip Fenerbahçe'ye. Hem de ismi ne olursa olsun.

0-3

Maç başından beri sürekli ne zaman topla buluşsa tehlike yaratan Walcott'a uzun top, Kadlec'in gecikmesi ve yaptığı orantısız müdahale. Haklı bir penaltıyla da 3 farkı yakaladı Arsenal. Sürekli yerini kaybediyor ve ters kademesi etkisiz diye eleştirdiğimiz Hasan Ali'den geri kalmadı Kadlec, maşallahı var.

TERCİH YANLIŞLARI

Bir kere bütün resmi maçlarda sağ bek oynatılan Mehmet Topuz'u kesip Bekir'i oynatmanın mantığını ben henüz çözebilmiş değilim. Tamam Topuz kötüydü oynadığı karşılaşmalarda ama savunma kurgusu takımın en hassas noktasıdır. Hiçbir resmi maçta sağ bek oynamayan Bekir'in çat diye en ciddi rakibe karşı sağ bek başlamasına ben anlam veremiyorum. Her topu ayağına doladı, saçma sapan pas hataları yaptı ve zaten ancak da 45 dakika oyunda kalabildi. Yerine Gökhan'ın oyuna girmesini ise hiç anlamıyorum. Gökhan uzun bir sakatlıktan çıktı ve bilmiyorum açıkçası kaç kez takımla çalışma fırsatı buldu. Hazır olsa zaten ilk 11 başlardı diye düşünüyorum. Böyle bir riskin ne gereği var? Üstelik zaten hazır olmadığı ortadaydı. Bu birinci yanlış.

İkincisi orta saha kurgusuyla ilgili. Cristian Konya maçında rezaletti ve bu maç haklı olarak kesildi, bu tamam. Peki Emre? Emre de çok kötü değil miydi acaba? Formayı hak eden bir Alper varken Emre'nin oynamasını ben hiç anlamadım. Forma adaleti nerede? Orta sahada birazcık kıpırdanan Emre yeterli olmuyor işte, bunu görmüş olmamız gerek ama biz göremedik. Belki de ilk oyundan çıkması gereken oyuncuyken 90 dakikayı tamamladı. Yazık.

Yürüyen Raul Meireles ise tahminen geldiğinden beri en kötü maçını oynadı. Takımın bu kötü haline o da ayak uydurdu diyelim. Ne sertlik gösterebildi, ne o alışık olduğumuz dirençli oyununu oynayabildi, ne de top ayağına gelince topu olumlu kullanabildi. 80 dakika oyunda kalmış olması da apayrı bir durum. Onun sertliği olmayınca Topal'ın artan yükü ve orta sahanın yol geçen hanına dönmesi de kanayan yaralarımızdan bir diğeri. Tam maçında şalteri kapattı Meireles ve suça ortak oldu.

Sonrasında daha geçen hafta "takımdaki en hazır oyuncu" olduğu söylenen Emenike neden ilk 11 değildi o zaman? Hayır iştahlı başlayıp bir gol atıp kontraya yatacak olsak anlardım ama ilk yarı boyunca hiçbir şey yapmamışız, üstüne bu takımın patlama gücü en yüksek ve "en hazır" diye tabir edilen oyuncusu maça başlayamadı! Şimdi diyeceksiniz ki "ama Kuyt-Webo-Sow uyumu var geçen seneden kalma" ve ben de diyceğim ki üçü de yokları oynarken ısrar neden? Yanlışta ısrarla istikrar mı gelir? Olsa olsa kaos çıkar öyle bir durumdan.

Oyuncu değişikliklerine zaten üstte değindim ama biraz daha açmakta fayda var. Takımda hatlar arasındaki mesafe çok açıkken, santrafor Webo ileride yalnızken, Sow ve Kuyt gelip geriden top çıkartmaya çalışırken, Emre ve Meireles top bize geçtiğinde hiç ileri çıkmaya teşebbüs bile etmiyorken, beklerimiz adam gibi bindiremeyip, stoperlerimiz sürekli yüksek top atarak forvetlerimizi ıska geçmeye devam ederken topu yere indirip, rakibi yumuşak karnı olan merkezinden delmeyi hiç akıl edemedik nedense. Alper 80 dakika kenarda beklememeliydi. Keza Caner bu tarz bir rakibe karşı çok etkili olabilecek bir oyuncuydu. Biz faydalanamadık.

Hatlar arasındaki mesafe dedim. Bugün birçok kişinin takım yönetiş tarzını beğenmediği ancak öyle veya böyle bir şekilde sonuca gitmeyi beceren, bu taktiği de yaklaşık 10 sene öncesine dayanan Rafa Benitez'den bir örnek vermek istiyorum. Benitez'in en önemli olayıdır bu, geçen sene Chelsea'yi takip edenler az çok biliyordur durumu. Takımdaki hatlar biraz birbirinden kopar gibi olsun, Benitez hemen kenara gelir ve "compact!" diye bağırır. Takım biraz daha derli toplu bir şekle girer, mesafeyi daraltır ve daha iyi alan parsellemeye başlar. Biz değil alan parsellemek, yaylada yayılır gibi top oynadık. Üstelik Şampiyonlar ligi play-off turunda. İnsan gerçekten hayret ediyor...

ARTILAR

Yobo'nun daha derli toplu görünmesi haricinde artımız yok. Alves ve Topal bu sezon görmeye alışık olduğumuz performanslarını sergilediler. Kuyt da üretememesine rağmen en azından topsuz oyunda alan daraltmaya yardımcı olmaya çalıştı. Şu son cümle bile aslında durumun vahametini ortaya koyuyor. Sağ forvetiniz bir şeyler üretmek yerine geriye gelip sağ iç ve sağ bekinizin açıklarını kapatmaya efor sarfediyor. Yazık.

SONUÇ

Yıllardır sezonlara iyi giremiyoruz dedik. Geçen sezon ilk 6 resmi maçta 4 farklı sistem ve 11 kullanmıştık. Yine o çizgide ilerliyoruz açıkçası. Her teknik direktör gelip aynı hatayı yapmaz. Demek ki sorun başka yerlerde. 09-10 sezonu istisnası dışında hiçbir şekilde sezonlara iyi giremiyorsak kulüpte futbolla ilgilenen herkes şapkasını önüne koyacak ve uzun uzun düşünecek. Faydalı olmadığı sonucunu çıkartıyorsa da görevinden ayrılacak. Bunu teknik adamlar özelinde söylemiyorum. Oyuncular da düşünecek, teknik adam da düşünecek, yönetim de düşünecek ve acı gerçekle yüzleşecek. Çünkü yanlışta ısrarla istikrar değil, kaos yakalarsınız.

Taraftar bu armaya, bu renklere ve çubuklu formaya sırtını dönmez. Bu asla olmaz. Ancak dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır ki, bu armaya ve formaya layık olamayan herkese taraftar sırtını dönebilir. Bu da taraftarın verebileceği en ciddi mesajdır. Anlayana.
Devamını oku...

18 Ağustos 2013 Pazar

1. Hafta: Konyaspor - Fenerbahçe: 3-2: Hayal kırıklığı.




Değil lige, sezonlara doğru düzgün giremediğimiz gerçeği var yıllardır. 2009-10 sezonundaki 8'de 8 istisnası dışında lige iyi başlayamadığımız ve ilk yarılarda 35 puandan fazlasını toplayamadığımız da bir diğer gerçek. Böyle bakınca ligin ilk maçındaki kayıp sürpriz olmuyor. Öte yandan camianın beklentileri her zamanki gibi yüksek ve bu beklentilerin yakınından bile geçilememiş olması da büyük hayal kırıklığı yaratıyor. Hele ki geçen sezonu ligin ilk yarısında kaybettiğimiz gerçeği varken.

Birçok şekilde yenilgiye sebep aranılabilir. Suçlu gösterilebilir. "Bireysel hatalardan dolayı oldu" denilebilir. "Takım gevşedi" denilebilir ve hatta bir adım daha ileri gidip mide bulandırıcı şekilde klişeleşmiş olan "Akıllar Arsenal maçındaydı" gibi bir kılıf dahi uydurulabilir.

Ben bunları yapma taraftarı değilim. Kötü oynayanın kaybetmemesi kadar doğal bir durum yok. Hak etmeyen de kazanmamalıdır futbol biraz adaletli bir oyunsa. Fenerbahçe'nin oynadığı futbol kazanmayı hak eden bir futbol değildi. Bunu söylemekten çekinmemeli kimse. Kötüye kötü demeyi bilmeli.

İLK YARI

Genel olarak sonuç itibariyle çok fazla şikayet edilebilecek bir ilk yarı oynadığımız söylenemez. Özellikle skorun çabuk yaklanmış olması, Emenike'nin ön alandaki hareketliliği ve alan parselleme açısından takımın çok üretken olmasa dahi rakibin üretmesine engel olduğu bir ilk 45 dakika oynandı.

Özellikle vurgulamak istediğim bir nokta var. Bir takım oyunun her anında üretken olacak diye bir kaide yok. Önemli olan üretilemeyen anlarda rakibin üretmesine engel olmaktır. Bunu Galatasaray maçında 30 dakika gösterebildi Fenerbahçe. Konya deplasmanında ise ilk yarı geneline bunu yaydı denilebilir.

İKİNCİ YARI

Rüzgarın tersine döndüğü ve olumlu tek bir şey söylemenin mümkün olmadığı bir ikinci 45 dakika. Gömülerek Emenike'ye uzun top oynamak bizim skor üstünlüğünü muhafaza etme planımızsa, bazı şeyleri şöyle dikkatlice gözden geçirmekte fayda var demektir.

Nitekim rakibin gelmesine izin verdiğimiz her dakikanın bizim için büyüyen tehlikelerle dolu olduğunu acı bir şekilde tecrübe ettik. 10 kişiyle Galatasaray'a karşı kapanmanın dahi Konya'dan baskı yemekten daha karakterli olduğunu düşünüyorum. Neticede birinde adam eksikliği var ama bu maçtaki ikinci yarı oyunu kabul edilebilir bir durum değil.

"Emenike skor 2-1'ken o pozisyonu atsa bunları konuşmuyor olurduk" diyecekler de çıkacaktır. Futbolda -se/-sa pek kullanılması keyif verici olan ekler değil. Basit bir avuntudan öteye gitmiyor. O pozisyona dair tek olumlu şey ise yıllar sonra takımın kontraya o kadar çabuk kalkmış olması.

1-2

Rakip 4'ü ceza sahası içinde, 1'i de yay üzerinde olmak üzere 5 kişiyle geldiğinde bizim savunmamızın haline bakın. Hasan Ali kendi bölgesini ihmal edip ortaya gidiyor ve boş kalan ters kanattan golü yiyoruz. Çok amatörce bir gol. İlk yarı boyunca iyi alan parselleyen bir takımın ikinci yarıda rakibini üstüne çekerek böyle bir gol yemesi kabul edilebilir değil.

2-2

Tamamen Cristian'ın hatası. Bu kadar laubalilik ciddi şekilde sinir bozucu. Daha geçen hafta oyundan çıktığı için surat asan bir oyuncunun şu hareketi akıl alır gibi değil. Cristian konusunda çok fazla şey yazılabilir ama bu yazılacaklar sadece bu maç özeliyle sınırlı kalmaz. Kendisi hakkındaki fikirlerimi okuyan, takip eden herkes biliyor. Daha fazla bir şey söylemek istemiyorum.

3-2

Hatalar zinciri şeklinde gelişen bir gol. Nasıl geçen sezonki Antalyaspor maçında olduğu gibi hatanın Salih'e yıkılmasına izin vermediysek, bu maçta da aynı şekilde yaklaşmalıyız. Salih hatalı olabilir, ama kademesinde olması gerekirken rakibini izleyen bir savunma hattı varken ben faturayı Salih'e kesmem.

TEKNİK EKİP

Genellikle teknik ekiplere oyuncu değişiklikleri üzerinden saldırmak çok kolaydır. Kime sorsanız Alper-Salih ve Kuyt-Webo değişikliklerinin de bu maçın kaybedilmesinde direkt etkisi olduğunu söyler. Sıkıntı şu ki buna katılmamak elde değil. Pili bitmiş veya umursamaz bir şekilde sahada gezen oyuncular 90 dakikayı tamamlarken Alper'in çıkması birinci sıkıntı mesela.

Kuyt-Webo değişikliği Kuyt'ın sağlık durumundan dolayı anlaşılabilir bir durumken Webo'nun kariyeri boyunca oynadığı merkez forvet yerine sağ kanatta oynamış olmasına ise ben hiç anlam veremiyorum. Tamam, genç oyuncuları tecrübe kazanmaları ve adaptasyon için başka pozisyonlarda denemek normal bir durum ama 30 yaşını geçmiş ve kariyerini merkez santrafor olarak yapmış bir oyuncuyu çizgiye sürmenin mantığını ne yazık ki çözebilmiş değilim.

2-2'den sonra kenar yönetimin donakalması ise düşündürücü. Maçı izleyen Fenerbahçe taraftarı donakalabilir o durumda ama kenardan ateşleyici bir şey yapılmalıdır. Bir hamlenin, bir fırçanın veya en basitinden bir mimiğin dahi birçok şeyi değiştirebildiğini herkes biliyor. Hiçbir şeyin yapılmamış olması ciddi şekilde can sıkıcı.

TERCİH YANLIŞLARI

Kendi adıma değinmek istediğim birkaç nokta var. Oyuncu değişikliklerini doğru bulmadığımı vurguladım ama özellikle de Salih konusunda birkaç şey yazmak farz oldu. Salih'in sezon başı kampı almadığını, sürekli U-bilmemkaç milli takımında oynayarak takımla antreman yapmaktan çok milli takımda vakit geçirdiğini, bunlardan dolayı adam gibi yaz tatili yapamayıp dinlenemediğini ve mental yorgunluğunu üzerinden atamadığı gerçeği var. Salih'i mental olarak biraz rahat bırakıp, fiziksel olarak güçlendirmek gerek. Ufak ufak da forma şansı vererek tekrar kendisini sahaya ısındırmak ve sonrasında yine randımanlı bir şekilde kullanabilmek bence en doğrusu, ama yine de karar Ersun Hoca'nın bu konuda.

Bir diğer şikayetim de Kuyt konusunda. % 100 sağlıklı olmayan hiçbir oyuncunun değil yedek kulübesinde, maç kadrosunda olmaması gerektiğini düşünüyorum. Kuyt'ın kaşı tam randıman vermesine daha erkenden engel olmaya başlayabilir ve biz mesela 20. dakikada zorunlu bir değişiklik yapmak durumunda kalabilirdik. Geçen sene Emre'nin sakatlık durumu üzerinden eleştirdiğim konuya burada geri dönmek istiyorum. Bu fedakârlık dense de bence hiç profesyonel olmayan bir durum. Tamam, bugün Kuyt durumuna rağmen iyi sayılabilecek bir oyun ortaya koymuş olabilir, ama tam randıman veremeyen bir Kuyt yerine kendisini göstermeye ihtiyacı olan başka bir oyuncuyu sahada görmeyi tercih ederim.

ARSENAL MAÇI ÖNCESİ

Maç seçen ve reaksiyon takımı olarak gördüğüm oyuncu grubumuzun işleri mutlaka daha sıkı tutacağı ve daha fazla motive olacağı bir karşılaşma olacaktır. Tablo karanlık olduğu için bu maçın bir çıkış maçı olarak görüleceği gerçeği de var. Ancak resmi maçlar göz önünde bulundurulduğunda ilk Salzburg maçında 15, ikinci Salzburg maçında 30, Galatasaray maçında yine 30 ve bu maçta da 45 dakika diri görünen bir Fenerbahçe'nin, topla oynamayı seven, baskılı ve atletik bir takım olan Arsenal karşısında daha henüz sezon başında maç boyunca kendi kapasitesinin üstüne çıkması gerek. Bu mümkün mü? Tabii ki mümkün, ama geride kalan maçlara bakıldığında bunun olabileceğini düşünmek biraz fazla pembe tablo çizmek olur. Ha "Arsenal'in çok önemli eksikleri var" diyenler de çıkacaktır. 4 değil 14 oyuncusu da eksik olsa, rakip her sene Şampiyonlar Ligi'nde iyi kötü bir şeyler yapan Arsenal. Bunun farkına vararak yorum yapmakta fayda var.

SONUÇ

Olumlu bir şey göstermenin mümkün olmadığı bir maçtan haklı bir mağlubiyetle ayrıldık. Daha fazla bir şey söylemek mümkün değil. Ersun Hoca'nın hangi oyuncuya hangi şekilde ihtiyacı olduğuna karar vermesi ve kararlarını tereddüt etmeden uygulaması gerektiğini düşünüyorum. Umarım şans yanında olur ve kötü başlangıca rağmen işleri rayına oturtarak ipi önde göğüsleyebilir.
Devamını oku...

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Sezonun anahtarı: Orta saha makinası




Topal, Emre, Salih, Alper, Holmen, Cristian, Meireles, Selçuk.
8 orta saha oyuncusu var Fenerbahçe'nin ana kadrosunda. Ve bunlardan, elbette maçtan maça farklı seçimlerle, ideal bir 3'lü bulmak gerekiyor her seferinde.
Şuradan başlamak lazım; form durumları kendilerinden beklenilen seviyede olduğunda, en azından 6'sına kimse hayır demez yukarıdaki orta saha futbolcularının. Yani bir kalite problemimiz yok. Geçen yılın belli bir formasyon ve seviyeye ulaşmış takımına yeni katılan oyuncular ve Hoca ile, intibak ve yeni rol dağılımı sürecinden geçiyoruz bence.
Ersun Yanal; teknik direktörlük kariyerinde bu rolleri bilhassa defans ve orta sahada doğru dağıtmasıyla başarı yakalamış bir hocadır, güveniyorum kendisine.

***

Gelelim sadede. Bilhassa dün akşamki süper kupa maçında sırıttı orta saha problemi. Uzun top şüphesiz bir taktikti, başarılı uygulamasıyla ilk Benfica maçında olduğu gibi, ama o taktik; orta saha 3 pas yapamadığı ve top tutamadığı için tek plan haline dönüştü maç içinde. Ersun Yanal'ın futbolculara ileri 3'lüye şişirin talimatı vermediğine eminim zira.
Demek ki dün orta saha seçimi ya da form durumlarında bir sıkıntı vardı.
Maçtan önce standart form düzeyinde ideal 3'lünün Topal, Emre, Meireles olduğunu ve Emre'nin formsuz, Meireles'in cezalı olmasının ana planı bozabileceğini söylemiştim.
Öyle oldu. Cristian kontrol oyununda her daim zayıf ve maç içinde düşen bir grafiğe sahip. Emre ise form tutana kadar kenarda kaptanlık yapmalı, bana göre.
Ki; hal böyleyken özellikle maçın 2. yarısında teslim ettik orta sahayı rakibe. Geciken Alper ve Caner değişiklikleri dinamizm ve atak zenginliği getirdi hemen. Ama topu 3 direğin arasından geçiremedik bir şekilde.

***

İdeal 3'lüyü nasıl bulacağız peki?
Bu formasyonda, yani geçen yılın aksine ters üçgende; iki stoper önü Topal şart. Kesici ve süpürücü rolünde. Yedeği önce Meireles, sonra Selçuk olabilir bence.
Ön libero, yani Mehmet Topal önü iki futbolcunun rol dağılımı/seçimi daha kritik. Zira oyunu bu 2 oyuncu kuracak. Moda tabirle "box-to-box" iki oyuncu gerekli burada, iki yönlü kısaca. Adaylar Emre, Salih, Alper, Cristian, Meireles ve Holmen. Fazlalık da burada galiba. Ama biz bir prensip oluşturmaya çalışalım isimden ziyade.
Futbol görüşüme göre; böyle bir 3'lü orta saha formasyonunda, Topal önü box-to-box'lardan birinin topla kat eden, dribling yapabilen, diğerinin ise distribütör yani dağıtıcı olmalı.

***

Dağıtmaya çalışalım o zaman rolleri:
Standart, beklenilen, alışılmış form düzeylerinde;
Topal: Kesici, süpürücü ön libero. 
Emre: Kat eden, dribling yapan box-to-box.
Meireles: Dağıtıcı. Pas merkezi.
Mevcut form düzeylerinde:
Topal: Sabit.
Alper: Kat eden, dribling yapan box-to-box.
Meireles: Sabit.

Form durumları ve ceza/sakatlıklara göre sıralama yapacak olursak:
Kesici/süpürücü ön libero: Topal ◊ Meireles ◊ Selçuk
Kat eden/dribling yapan box-to-box: Emre ◊ Alper ◊ Cristian (?)
Dağıtıcı/pasör box-to-box: Meireles ◊ Salih ◊  Holmen (?)
Holmen ve Cristian benzer oyuncular ve iki box-to-box rolünün düşük ortalamalı karışımı. Ancak; Topal, Emre, Alper, Salih, Meireles bu rol paylaşımı için ideal oyuncular.

***

Form durumu ve ceza/sakatlıklara göre dedik ya, dün akşam nasıl bir 3'lü tercih ederdim mesela?
Kesici/süpürücü ön libero: Topal
Kat eden/dribling yapan box-to-box: Alper
Dağıtıcı/pasör box-to-box: Salih
Yaş, tecrübe ve sair değişkenler bir kenara; işin tekniğinde, ideal rol paylaşımı yukarıdaki gibi olurdu bana göre. Ve pozisyon ile roller optimum dağıtıldığında, mevki ve bireysel performansların maksimum verime ulaşacağına inanıyorum bu şekilde.
Bu şekilde delebilirdik rakip orta sahayı, bu şekilde açabilirdik oyunu ayağımızda top tutup, bu şekilde besleyebilirdik ilerideki 3'lü makinayı. 
Bence.

***

Giderek basketbola yakınsıyor futbol.
Artan maç sayısı ve buna bağlı geniş kadro ile rotasyon; rollerin belirlenip verimli paylaşımını zaruri kılıyor.
Ve genci yaşlısı demeden tahtaya yazıp bu rolleri, işin temeli mental hazırlığı peşinen sağlamış oluyor.

Top Ersun Yanal'da.
Bir kez daha belirteyim.
Güveniyorum.
Devamını oku...

Süper Kupa: Galatasaray - Fenerbahçe: 1-0: 120 dakikalık işkence





İlk 30'da oyunda üstün olduğumuz, sonrasında 10 kişi kalana kadar üstünlüğü verdiğimiz, 10 kişi kaldıktan geri düşene kadar da kontrolü tamamen kaybettiğimiz bir maç. Yine reaksiyon takımı kimliğinden kurtulamamak ve 120 dakikada planlı programlı bir şekilde oynayabildiğimiz toplamda 30 dakikanın olması. Rakip Galatasaray olunca daha da çok göze batıyor haliyle. Üstelik rakip bu kadar kötü durumdayken bu oyun çok büyük soru işaretleri yaratacaktır.

İLK YARIM SAAT

Benim kafamdaki ideal 11 olmamasına rağmen oyuna iyi başladığımızı söylemek yanlış olmaz. Tempo düşüktü ve oyun bizim alışılmış pas karakterimize çok müsaitti. Bu sürede rakibe çok fazla alan bırakmadık. Daha 30. saniyede Bekir'in, 3. dakikada da Alves'in geriden attığı uzun toplar aşağı yukarı oyun planımızın nasıl gelişeceğinin göstergesiydi. Mehmet Topal'ın bu esnada hep iki stoperin arasına gelmesi ve beklerin oyuna katılımıyla birlikte daha çok bir 3'lü savunma takımı gibiydik. Kuyt ve Sow'un gezgin yardımcı santrafor rolleriyle de 3-4-3'ü andıran bir takım vardı sahada.

Bu süreç içerisinde rakibin bir tek Mehmet Topuz'un bireysel hatasından kaynaklanan bir pozisyonu var. Mert bu pozisyonu mükemmel bir şekilde engelledi ve maç içerisindeki çıkarttığı sayısız kritik toplarda da bu pozisyonun özgüvenini artırdığını söylemek gerek. 4 dakika sonrasında Sow'un ayaklarının birbirine dolanmasıyla da enerjmiz düştü ve seken hiçbir topu alamamaya başladık.

10 KİŞİ KALANA DEK

Oyun anlamında sahaya hiçbir şey koyamadığımız bir bölüm oldu. Merkez orta saha bolluğunda Meireles'in bir maç eksik olması bize bu kadar pahalıya patlıyorsa o zaman aynı sertliği sahaya koyabilecek Holmen'in neden lisansında bu kadar gecikildiğine ve neden eldeki fazla yabancıların gönderilemediğine değinmek gerek. Cristian 30'dan sonra sahadan resmen kayboldu, Emre pres yapmayı bıraktı ve ön alana da atılan her top rakip savunmadan sekip geri geldi. İleri üçlü de arkadan destek gelmeyince sadece uzun toplara koşup kendilerini hırpaladı. Cristian'ın ve ileri üçlümüzün pas tercihlerinde yaptıkları hatalar da baskıya davetiye çıkartan diğer etkenlerden.

Rakip biz çıkmayınca doğal olarak daha çok topla oynayıp, daha çok kalemize gelmeye başladı. Bruno Alves'in kritik müdahaleleri ve Mert'in kurtarışlarıyla hasar görmeden ilk dalgayı atlattık. Alves'in önce amatörce gördüğü ilk sarı, ardından da Emre'nin lüzumsuz bir şekilde 3 kişinin arasına girdiği topta kontrayı kesmek için yaptığı canhıraş müdahaleden gördüğü ikinci sarıyla da gardımız tamamen düştü.

MERT GÜNOK

Volkan'ın yokluğunda kendisine güvenmeyenler, "yerini dolduramaz" diyenlerin yüzünü kara çıkartmakla kalmayıp, kendisine güvenenlere de haklı bir gurur yaşattı. Bugünün belki de takım adına tek ve en büyük kazancı oldu. Benim kişisel görüşüm Volkan'dan çok daha büyük bir potansiyele sahip olduğu ve sürekli forma şansı verilirse mutlaka formayı alabileceği yönünde. Kendisini hazır tutmuş olması en büyük artısıydı bugün Mert'in. Kocaman bir bravo.

KIRMIZI KARTTAN SONRASI

Genellikle takım bir kişi eksik kalınca teknik direktörler oyuna müdahale etme ihtiyacı duyarlar. Ersun Hoca Alves atıldıktan sonra değişiklik yapmak için bir hayli bekledi. Topal'ı stopere çekerek 4-4-1'e döndük ama bu Emre etkisizken orta sahayı tamamen rakibe teslim etmek anlamına geldi. Kadlec-Webo değişikliğiyle birlikte Topal orta sahaya dönünce nispeten daha etkili olduk ama Kuyt'ın solda, Alper'in sağda olduğu bir düzenin bize pek bir faydası olmadığını ilk Salzburg maçında zaten görmüştük. Caner değişikliğinin gecikmesi ise teknik heyet adına eksi puan. Topla çıkmayı veya yerden oynamayı deneyen tek oyuncu Alper'ken, bir ikincisinin bize çok artısı olurdu.

ARTILAR

Mert'i uzunca yazdım, zira maçın adamıydı kendisi. Bunun dışında atılana kadar Alves'in yine savunma liderliğini eksiksiz yerine getirdiğine değinmek gerek. Hasan Ali'nin sol bek performansı, Kadlec'in de stoperde rahatlıkla görev yapabileceğini göstermesi artılarımız. Alper'in de yanında Meireles sertliğinde bir oyuncu olunca daha dirençli ve rahat bir şekilde ileri çıkışlarını artıracağı gerçeği var. Bunları bir kenara yazıp, üstlerine eğilmek gerek.

EKSİLER

30'dan sonra düşen Emre ve Cristian ve kötü tercihler yapan ileri üçlümüz. Kuyt da Webo da bugün kötü pas tercihleri yaptılar. Sow da tamam pozisyonlara girdi ama onun da maksimum fayda sağladığını söylemek güç. Bir de Mehmet Topuz konusu var ki, o da Kayserispor'da merkez orta saha oynayan bir oyuncu sağ bekte ne kadar iyi oynayabilirse o kadar iyi oynuyor. Alternatifsizlik umarım canımızı yakmaz demiştim ama yaktı ve Gökhan dönene kadar da yakmaya devam edecekmiş gibi görünüyor.

CRISTIAN VE EMRE

Cristian konusunda fikirlerim belli ve hiçbir değişiklik yok bu konuda. Salzburg maçında da 30 dakika oynadı, bugün de ilk 30 dakika biraz oyunda gözüktü. Sanki çok iyi oynuyormuş da adaletsiz bir şekilde oyundan çıkmışçasına koyduğu tavır hiç hoş değil. Başkası yapsa yemediği laf kalmamıştı. Profesyonelliğe yakışan bir durum değil bu. Kendisini toparlamalı, çünkü futbolda, özellikle de saha içinde duygusallığa pek yer yok.

Emre ise sakatlıktan yeni çıkıp oynadığı için yetersiz kalması normal, ama yüzde yüzünü veremeyecekse oynamamasında fayda var. Emre sağlıklıyken takım için faydalı ama kuvveti yerinde değilken de faydadan çok zararı var. Alves'in kırmızısından önce kaptırdığı top ve maç içerisindeki tercih hataları da bunlara örnek. Sağlıklı ve zinde bir Emre zaten formayı kaptırmaz, ama kendisi gibi değilken de yedek kalabilmeli. Hadi bu maç alternatifsizlikler vardı, ama bundan sonrası için bazı şeyleri düşünmek gerek.

TEKNİK EKİP

Ersun Hoca'nın oyuna müdahelelerinin açıkçası bende hayal kırıklığı yaşattığını söylemem gerek. Tamam, bu üçüncü resmi maçıydı ama takımla sürekli çalışan da kendisi. Bazı şeyleri daha net görmesini ve hamle etmesini beklerdim. Umarım bu yenilgiyi ve yenilgi bağıra bağıra gelirken nelerin ters gittiğini dikkatlice gözden geçirir ve bu hatalardan ders alır. Zira oturduğu koltukta her kim oturuyor olursa olsun hata yapma lüksü bildiğiniz gibi pek yoktur.

SONUÇ

Resmen işkence olan bir 120 dakika izledik. Rakip bu kadar kötüyken bizim sadece 30 dakika diri görünmemiz ve hata yapmaya çok müsait olan savunmalarına ancak geriye düştükten sonra yüklenmeyi akıl edebilmemiz düşündürücü. Her şey reaksiyon demek değildir. Maç içinde geri düşüp maçı çevirmek belki kulağa da güzel geliyor olabilir ama biz 3 sezondur ciddi şekilde geriye düşüyoruz ve sadece bir sezonda, onda da çok çok ekstra bir performansla rakibi yakalayıp ipi göğüslemeyi başardık. Hatalardan ne kadar erken dönülürse o kadar bizim yararımıza olur. Belki eksikler dönünce işler rayına girecektir, ama Fenerbahçe'nin böyle etkisiz ve silik bir karakter koymasının bahanesi olamaz, olmamalı.
Devamını oku...

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Şampiyonlar Ligi 3. Ön Eleme Turu: Fenerbahçe - RB Salzburg: 3-1: İki farklı portre





45 dakika dolmadan fişin çekildiği ama ikinci 45'in de bir o kadar rahatsızlık verici olduğu bir maç izledik. Oyun kalitesinden ziyade skorun ve turu almanın önemi büyüktü ve bu alındı. Buraya kadar her şey güzel, ama bu yine de 2. yarıda oynanan kötü oyunu gölgelemiyor.

Taraftar olarak genellikle olumsuzu görmeyi ve Fenerbahçe üzerinden efkâr yapmayı seviyoruz, bu bir gerçek. Ben de çok söyleniyorum, "ama niye?" diye soruyorum ve çoğu zaman da cevap alamıyorum. Yine de henüz daha 2. resmi maçı oynamış bir takımı ne göklere çıkartıp umut dolu mesajlar vermenin, ne de yerin dibine sokup hakaretler etmenin zamanı.

0-1

Rakibin nereden yükleneceğini artık sağır sultan dahi biliyordu. Topuz-Yobo arasındaki boşluğa yine topu geçirmeyi başardılar. Topuz da Yobo da toptan uzaklaşmak yerine alanı daraltmaya yönelseler belki bu pozisyonu başlamadan engelleyebilirlerdi. Alves'e faul yapıldı, Kadlec de ters kademeye gecikti. "Ters kademesi yok" diye eleştirilen Hasan Ali'nin kesemeyeceği bir top değildi bu ama.

1-1

Çabuk reaksiyon verdik. Bu golde Cristian'ın hakkını teslim edelim ilk başta. Topu aldı, rakibi geçti, topu aktardı ve pozisyonun doğmasını sağladı. Kuyt'ın ribaundu alıp topu Meireles'e kazandırması ve onun da jeneriklik vuruşu cidden enfesti.

2-1

Skoru eşitledikten sonra da hız kesmedik. Sanıyorum Ersun Hoca rakibin direncini erken kırmak için baskıyı ilk baştan uygulama niyetindeydi. Geçen hafta da değindiğim rakibin gol yedikten sonra demoralize olma durumunu lehimize kullanmayı bildik. Sow'un topu alışı, dönüşü ve vuruşu adeta Dennis Bergkamp'ın yıllar önce attığı o müthiş golü anımsattı.

Skor 3-1'e gelene kadar rakip yine iki kez al verlerle önde yakalanan Topuz'un arkasına sarkmayı denedi. İlkinde bunu yapsalar da ikincisinde hamleyi önceden sezen Sow kademeye girerek buna engel oldu. Bu esnada topsuz oyundaki pres şiddetimizin ve alan parsellemenin geçen maça oranla çok daha iyi ve doğru yönde olduğunu vurgulamakta fayda var.

3-1

Yine güzel bir organizasyonla golü attık. Bu sefer Sow Webo'yu şahane besledi. Geçen sezon da değindiğimiz Yorke-Cole ikilisini andıran uyumlarından faydalanarak savunmayı ters ayakta yakaladılar.

Meireles'in zorunlu değişikliği ve Mehmet Topal'ın önce hatalı geri pasla yürekleri ağza getirip, sonra çizgiden şahane çıkardığı topla da ilk yarıyı bitirmiş olduk.

İKİNCİ YARI

Futbol adına bir şey koyduğumuzu söylemek mümkün değil. İlk yarı yine istekliydik, rakibi karşılama mesafemiz kendi kalemizden uzaktaydı ve orta sahada direnç gösteriyorduk. Meireles'in oyundan çıkışının orta sahamızın sertliğini etkilediği bir gerçek ama oyun merkezimizin geriye gelmesi ve değişiklik haklarımızı nispeten daha geç kullanmış olmamız rakibin daha etkili gözükmesine sebep oldu.

Volkan ve Bruno Alves oyun bizim yarı alanımızda daha çok oynanınca haliyle çok göze battılar. Volkan'ın çıkarttığı net pozisyonlar, Alves'in de oluşmadan kestiği çok önemli ataklar var. Skor tabelasına yansımamış olması da bunun can sıkıcı olduğu gerçeğini değiştirmiyor açıkçası.

Rakibin 4'e 4 gelip uzaktan şut atmayı tercih etmesi, gol bölgelerindeki beceriksizlikleri ve Volkan'dan dönen toplarda etkisiz kalmaları da bizim şansımız diyelim.

İkinci yarıdaki ilk ve tek organize atağımızın 84. dakikada geldiğini göz önünde bulundurursak ofansif anlamda koca bir sıfır yazmak sanırım yanlış olmayacaktır. Skorun ve turun alınmış olması 45 dakikalık kötü oyunun göz ardı edilmesine kısa süreli olanak sağlayabilir ama bu uyarı sinyalini alıp gerekeni yapmamız şart.



PLAY-OFF TURU

Muhtemel rakiplere şöyle bir bakınca ciddi anlamda tablo çok karanlık ve zorlu görünüyor. Bu senenin böyle gelişeceğini Mayıs ayında ön elemelerle ilgili yazıda vurgulamıştım. Muhtemel rakipler yarın netleşecek ve PSV, Metallist ve Zenit üçü birden kaza yapmadığı takdirde Arsenal, Lyon, Milan ve Schalke'nin yanına eklenecek 5. en yüksek puana sahip takımdan biriyle eşleşeceğiz. Bekleyip göreceğiz neler olacağını hep birlikte.

SÜPER KUPA FİNALİ ÖNCESİ

Öncelikle bu 90 dakikada sahaya konulan oyunun süper kupa maçında yetmeyeceğini söylemekte fayda var. Rakip Salzburg'la benzer özelliklere sahip. Ön alanı etkili, topsuz oyunda hareketli ve ısıran bir yapıdalar ancak savunmaları defolu. Yani rakibin topla oynamasına izin vermek başa bela almak demek. Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'si son maçta saha içinde hem skor, hem de oyun üstünlüğünü sağlarken önde basmış, rakibi sürekli hataya zorlamış, geri düşmesine rağmen de maçı çevirmeyi bilmişti. İşleyen bir mantalite var ancak o mantalitenin kilit orta saha oyuncularından Meireles'ten cezası sebebiyle faydalanamayacağız. Emre'nin de kendisini toplamasını beklerken tekrar problemler yaşaması bu bakımdan can sıkıcı. Nitekim Alper ve Cristian ikilisi Salzburg karşısında bile yumuşak kaldılar.

Benim süper kupa maçı için önereceğim kadro ise aşağıdaki gibi:


                                    


SONUÇ

Kazanma alışkanlığı edinmemiz adına iyi bir adım atmış olduk. Şimdi devamını Galatasaray'ı yenerek getirmemiz gerekiyor. Süper kupa sezona psikolojik üstünlükle girmenin yanı sıra yakalanacak momentum ve takımın play-off turu öncesinde depolayacağı özgüven göz önünde bulundurulursa çok önemli olacak.

Yazının başında da vurguladığım gibi; Henüz daha 2. resmi maçı oynamış bir takımı ne göklere çıkartıp umut dolu mesajlar vermenin, ne de yerin dibine sokup hakaretler etmenin zamanı.
Devamını oku...

3 Ağustos 2013 Cumartesi

3 Temmuz Fenerbahçe'nin ilk direnişi değil; 1960 yılına gidiyoruz!



1960 yılının mayıs ayı Türkiye için önemli bir dönüm noktasıydı.  Çok partili hayata geçiş ile iktidara gelen Demokrat Parti’nin onuncu yılı dolmak üzere iken, ihtilalin ayak sesleri  duyulmaya başlanmıştı. Özellikle gençliğin güvenini ve desteğini arkasına alan ordu, ‘ordu – gençlik elele ‘ sloganları ile yönetime el koyarken, her siyasi iktidar gibi askeri yönetim de iktidarını halka benimsetebilmek adına spora el atmış, özellikle büyük kulüpler ile ilgili çalışmalara başlamıştı.

Bu noktada öncelikli hedef kulüp yönetimleriydi. Demokrat Parti iktidarı yıllarında üç büyük kulübün başkanlıklarına partili isimler getirilmişti. Askeri yönetim bu durumun devamına müsaade etmemek adına kulüpleri olağanüstü kongreye çağırdı.

Fakat bunun öncesinde dikkate değer ve belki de kongre kararının alınmasını etkin kılan bir olay gerçekleşti. Yalçın Doğan’ın Fenerbahçe Cumhuriyeti isimli kitabında okuduğumuz üzere; ihtilalden hemen hemen bir ay sonra dönemin Sıkıyönetim Komutanı Cemal Tural, Fenerbahçe Spor Kulübü'nü ziyarete gelir. Bu ziyaret sırasında müzede bulunan Adnan Menderes fotoğrafını görür ve hayli sinirlenir. Derhal fotoğrafın kaldırılmasını ister. Bunun neticesinde görevliler tarafından fotoğraf kaldırılır. Fakat ertesi gün Faruk Ilgaz fotoğrafı yerine tekrar asar. Böylece Başkanları Medeni Berk gözaltında iken,  Fenerbahçe ihtilale karşı ilk tavrını belli etmiş olur.

Yine aynı kaynaktan edindiğimiz ve gazete arşivleri ile desteklediğimiz bilgilere göre aynı sıralarda askeri yönetim bir futbol turnuvası düzenler. Milyonların yönetimine el koyan hüküm etme sahipleri, kendilerini halka benimsetmek adına böyle bir yolu tercih etmiş olabilir. Orgeneral Cemal Gürsel adı verilen turnuvaya 12 kulüp katılır.



Turnuvanın sonucunu 3 Temmuz 1960 tarihinde oynanan Fenerbahçe – Galatasaray derbisi belirler.  Lefter’in attığı tek gol ile kupa Fenerbahçe’nindir.



Maç sonunda oyuncuları sırtlarında taşıyan halk bir yandan takımlarına sahip çıkmış bir yandan da farkında olmadan bir direnişe güç kazandırmışlardır.
Yukarıda bahsettiğimiz kongre kararı bütün bu olaylar üzerine temmuz ayı içerisinde alınmış ve Fenerbahçe olağanüstü kongresinde yeni başkanlarını seçmiştir.



Göreve getirilen Hasan Kamil Sporel bir yana seçilen ikinci başkan Fahri Atabey kongreye damgasını vurmuştur. Bunun nedeni o sırada Fahri Bey’in Yassı Adada gözaltında bulunuyor olmasıydı. Fenerbahçe yönetimi böylelikle bu müdahaleye karşı olan net tavrını ortaya koymuş ve tutuklu olan yöneticilerini bir anlamda yalnız bırakmamıştı.

Bütün bunlar askeri yönetimin dikkatini fazlası ile çekerken gerçekleşen birkaç hadise Fenerbahçe – İhtilal Yönetimi arasında mesafeyi iyiden iyiye açmış olacaktı. Öncelikle Fenerbahçeli yöneticilerin Yassı Adada bulunan Agah Erozan, Medeni Bek ve diğer eski yöneticileri ile halen mektuplaşması dikkatleri toplarken, sezon sonu tüm takımın bulunduğu toplu fotoğrafın imzalanarak Medeni Berk’e gönderilmesi bardağı taşıran son damla olmuştu.

Artık bu tavra tahammül edemeyen Yönetim, 1961 yılında oynanan ve bazı olayların çıktığı Gençlerbirliği – Fenerbahçe maçı sonrasında Fenerbahçeli yöneticileri Harbiye’ye çağırarak açık ve net tavırlarını göstermişlerdir.

"Fenerbahçe’yi kapatırız!’

Yıllar önce aynı sözleri General Harrington’dan duyan Fenerbahçe, ne gariptir yıllar sonra benzer şeyleri yaşamıştı. Tıpkı tarihin her alanı gibi futbol tarihi de tesadüflerle açıklanamayacak tekrarları ve zaman ne kadar değişirse değişsin siyasal mekanizmaların müdahalelerini içinde barındıracaktır.


@GAgseren


Kaynaklar:

Yalçın DOĞAN, FENERBAHÇE CUMHURİYETİ, Tekin Yayınevi: 2.basım, 1989

Milliyet Arşiv : 




Devamını oku...

2 Ağustos 2013 Cuma

Hadi bakalım: Cardozo mu, Emenike mi?


Enteresan bir transfer hikayesine şahitlik ediyoruz. Şahitlik dediysem, aslında hiçbir şey bilmiyoruz.
Biri, diğerine yem mi? Yoksa gerçekten alternatif mi, hiçbir fikrim yok açıkçası. Ersun Hoca'nın da dediği gibi, ikisi farklı oyuncular ve farklı katkıları olabilir oyun sistemimize. Kesin olan tek şey, ikisi de iyi futbolcu ve golcü.


Cardozo'yu isteyenler çoğunlukta ama Emenike'yi de isteyen hatırı sayılır bir oran var.
Herkes kalemi kağıdı almış çetele tutuyor. Emenike'nin avantajları, Cardozo'nun avantajları diye.
Hepsi doğru.

Pis ikilem.
Moda tabirle, dilemma.


Tartışmanın çapını genişletmek istiyorum müsadenizle.

Fenerbahçe'nin hangisine ihtiyacı var?

Yaş, maliyet ve sair unsurları bir kenara bırakıp, sadece teknik özellikler üzerinden yorum yapalım.
Neticede bu sezon şampiyon olmak zorundayız.

Bu soruya cevap vermek sanıldığı kadar kolay değil. Zira hangi Fenerbahçe için soruluyor bu soru?

Uzun yıllar Alex'li 4-4-1-1 oynadık.
Peşinden daha hücumcu kanatlarla 4-2-3-1'e döndük.
Şimdi kanattan vazgeçip 4-3-3 oynuyoruz.

Aslında şu gelişim bile başlı başına yazı konusu. Sağda Topuz, solda Özer ile orta saha özellikli kanat oyuncularından, ideal kanat oyuncularıyla 4-2-3-1'e oturaklı bir adım atmadan sol ve sağ forvete dönüverdik.

Klasik 10 numaraların azaldığı modern futbolda, orta saha oyuncuları artık çift yönlü olmak zorunda ya da kullanılmak isteniyor. Fenerbahçe'nin bu dönüşümünde de orta saha oyuncularının eskiye nazaran çok daha kaliteli ve maliyetli olmasının etkisi var muhakkak.

Konumuza dönelim.

"Hangi Fenerbahçe'nin hangi golcüye ihtiyacı var?" diye soralım.

Kuyt ve Sow kadroda olduğuna ve biz merkez golcü aradığımıza göre formasyonumuz 4-3-3, mutabık mıyız?
10M €'luk Sow'u tribüne göndermeyeceğimize ve golcü transferinde dönülmez akşamın ufkunda olduğumuza göre, mutabıkız. 4-3-3 oynayacağız.

Geçen sezon 2. yarı artan atak grafiğimiz ve peşinden gelen yarı finalde -bence- başarıyla uyguladığımız 4-3-3'ün merkez golcüsü kimdi?

Webo.

Bu sistemde başarılı olmamızda etkisi olduğunu düşünüyor musunuz peki?

% 100.

Nedir Webo'nun özelliği?

Çalışkan, duvar oynayabiliyor ve ceza alanında bitirici. Ancak yetenekleri kısıtlı.

Kime benziyor bu özellikleriyle?

Nobre.

Evet; Fenerbahçe'nin maliyet ve beklentilere göre en verimli iki golcüsünden bahsediyorum. Nobre ve Webo.

Ve aynı kaderi paylaşıyor ikisi de. Beğenilmediler. Varlıklarında hep bir arayış oldu. Onlar görevlerini tıkır tıkır yapsalar ve gollerini atsalar da, yeteneksiz bulundukları için kimsenin ideal 11'ine giremedi ikisi de.

Van Hoijdonklar, Kejmanlar, Anelkalar, Guizalar, Nianglar geldi, gitti.
İz bırakan 2 golcü oldu bu süreçte; ki ömürleri kısa sürdü, Van Hoijdonk ve Niang.

Van Hoijdonk ile Niang nerede?
Webo ile Nobre nerede?

Van Hoijdonk etkili olduğu ilk sezonda; solda Tuncay, sağda Serhat kanatlarıyla oynadı.
Niang ise başarılı olduğu tek sezonda; arkasında Alex, kanatlarda orta saha özellikli Topuz ve Özer ile. [Stoch ve Dia birlikte kullanılmadı hatırlarsınız. Genelde ya Özer ya da Topuz'dan biriyle değişmeli oynadılar.]

İkisi de; bir Webo/Nobre presi ve çalışkanlığında değildi. Ancak duvar oynayabiliyorlardı. Ve şüphesiz daha yeteneklilerdi.

Bu anlamda;  "Emenike mi Cardozo mu?" sorusu, Van Hoijdonk mu Niang mı? sorusuna benzer.
Sizce hangisi?
Sizi bu cevap için bekletmeyeceğim.
Twitter'da yazıyı yazarken sordum:

noavasblog
Süratle cevapları bekliyorum, yazıya yetiştireceğim. FBahçe'de geçirdikleri ilk ve başarılı sezonları itibariyle; Van Hoijdonk mu, Niang mı?
8/2/13 3:54 PM


Gelen cevaplarda büyük bir çoğunluk Van Hoijdonk diyor.

***
                                  
Yegane ortak nokta; tüm bu santraforlar, ileride tek forvet olarak kullanıldı.
Ve şimdi yukarıdaki hatırlatmalar ve başarılı olan 4 merkez golcü üzerinden sonuca ulaşmaya çalışalım.

Van Hoijdonk başarılı oldu.
Nobre başarılı oldu. [Fayda/maliyet-beklenti]
Niang başarılı oldu.
Webo başarılı oldu. [Fayda/maliyet-beklenti]


Ne Cardozo, ne Emenike; Webo ile Nobre'ye benzemez.
Cardozo onlar kadar çalışkan değildir, Emenike onlar kadar iyi duvar oynayamaz.


Cardozo, 4-3-3 ile başarılı olan Van Hoijdonk'a benzer.
Emenike, 4-4-1-1 ile başarılı olan Niang'a.

Net bir cevap bekliyorsunuz değil mi?

Sorunuza soruyla yanıt vereceğim, üzgünüm.

Ne oynayacağız? 4-3-3 mü? 4-1-4-1 mi?

Yukarıda mutabık kaldık dedim ama Ersun Hoca'nın denemeleri henüz bu kanaati netleştirmedi.
Belki de Sow'un henüz form tutmaması buna sebeptir.

Ezcümle;

Solda Sow, sağda Kuyt ile 4-3-3 oynayacaksak Cardozo.
Solda Caner ya da Stoch, sağda Kuyt ile 4-1-4-1 oynayacaksak Emenike.

Yani karar Ersun Hoca'nın.
Geçen sezonun ikinci yarısı tırmanışa geçtiğimiz 4-3-3 ile devam ederse, aradığımız pasör golcü Cardozo'dur.
Ancak 3 forvet yerine orta saha özellikli oyuncuları tercih etmeye meğilli ise, topla dönüp akabilen Emenike ilaçtır.

"İkisi birden" diyenlere cevap vermiyorum, kibarca tebessüm ediyorum.
Devamını oku...