30 Haziran 2013 Pazar

ANKET: Ersun Yanal'a güveniyor musunuz?



"Teknik direktör fobisi" olan Fenerbahçe Başkanı ve Taraftarı Ersun Yanal için de teneke çalmadan önce tarihe not düşmek için soruyoruz.

Biz güveniyoruz ve merak ediyoruz.

Ersun Yanal'a güveniyor musunuz?

ANKET SONUCU:


Devamını oku...

Tekrar eden travma, Ersun Yanal ve Gelecek planları





TRAVMA


3 Temmuz 2011'in açtığı o derin yara 25 Ağustos 2011'de durdurulamaz bir şekilde kanamış ve ne pansuman yapsak dahi fayda etmemişti. O sezon içerisinde Lefter'i kaybettik, her gün öldük ve her yeni güne uyandığımızda bir kez daha bizi öldürmek için bekleyenler sıradaydı.

Sonra 12 Mayıs 2012 geldi. Binbir türlü derde rağmen son maça taşıdığımız o sezonu acı verici bir şekilde kaybettik. Geride kalan son bir ayda doğal protesto hakkını kullanmak isteyen vatandaşın uğradığı şiddete Fenerbahçe taraftarı uğradı o gün. Bu günlerin provası 12 Mayıs 2012'de yapıldı demek yanlış olmaz hatta.

Bu noktada sanırım artık herkes kurgunun, oyunun vs adını ne koyuyorsanız işte onun farkındadır. Bu yazı işin o kısmına girmeyecek.

Bu yazıda "x suçlu, y suçsuz, komplo onun eseri, olan biten z yüzünden" demeyeceğim. Tespit yapmak, her şeyi göstermek nispeten daha kolay bir şeyler olup bittikten sonra. Bizim çözüme ihtiyacımız var ve bu yüzden de zaman bence artık önümüze bakma ve ileriyi görme zamanı.

Ha yarın bir gün tahkimden veya zamanında ülke menfaatleri için vazgeçilen CAS'tan bir karar çıkabilir ve bu yazıyı geçersiz kılabilir ama bu şu zamanın konusu değil. Biz en kötüsünü düşünelim, en kötüsüne göre hareket edelim ve ona göre geleceğimizi belirlemeye çalışalım. İhtiyaç budur şu anda.

MODEL VE STRATEJİ

Hep Türkiye'deki davada örnek gösterilen Calciopoli ve o olayın mağduru Juventus geliyor benim aklıma. Birçok Juventus nefreti sahibi İtalyan'ın bile yıllar sonra da olsa "Inter'in yükselişinde direkt etkisi var" dediği Calciopoli'nin kaybedeni Juventus. 05-06 şampiyonluğunu kaybedip, ancak 2011-12 sezonunda tekrar zirveye oturabilen ve bunu göreve getirdiği kulübün çocuğu Antonio Conte ile başaran Juventus.

Juventus'un da Calciopoli olaylarında aslında çok ciddi şekilde bizle benzer yollardan geçtiğini söylemek mümkün. Biraz hafızanızı tazelemek istiyorsanız şu yazıya gitmenizde fayda var.

Haksızlığa uğradığı hissine kapıldığımız Juve'nin ligden düşürülüp ertesi sezon geri dönüşü var ama tekrar zirveye kurulması daha önce belirttiğim gibi 6 yıl aldı. Bu esnada bir de yeni stad yaptılar, bunu da not düşelim.

Juve'nin iyi bir model olduğunu söylemek tabii ki mümkün ancak şöyle de bir nokta var değinilmesi gereken. İlk başta kendilerini Serie A'ya çıkartan Deschamps ile devam etmemeleri ve sürekli teknik direktör değişikliğine gitmeleriyle istikrardan uzaklaştılar. Belki Conte de göreve geldiğinde kredisi sınırlıydı, ama o başarılı olarak bir yol açtı. Üstelik şampiyonluğu elde edip hemen sonraki sezonda yenilenmeye gidecek kadar da cesur davranıldı. Juventus'un ikinci sezonuna eğilen bir yazım olmuştu geçtiğimiz ay içinde. Ona da buradan ulaşabilirsiniz.





"İyi de Juventus gibi küme düşüp geri gelmeye çalışmıyoruz ki?" sorusunu sormanız tabii ki mümkün. Zaten biz gerçekten şike yapmış olsak, çoktan küme düşürülmüş olmalıydık. Olayın şike olmadığını artık sanıyorum bütün Fenerbahçeliler biliyor. 2010-11 sezonunu da izlemiş olan ve futboldan anlayan herkes de olayın şikeyle uzaktan yakından alakası olmadığının ya farkındadır, ya da konuşarak anlaşılabilir durumdadır.

Benim değinmek istediğim nokta Juve'nin yaşadığı ve bizim de yaşamamızın mümkün olduğu maddi problemler ve onun doğuracağı sıkıntılar. Neticede Juventus da CL'de tepeye oynayacak kadrosunu dağıtmak mecburiyetinde kalmış, Serie A'ya yükseldikten sonra da zengin bir kulüp olmasına rağmen istediği şekilde çok flaş transferler yapamamış ve istikrarı sağlamakta zorlanmıştı.

11-12 sezonunda bir sene Avrupa'dan men edilmenin o sezon ve geçen sezon kulübün elini transfer konusunda nasıl bağladığı ortada. İlk sezon yapılan alelacele transferlerde ve geçen sezon da esas hedeflenen oyuncuların alınamamasınında maddi açıdan yaşadığımız gerilemenin direkt etkisi var.

Önümüzde karar değişmediği takdirde 2 sene Avrupa'ya gidememek ve dolayısıyla gelir kaybına uğramak var. "EL gelirleri CL'nin tırnağı bile olamaz, o yüzden pek bir şey kaybetmiyoruz." diye düşünenler varsa da zaten daha EL'de oynayarak bile sıkıntı yaşadığımızı hatırlatalım. Kadro planlaması CL'ye göre yapılıyor ve o yüzden büyük paralar harcanıyor. CL'ye katılamadığımız her sene de bizim hedeflerimizden uzaklaşmamız anlamına geliyor. Dahası bu iki senenin Avrupa puanımıza edeceği etki ortada.

Bu yüzden önümüzü iyi görmekte fayda var. Saha dışında çok şey olup biterken ve 2 yıl Avrupa'ya gidememek söz konusuyken şimdi ileride faydalanacağımız özkaynaklarımızı da üst seviye için hazırlamanın tam zamanı. Bunu bir küçülme politikası, bir feda sezonu veya sezonları gibi görmeye gerek yok. Yıpranmış ve yüksek maliyetli bir oyuncu grubuna sahibiz. Bu da gayet normal, zira CL seviyesinde bir kadro kurulmaya uğraşılıyordu. Şimdi kulübün maddi zarara uğrayacağı gerçeği de var. Bu yüzden bazı yabancı oyuncular elden çıkartılacak. Bazı doymuş yerlilerin de kulübeye çekilerek daha genç ve potansiyelli, kendini kanıtlama arzusu olan oyunculara yol verme zamanı.

Yani kısaca bir yeniden yapılanma. Bir çekirdek, bir iskelet oturtma ve etrafını işlemekle başarılabilecek bir durum.

Juventus'un ilk hamledeki başarısı ve daha sonraki başarısızlığını dikkatlice incelemek bu yüzden önemli. Serie A'ya döndükten sonra sırasıyla 3. ve 2. bitirdikleri iki sezondan sonra iki sezon üst üste 7. oldukları gerçeği var. Bunun en büyük sebepleri de yaşadıkları ekonomik sıkıntı, yeni bir stad yapma uğraşı ve teknik ekipte yaşadıkları sıkıntılar oldu. Bizim yeni bir stad yapmaya ihtiyacımız yok. Ekonomik sıkıntı bizi de vuracak o belli ve bu durumda da yapılması gereken belli. Dikkatli transferler ve istikrarlı çalışan bir teknik ekip.

Teknik direktör ve ekibe baktığınızda takımı Serie A'ya yükselten Deschamps'la yolları ayırıp, iki sezon üst üste tepeye oynamasına rağmen şampiyon olamayan Ranieri'yi de göndermiş Juventus yönetimi. Fenerbahçe ve takımı şampiyon yapamayan teknik direktörler konusuna ise sanıyorum girmeme gerek yok, zira herkes biliyor üç aşağı beş yukarı bu durumun nasıl sonuçlandığını. Çünkü söz konusu Fenerbahçe olduğunda sadece adı dahi şampiyonluğa oynayan bir takımı mutlak surette zirvede tutmak zorundasınız.




ERSUN YANAL


Aykut Hoca bıraktığından beri göreve onun geleceği konuşuluyordu. Önceki gün de resmi olarak açıklandı. Öncelikle hayırlı olsun ve Allah yolunu açık etsin. Bu takımı kim çalıştırıyorsa onun arkasında durmak ve desteklemek boynumuzun borcu. Tabii ki yanlışları olursa da eleştireceğiz ama şu an için öncelik kendisine destek olmak ve hep çalışmak istediği camiaya onun kolay ısınmasını sağlamak.

Ersun Hoca'yla ilgili yığınla yazı yazıldı ve paylaşıldı hemen. Az çok herkes de nasıl bir oyun karakterini yansıtmaya çalışacağını biliyor. Zaten Aykut Kocaman'ın takıma bıraktıklarının üstüne daha fazlasını koyabilecek ve bunu kısa vadede yapabilecek az sayıda teknik adamdan birisi kendisi.

KONTRAT, OYUN ANLAYIŞI VE İLERİYE BAKIŞ 

Kontratın 1 yıllık olması herkesin kafasında soru işaretleri yarattı.  Daha hafta içi basın toplantısında Aziz Yıldırım kongre sinyali vermişken normal karşılanabilir. Belki Ersun Hoca yeni yönetimle çalışmak istemeyebilir veya yeni yönetim Ersun Hoca ile çalışmak istemez. Bunu bilemeyiz. İşin bu kısmı tamam, ama bir de diğer tarafı var.

Daha öncesinde Aykut Kocaman da 1 yıllık sözleşmeye imza atmıştı ve bunu tekrar 1 yıllık olarak yenilemişti. Sonrasında kendisine 3 yıllık sözleşme teklif edilmişti ki görev süresini dolduramadı. Aykut Hoca'ya da saldırıldı "Başarısızlıkta kellesi gidecek" diye. Hatta aynı zihniyet Barcelona'da harikalar yaratan Pep Guardiola'ya dahi korkak sıfatını yakıştırmaktan çekinmedi bu yüzden.

Bir de işin oyuncular tarafı var. Fenerbahçe teknik direktörü elinin güçlü olduğunu mutlak surette hissettirmelidir oyunculara. Tamam Ersun Hoca'nın disiplini, takım yönetim tarzı ve oyuncularına kattıkları ortada ama futbolcu zihniyeti bambaşkadır. Eğer teknik direktörün görevde kalamayacağını hissederse oyuncular da kendilerini bırakırlar. Biz bunu Aragones döneminde yaşadık, bunu hatırlayalım.

Dolayısıyla 1 yıllık sözleşmeyi kabul eden bir teknik direktöre durumu açıklayıp tazminatsız 3-4 yıllık sözleşmeyi de kabul ettirmek mümkün olurdu. Üstelik tazminat maddesini kamuoyuna duyurma mecburiyeti de yok. Bu da Ersun Hoca'nın elini güçlendirmek olurdu. Ben söyleyeyim, bu burada dursun. Umarım geri dönüp bu yazının bu kısmından alıntı yapmak durumunda kalmam.

Ersun Hoca'dan beklenenler belli. Fenerbahçe taraftarı, ben dahil, bir hayli memnuniyetsizdir. İyi oyun olursa sonuç ister, sonuç olursa iyi oyun ister. Yani memnun etmek cidden çok zordur. Bunu teknik direktör fark etmeksizin de uygularız taraftar olarak. Zor beğeniriz, her şeyden anlarız, hepsinin en iyisini biz biliriz çünkü genel anlamda.

İkinci kez üst üste Türkiye'deki futbol sisteminden şikayetçi olan, bir şeyleri değiştirmekle uğaraşan bir teknik direktörümüz var. Anlayışı ve yaklaşımı belli. Beklediğimiz agresifliği takıma yerleştireceğine hiç şüphe yok. Toplamda 13-14 oyuncunun eline bakan takımlarla sezonların ikinci yarısında yaşadığı düşüşleri örnek gösterenler de boşa ekmek kapısı arıyorlar. Zira bu sefer kadro derinliği belki de Ersun Hoca'nın hep hayatında istediği seviyede. Alternatifleri hiç elinde olmadığı kadar zengin ve oyuncu kalitesi olarak da hayatındaki en üst düzey oyuncu grubuyla çalışacak.

Ersun Hoca'nın bundan önce akılda kalan teknik direktörlük performanslarında bir temel attığını ancak kısıtlı imkanlar çerçevesinde temelini istediği şekle dönüştüremediğini gördük. Şimdi elde imkanlar mevcut. Öyle veya böyle Türkiye standartlarının üstünde bir kadro var elinde. Tamam bu kadrodan satılacak yabancılar mutlaka var ama Ersun Hoca'nın gençlere de kazandırdığı ivme ve gelişimlerinde sahip olduğu pay da tartışılmaz.

Yazının başında Juventus-Deschamps, Ranieri ve istikrar örneğini verirken değindiğim noktaya geri dönüyoruz. Kontrattaki sıkıntım da biraz buna dayanıyor açıkçası. Bu yüzden dileğim Ersun Hoca'nın başarılı olarak hakkı olan multi-year kontratı alması.

TRANSFERLER

Aslında transfer dönemini ciddi anlamda çok iyi geçirdik şu ana kadar. Bir tek hedef santrafor eksiğimiz var ve o da kapatılacak deniyor. Ülkenin gündemini işgal eden çok daha başka şeyler olduğu için büyük çoğunluğumuz hiçbir transferle doğru düzgün ilgilenemedi bile. Ben yine de belirteyim; En azından alınan oyuncular konusunda içim rahat. Tabii buna bir de göndermemiz gereken ve göndereceğimiz oyuncular eklenince resim esas şeklini almış olacak.

Alper ve Holmen ligin en iyi ribaundçuları. Sekenleri alma konusunda biri ofansif, biri de defansif anlamda lider. Bu da az çok oynayacağımız oyunun nereye doğru evrileceğine işaret ediyor. İç sahadaki Lazio ve Benfica maçlarında izlediğimiz mantalitenin baskın olacağını söylemek yanlış olmaz. Sanırım o maçlardaki futbola da pek itiraz eden yoktu. Zira Avrupa sahnesinde uzun süredir öyle dominant bir futbol oynamamıştık o maçlara gelene kadar. Yani çıkış noktası ve hedef mantıklı.

Bruno Alves'i ne kadar çok istediğimi twitter'da takip edenler biliyor zaten. Hem özlemini çektiğimiz Lugano kadar savaşçı, hem de ondan daha düzgün bir ayağa sahip. Yaşına takılanlar mutlaka olmuştur ama stoper ve kalecileri yaşlarıyla yargılamak biraz komik kaçıyor. Bruno Alves futbolculuğunun olgunluk döneminde ve takıma çok şey verecektir.

Kadlec transferine "Hasan Ali'yi kesecek adam" diye bakmıyorum ben. Birbirleri için iyi alternatif olacaklar ve böylece ne Hasan Ali'yi kulübeye mahkum ederek gelişimini engellemiş olacağız, ne de alternatifimiz Ziegler kadar istikrarsız olacak. Bu da doğru bir hamle. Özellikle Hasan Ali'nin alternatifsizlikten dolayı kaslarında yaşadığı sıkıntıların tekrar etmemesi ve onun yokluğunda da Kadlec'in onu aratmayıp, hatta daha üstün performans göstermesi mümkün.

Bir de santrafor transferi kalıyor geriye. Oscar Cardozo ile ilgilendiğimiz neredeyse bir aydır yazılıyor. Aziz Yıldırım da son basın toplantısında "Fiyatta anlaşılırsa bu transfer gerçekleşecek" diye açıkladı. Katkısı tartışılmaz olacaktır.




BEKLENTİLER


Ersun Hoca'nın twitter adresine giden tweetlere şöyle bir genel bakış attığınızda zaten taraftarın beklentileri ortaya çıkıyor. X gitsin, 4-4-2 oynayalım vs vs diye başlıyor bir liste ve sonu gelmiyor. Tabii ki bunlar tebessüm sebebi ama mutlaka Ersun Hoca'nın kafasında bir plan vardır ve bu planı uygulamaya geçirecektir diye düşünüyorum. Yapılan transferlere bakınca da topa hakim olmayı temel prensip edinen, seken toplara hamle eden, çabuk alan daraltan ve direkt kaleye yönelmeyi hedefleyen bir takım izleyeceğimiz izlenimi var. İşin sistem ve oyuncu tercihleri konusuna başka bir yazıda değinmekte fayda var. Şimdilik sadece oyun karakteri ve temel prensiplere değinip bırakıyorum bu yüzden.

ALTYAPI

Takımın başına kim geçerse geçsin mutlaka gençlere şans vermesi ve alt yapıdan birkaç oyuncuyu A takıma dahil etmesi beklenir. Ersun Hoca'nın gençlere korkusuzca forma verdiği bilinen bir durum ancak şu şartlar altında tek sezon içerisinde bunu yapmazsa dahi anlayışla karşılarım. Çünkü mutlak surette başarı isteyen bir camiayız ve ciddi şekilde ateşten bir gömlek giydi Ersun Hoca. Uzun vadede altyapıdan maksimum faydalanabileceğine inanmakla birlikte sadece bir yıl takımın başında kalırsa bu konuda büyük beklentilere girmemekte fayda görüyorum.

AZİZ YILDIRIM VE YÖNETİM

Taraftar yine ikiye üçe bölünmüş durumda. Bir kısım kesinlikle kalmalı diyor, ne yaparsa yapsın arkasında duruyor. Diğer kısım ise "artık yeter, ama önce bilmediklerimizi anlat, sonra git" diyor. Bir diğer kısım da gerçekten güvenmek istiyor ama Yargıtay sürecinden dolayı hiçbir şeyin açıkça anlatılamayacağının da farkında. Her görüşü anlayışla karşılamakta fayda var. Zira Başkan'ı ve yönetimi istifaya bizim davet etmemiz doğal bir hak, ancak Fenerbahçe ile uzaktan yakından alakası olmayan şahısların "Aziz Yıldırım gitmeli, çünkü..." temalı yazıları ve açıklamaları ise saçmalık.

Anlaşılan o ki Başkan da Yargıtay süreci bitene kadar hiçbir şeyi olduğu gibi söyleyemeyecek ve kulübün başında olacak. Pasif bir Aziz Yıldırım Fenerbahçe için ne kadar faydalı olur, o tartışılır. Benim beklentim ise kulübün ve sporcuların hakkının saha dışında korunuyor olması. Geçen sezon olduğu kadar suskun kalınmaması ve saha içinde dışında hakkımızın yenmesine engel olunması. Bu hem sporcularımıza ve teknik adamlarımıza rahat çalışma ortamı sağlayacaktır, hem de taraftarı bir nebze rahatlatacaktır.

Devamını oku...

Kötü bir senaryo


Polyannacılığı bırakalım ve en kötüsünü konuşalım.

Fenerbahçe ve Beşiktaş ceza aldı, 15 Temmuz'da açıklanacak tahkim kararını bekliyor.
Nyon'daki duruşmalar sonrasında akılları karıştıran bilgiler var.

İsviçre'den gelen bilgilere göre, deniyor ki; "Fenerbahçe agresif, Beşiktaş uyumlu"

Doğru olabilir.
İki kulübün şartları ve pozisyonları farklı.
Beşiktaş Başkan değiştirdi ve yenilenme sürecinde, yaraları çoktan onandı.
Fenerbahçe ise tabiri caizse cenderede.

Şimdi kötü bir senaryo yazalım birlikte.

Fenerbahçe'nin cezası onanır ve Beşiktaş'ınki ertelenir ya da kaldırılır.
Gezi sürecinde taraftarların yakınlaşmasıyla Fenerbahçe camiasında kısmen kabul gören Beşiktaş'ın maçlarını Kadıköy'de oynaması kesinleşir.
Gelinen noktada Beşiktaş ön elemeyi geçerse -ki infial için bu şart değil- Fenerbahçe'nin yerine Şampiyonlar Ligi maçlarını Kadköy'de oynar.
İnfiali düşünebiliyor musunuz?

Biz millet olarak asıl meseleyi konuşmayız, önümüze atılan yemlerle oyalanırken, işin odağını kaçırırız.

Mesela;

Ünal Aysal, "Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe ceza alacak" dediğinde manipülatörlerin zehriyle, bu sanki normal ve doğru birşeymiş gibi gösterilmedi mi?
Hatta bu yüzden bile Aziz Yıldırım eleştirilmedi mi?
Sanki kurguyu Aziz Yıldırım yazdı değil mi?

Bu kötü senaryoda da ihale Aziz Yıldırım'a kalır.
UEFA'ya giden belgelerin, ÖYM'nin kararının, değişen müfettişin, müfettişin yazdığı akıl almaz raporun ve nihayetinde tahkimin yaptığı eyyamın kelimesi konuşulmaz.

3 Temmuz sonrası Yıldırım Demirören'in yaptığı ilüzyon gibi, kupa iadesi kapsamıına alınır Beşiktaş'ın -söylenenler doğruysa- uyumlu hali.

Söylenecekleri şimdiden duyar gibiyim:

"Beşiktaş uyumlu oldu yırttı, sen gittin orada da kavga ettin."

Üç aşağı beş yukarı.

Bu senaryo ile;

Hem kurguyu tehlikeye sokan Fenerbahçe Beşiktaş taraftarları arasındaki fikir birliği/yakınlaşma da daha fazla filizlenmeden bertaraf edilir.

Hem de UEFA uzlaşı gösterdi, iyi niyet ve samimiyet karşısında olumlu adımlar attı algısı yaratılır.

Ama elbette asıl mesele; Fenerbahçe büyük bir yara daha alırken, sezona her sezon suni bir şekilde yaratılan kaoslardan biriyle başlar.

***

Senaryo iç karartıcı biliyorum.
Olmasına ilk günden beri ihtimal verdiğim için, kendimi hazırlıyor da olabilirim.
Ve hiç katılmayanlar, saçma bulanlar da olabilir.

Ama biz yine notunu düşelim.
Algı tetikçiliğinin.

Ve belki "yönetimimiz" de birşeyler yapar.
Hala paralize olmadılarsa.


Devamını oku...

29 Haziran 2013 Cumartesi

Bu yazıyı okumayın


Gelin biraz kafaları çalıştıralım.

3 Temmuz Kurgusu'nu kim(ler)in, neden yaptığını öğrenmek için yanıp tutuşuyoruz malum.
Bunun için o kadar çok senaryo üretildi ki, içinde boğuluyoruz. Puzzle anahatlarıyla belli olsa da, biz sadece işin görünen yüzünü yorumlayabiliyoruz. Dolayısıyla puzzle tamamlandığında ortaya çıkacak yüzün yem olma ihtimali de var.

Bu yüzden bugün bir organizasyon şeması çizmek yersiz olur. Ama başka birşey yapabiliriz. Baktığımız pencereyi genişletip, daha yukarıdan bakabilirsek, en azından bazı şehir efsanelerinden arınabiliriz.

***

Dümenden başlayalım.

Bu konuya kafa yoran kamuoyundaki algı, "malum mevcut erkin" kurgunun herhangi bir aşama ya da pozisyonunda vazifeli olduğuna emin. Polis, savcı, hakim, medya dörtlüsüne baktığımızda, açıkçası ben de şüphe etmiyorum. Müdahil oldukları kesin. Ama kurgunun neresindeler?

Hep diyoruz ya; ÖYM'nin başlattığı/baktığı davalar Ergenekon, Balyoz, Oda TV ve Şike kardeş diye, gerçekten de öyle. 4 davanın da mimarı Zekeriya Öz. Diğer savcılar, onların çantacı gazetecileri, mahkeme başkanları, hakimler, polisler ve sair unsurların neredeyse tamamı birebir aynı.

Görülüyor ki; bu davaların tümü, organize şubeden savcısına, evrensel hukukun yapıtaşlarına muhalefet ettiği için kapatılan ÖYM'ler tarafından görüldü/görülüyor.

Biz de haklı olarak, Şike Davası'nı, Ergenekon vb. davaların yanına koyuyoruz.

Peki buradan bir sonuca varabilir miyiz?
Yani Ergenekon ve Balyoz'u tertip edenler, Şike Kurgusu'nun mimarıdır diyebilir miyiz?
Yanıt vermek için Ergenekon ve Balyoz'dan başlamak lazım.

Soralım; Ergenekon ve Balyoz sadece ve sadece iç siyasetin ürettiği/doğurduğu davalar mıdır?
Görünüşte öyle değil mi?
Bence hayır.

Evet; mevcut iktidar, bu davaların muhalefeti yok etmesi sebebiyle ciddi oranda nemalandı. Ama bu davalar AKP tarafından, AKP'nin önü açılsın -temel- amacıyla başlamadı.

Dünya genelinde ulusalcı akımlara karşı başlatılan kıyımın Ortadoğu ve Türkiye ayağıydı.

***

Bilderberg Toplantıları'nı duymuşsunuzdur.
Dünyayı yönettiğine inanılan kapalı devre bir organizasyon, her yıl ortalama 130 kişinin katılımıyla farklı ülkelerde gizli toplantılar yapar.
Devletlerin üst düzey yöneticileri ve dünyanın en büyük şirketlerinin sahipleri/CEO'ları daimi katılımcılar ve her yıl çağrılan farklı konuklar.
Her komplo teorisine inanacak değiliz elbette.
Biz de burada bir başkasını üretmeyeceğiz. Sadece resmin çerçevesini genişletmeye çalışıyoruz.

2007 Bilderberg Zirvesi Türkiye'de yapıldı.
Neler konuşulduğunu elbette bilemiyoruz. Ancak Henry Kissinger'ın zirve başlamadan önceki gece Sabancı Center'daki konuşması basına sızdı. Söylenene göre, zirvede de aynı konuşmayı yapmıştı.

Konuşmada dikkat çekmek istediğim nokta:

Kaynak: http://www.ilk-kursun.com/haber/97483


Yorum yapmadan önce Henry Kissinger'ın kim olduğundan bahsedelim.

Henry Kissinger: Katiller kapitalizminin teorisyeni
Tanımak için şu yazıyı okuyun: http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=11301
Özetle Kissinger'ın; Vietnam, Laos, Kamboçya, Şili ve sair ülkelerde yapılan katliamların teorisyeni ve 3. dünya ülkelerinde meydana gelen onlarca askeri darbede parmak izi olduğu iddia ediliyor.

Hizmet ettiği asıl amaç ise:



Geri dönelim ve 2007'de Türkiye'de söylediği aşağıdaki cümlesini yorumlayalım.


"Dünyanın yeni durumuyla baş edebilmek için milli ve tarihi meseleleri aşmak gerekmektedir. Bunu ABD'nin kendi görüşlerini empoze etmesi olarak algılamayın."

Son görevi ulusalcı akımın tüm dünyada yok edilmesi olan Kissinger; milli ve tarihi meseleleri bırakın diyor 2007'de. Ümraniye'de ilk silahlar çıkmadan önce. Ne?

Henry Kissinger 2 Haziran 2007'de Sabancı Center'da yukarıdaki konuşmayı yapıyor ve 10 gün sonra;

12 Haziran 2007'de bir ihbar üzerine Ümraniye'de bir gecekonduda operasyon yapıldı. 27 adet el bombası, TNT kalıpları ele geçirildi. Gecekondu sahibi ve yeğeninin ifadeleri üzerine soruşturma başlatıldı.

12 Haziran 2007; Şevki Yiğit adlı şahsın ihbarı ile bulunan el bombaları, Ergenekon başlıyor: http://tr.wikipedia.org/wiki/Ergenekon_soruşturması_kronolojisi

20 Ocak 2010; Taraf Gazetesi'nde Mehmet Baransu'nun ihbar niteliğindeki haberi ile Balyoz başlıyor: 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Balyoz_(darbe_planı)

***

Küçük notlar ile devam edelim.

Ergenekon soruşturmasını Zekeriya Öz, Balyoz soruşturmasını Mehmet Berk adlı savcılar yapıyor.
Ancak Balyoz soruşturmasının -adeta- mimarı tanıdık bir isim: Mehmet Baransu.

Kaynak: http://www.radikal.com.tr/turkiye/balyozun_bavulu_savciliga_geldi-977493

5000 sayfa belge, o gün 32 yaşında olan bir gazeteciye kimliği belirsiz bir kaynaktan geliyor. Ve o, bunu önce ihbar niteliğinde haber yapıyor, ardından bavulu savcılara teslim ediyor. 22 Şubat'ta da 49 subayın gözaltına alınması ile Balyoz süreci resmen başlıyor.

***

Aradan zaman geçince unutuyoruz değil mi?
Oysa en uzağı bundan 6 yıl önceydi.

Aynı kişiler.
Aynı yöntemler.
Aynı kadro.
Aynı koro.

Acı bir gülümseme ile devam edelim.

****

Bu detaylara neden girdik?

Ergenekon, Balyoz ve Şike kardeş dedik ya; bunun için tarihte küçük bir yolculuğa gittik.
Ve Şike Davası hakkında yorum yapmadan önce, kardeşleri Ergenekon ve Balyoz'a göz atalım dedik.

Soru şuydu: Ergenekon ve Balyoz iç siyasetin ürettiği/doğurduğu davalar mıdır?
Cevabı şu ana kadar yazdıklarımız vermiş olmalı.

İddiaya göre;

Kissinger'ın tüm dünya ve başta Ortadoğu'da ulusalcılığa karşı yürüttüğü "soykırımın" Türkiye tezahürüdür Ergenekon ve Balyoz.
Ortadoğu'da yürütülen proje ve Yahudi Kissinger'ın ölmeden önceki son görevi ise yukarıdaki manşette.
Evet mevcut iktidar ekmeğini yemiştir bu davaların ve elbet yol vermiştir. Ama rahatlıkla anlaşılacağı gibi kurgu globaldir.

Malum mevcut erkin rolü/pozisyonu nedir burada peki?

O da Kissinger'ın cümlelerinde:

"Bunu ABD'nin kendi görüşlerini empoze etmesi olarak algılamayın."

Çoğunlukla iyi insanların kullanıldığı, İslam yolunda yola çıktığı düşünülen ve ama gizli ajandasında global güçlerin Türkiye ve Ortadoğu projelerinde aktif taşeronluk yazan bir Truva atıdır malum mevcut erk.

***

"Malum mevcut erk Fenerbahçe'yi ele mi geçirmek istiyor?"

Hayır.
Kurgunun aktörleri belli ve kime bağlı olarak/kalarak taşeronluk yaptıkları ortada.
Aynı hiyerarşik yapıyla, müridlerin burada da piyon/asker/taşeron olarak kullanıldığı düşünülebilir.

Ne yani, Şike Kurgusu'nu Kissinger mı yazdı?
Hayır, bunu söylemiyorum.

Ama aynı kanadın bu kurguda, öncelikle bilmediğimiz başka bir hesap, muhtemelen rant; ardından sebep ya da sonuç olabilecek Türkiye'de karışıklık/kaos uğruna koalisyona gittiği düşünülebilir.

İşin komplo teorisi kısmına girmeden, benim için ana fotoğraf yukarıda yazılanlardan ibarettir.

***

Ezcümle;

Söylemek istediğim, Ergenekon ve Balyoz'a birer iç siyaset davası olarak bakmak ne kadar yanlışsa, Şike Kurgusu'na da öyle.

Ancak Şike Kurgusu'nda, aynı taşeron/kadroların kullanıldığı, açık bir koalisyon ve paylaşım söz konusu.
Buna alet olan siyasiler, medya mensupları, kulüp başkanları, holding yöneticileri ise birgün mutlaka açığa çıkacaklardır.
Zira puzzle tamamlanmak üzere ve sadece bir fotoğraf kaldı.
Devamını oku...

Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim


İki koca yıl oldu.
Dönüp dönüp geçmişe bakıyoruz.
Tam unuttuk derken bir bıçak sızısı, film şeridi başa sarıyor.

Kim?
Neden?
Nasıl?

Piyonlar, filler, atlar ve kaleler artık biliniyor.
Bir vezir, bir şah kaldı.
Bir de fotoğraf.

İşte o gün kıyamet kopacak.

Ortaya çıkıyor işte birer birer, herkes biliyormuş meğer.
Şaşıran var mı?

Önce Egemen Bağış canlı yayında itiraf etti, Mehmet Ali Aydınlar'ın operasyondan haberdar olarak göreve geldiğini.
Sonra Mehmet Demirkol söyledi; bir basın mensubu olarak, detaylarına haiz olmasa da, TFF'de bir yetkiliden bir operasyonun yaklaştığını duyduğunu.
Ve şimdi de Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu; canlı yayında telefonların dinlendiğini o günlerde bildiğini itiraf etti.

Yukarıdaki 3 açıklama buzdağının görünen yüzü.
Planlayanlar, plana alet olanlar ve musluğun başında bekleyen herkes haberdardı bu kurgudan.

Farkında mısınız; ilk günden beri ne söylüyorsak bir bir çıkıyor.

Telegol ve şürekası, Trabzonspor camiası, Galatasaray kanadı ve onlara yakın basın mensupları, hepsi biliyordu operasyonu.

Malum mevcut erkin emniyet, yargı ile medyadaki müridleri ve onların taşeronları.
Ve bir "loca"
Dizayn eden mühendisler.
Finansörler.

Çok açık verdiniz çok.
İstediğini alırsınız almasına da; deşifre oldunuz, sizin de canınızı alırlar enin de sonun da.

Geçen akşam Twitter'da dökülmüştüm, buraya ekleyelim istedim.

Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim:


  • Ne sorduk hep? "Fatih Terim 1 Temmuz'a kadar neden imza atmadı G.Saray'a?" Aydınlar'ın, Demirkol'un, Hacıosmanoğlu'nun bildiğini, o bilmiyordu yani öyle mi?
  • Herkes biliyormuş işte operasyonu. Şimdi herkesin bildiğini düşünerek, dönün filmi baştan bir daha izleyin. Mide bulandırıcı değil mi?
  • Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim: Mehmet Ali Birand: "5 sene şampiyonluk garanti."
  • Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim: Fatih Terim: "5 sene kimse şampiyonluk hayali görmesin!"
  • Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim: Ünal Aysal: "Mehmet Ali Aydınlar giderse kurgu bozulur."
  • Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim: Baransu daha önce herhangi bir G.Saray şampiyonluk yemeğine davet edildi mi?
  • Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim: Mehmet Baransu kimdir? Zekeriya Öz kimdir? Neden localarda maç izlemişlerdir?
  • Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim: Kare asa katılan iki kişi, Berk ve Aydınlar: http://noavas.blogspot.com/2011/08/fenerli-basbakan-fenerli-medya-fenerli.html
  • Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim: Sadri Şener: F.Bahçe'nin şampiyonluğunu kutlamıyorum, çünkü daha olmadılar."
  • Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim: Operasyon için 12 Haziran seçimlerinin geçmesi beklendi dedik. Öyle miymiş?
  • Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim: Eski federasyon yasayı neden oldu bittiye getirdi? http://noavas.blogspot.com/2011/08/eski-federasyon-yasay-neden-oldu.html
  • Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim: Ekrem Açıkel 23 Haziran 2011: "Önümüzdeki günler sıkı operasyonlara gebe." 
  • 3 Temmuz'da bir cinayet işlendi. Taammüden: Önceden plan program yaparak. F.Bahçe'yi öldürüp, yerine G.Saray'ı geçirdiler. Taammüden.
  • Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim: @_bky: Bursaspor 10-11 şampiyonluğunu, İBB 10-11 kupasını niye istemediler?
  • Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim: Bursaspor Başkanı Rahmetli Yazıcı'yı neden içeri alıp geri bıraktılar, gözdağı mıydı?
  • Herkes biliyormuş ya operasyonu, gelin filmi baştan izleyelim: Bursaspor'un, tahkimin onayladığı 6 maç cezası neden kalktı, sus payı mıydı?
  • Ve asıl mesele: Aysal'ın gelişi, borsa vurgunu, hisse hareketlerinin tarihleri, tesadüf mü?: http://noavas.blogspot.com/2013/02/tekmili-birden-galatasarayn-borsa.html
  • Medyada, yargıda, borsada, her yerde "şike" yaptılar Fenerbahçe'yi alaşağı etmek için. Filmi Oscar alır, tarihin en büyük operasyonu bu.
  • Fenerbahçe şike yapmadı. "Fenerbahçe şike yaptı" kanaatini yaratmak ve zirveyi G.Saray'a devretmek için her türlüsü yapıldı ama. Utanmadan.
Devamını oku...

Fenerbahçeli olmayanların "Aziz Yıldırım istifa" çığlıkları ve nedeni






Malum; milletin derdi Fenerbahçe'nin 15 yıllık Başkanı Aziz Yıldırım'ın koltuğu oldu.

Fenerbahçeliler; sebebi ne olursa olsun, doğru veya yanlış, başkanlarının istifasını isteyebilir.
Buna katılanlar da olur, yanlış bulanlar da.
Ama bu Fenerbahçe'nin meselesi ve dinamiği, dolayısıyla Fenerbahçeliler istediğini söyleyebilir.

Peki Fenerbahçeli olmayanların, bilhassa medya mensuplarının derdi ne?
Sabah 7'de radyo programlarında başlayan, gündüz gazete sütunlarında, akşam televizyon programlarında devam eden bu "Aziz Yıldırım istifa etsin" çığlıklarının sebebi ne?
Gerçek sebebini soruyorum ama.
Fenerbahçe'nin iyiliğini istemediklerine eminiz ne de olsa.
En çok Galatasaray şampiyonluğu gören Fenerbahçe Başkanı diye dalga geçiyorlardı ya akıllarınca.
Ne oldu da Fenerbahçe'nin derdine yanar oldular?

Bu arada; radyo, televizyon ve gazetelerde bu çığlıkları atanlar aynı kişiler.
Senkronize, organize, tek yürek, tek sesler.
Birkaç argüman var, aralarında paylaşmışlar.

"Aziz Yıldırım istifa etsin, Türk Futbolu kurtulsun"
"Aziz Yıldırım istifa etsin, Türk Futbolu'na barış gelsin"
"Aziz Yıldırım istifa etsin. Türk Futbolu'nun artık başka bir yönetim anlayışına ihtiacı var."
 Ve buna benzer içi boş söylemler.

Onlara kalırsa;

Aziz Yıldırım gitsin, çok gergin; ama İbrahim Hacıosmanoğlu kalsın, melaike.
Aziz Yıldırım gitsin, çok konuşuyor ve tahrik ediyor; ama Ünal Aysal'ın ağzından kerpetenle alıyorlar lafı, her kelamı da zem zem suyu mübareğin.
Aziz Yıldırım gitsin, sinirli, küfrediyor; ama Fatih Terim kalsın, naif, Zeki Müren Türkçesi ile konuşuyor.
Aziz Yıldırım gitsin, ellerini Türk Futbolu'ndan çeksin; Haluk Ulusoy gelsin, 2000'e geri dönelim.

Söyleyenlere, argümanlara bakınca mevzu ortada aslında, lafı uzatıyoruz.
Çünkü Aziz Yıldırım için söyledikleri, hem geçmişte hem de bugün söyledikleriyle örtüşmüyor, tutarsızlar.
Her Fenerbahçe Başkanı gibi onu da sevmiyorlar ve ama bu sefer kurgu sahipleri tarafından kodlanmışlar.
Güdümlüler.
Güdüyorlar.
Neden?
Bi' sorsanıza?

***

İnan Kıraç'ın Adnan Polat'ı devirerek başlattığı bir süreç bu.
Global bir erkin Belçika temsilcisinin dümene geçmesiyle sürat alan, malum mevcut erkin müridlerinin emniyet, yargı ve medyadaki taşeronları ile yürüyen ve 4. Kuvvet medya ile nihayete ermekte olan bir tiyatro, kurgu.

Ve bu kurgu neden planlandıysa, Aziz Yıldırım da o yüzden istenmiyor.
Ama ortada bir hesabın olduğu konusunda en ufak şüphe yok.

Bu oyunu oynayanların tamamına yakını biliniyor, puzzle'ın birkaç parçası kaldı ki onu öğrenmeye de çok az kaldı.

Zekisiniz, güçlüsünüz, çapınız geniş, uçsuz bucaksız, kabul.
Ama bir gün bir deli taş atar kuyuya, bir saniyede değişir dünya, ne olduğunuzu şaşırırsınız.
Yakın puronuzu, yaslanın arkanıza.
Allah büyük, bekliyoruz biz sabırla.
Devamını oku...

18 Haziran 2013 Salı

Serotonin ve Endorfin Fenerbahçe yolunda [2]


İlki şurada: http://noavas.blogspot.com/2013/02/serotonin-ve-endorfin-fenerbahce-yolunda.html

Bizi üzen çok şey oldu son yıllarda.
Travmatik etkileri olmuştur muhakkak.
Ve çuvaldızı batırdığımızda, çok yanlışlar bulabiliriz mutlaka.

Ama "Başlarken yeni güne, bir umut" olmaz mı hiç bizde?

Geçen sezon iyisiyle kötüsüyle geride kaldı.
Aykut Hoca köşesine dinlenmeye çekildi.
Belli bir kimlik ve iskelet kazanan takımın birkaç rütuşluk işi kaldı.

Şimdi başımıza örülmüş yeni bir UEFA çorabı dışında iyi giderken işler, neden mutlu olamıyoruz yine?
Mutluluğu bıraktım, umut nerede?

Neydi soru(n)lar?

"Transferler kampa yetişmiyor"

Teknik direktörümüz ayrılmasına rağmen, 4. transferimizi yaptık; ki tamamı plan dahilinde. 5. muhtemelen yolda. Yetişiyor mu ne?

"E şimdi de Hocamız yok, transfer yapıyoruz üstüne"

Anlaşılan bir Hoca olduğu ortada. Hakeza beklenilen birşey olduğu da. Ama kampa yetişeceği kesin. Transferler zaten herkesin, hepimizin belirttiği ihtiyaçlar doğrultusunda, Aykut Kocaman'ın raporu/listesi paralelinde yürüyor. Ve şu ana kadar yapılan transferlere itiraz etmek -bence- yersiz. Gelecek Hoca da eminim aynı paralelde, üzerine koyabilecek bir futbol adamı olacak.

"Hala mı Cristian?"

Holmen, Cristian'a benzer pozisyon ve yetenekte ancak sürekliliği/devamlılığı had safhada. Yani Cristian'ın iyi bir gününde oynadığı futbolu sürekli oynuyor. Avrupalı. E Holmen geldiğine göre de, Cristian'a yol görünüyor. Bonsersivi elinde bir Holmen'i, rakibe mi kaptırsaydık?

"Stoch, Krasic, Yobo, Cristian elde kazık"

Doğru ama bu panik neden? Krasic'e daha yeni Sevilla 4,5M € teklif etti. Stoch'u satma kararı aldığımızda müşterisi hazır. Yobo aldığımız paraya olmasa da pekala müşteri bulabilir. Cristian ise en kötü memleketine döner.

"Orta sahadan 11 kuruluyor!"

Recep'i, Topuz'u vs.  yazarsan kurulur tabi. Recep forvet, Topuz bek/kanat. Sezer ayrılıyor. Cristian muhtemelen ayrılacak. Kim kaldı geriye? Topal, Emre, Alper, Salih, Meireles, Holmen, Selçuk.
Salih bu yaz 2 turnuva oynayıp gelecek, düşüş yaşaması muhtemel. Emre'nin sezon boyu maç ortalaması ortada. E 3 kişilik orta saha. Yahu şükretmemiz gerek; Benfica deplasmanına aynı bolluk içinde Selçuk-Cristian-Salih ile çıkmak zorunda kaldık. Tarihimizin ilk yarı final rövanşına. Şimdi Selçuk stepne, 6 orta sahadan fit olan 3'lü rotasyonuyla yürüyecek takım. Şişkinlik değil, bilakis ihtiyaç, gidecek oyuncular hesaba katıldığında.

"11 yabancı oldu, forvet de gelince 12 olacak, elde kalacak diğerleri"

Zarar edeceğimizi mi düşünüyorsun? Olabilir. Muhtemeldir. Ama başka türlü nasıl yetiştireceğiz kampa. İlk madde o değil miydi? Satmayı bekleyip mi yapmalıydık transferleri, bu ne çelişki?

"Hep koşan adam, kalite yok!"

Derde bak:) Kaliteli ve koşan adamlarımız var. Takımın kolektif kalitesi arttığında ve özellikle pasör golcümüz takıma katıldığında, çok daha dinamik ve senkronize olacağımıza eminim. Ki Alper, Salih, Emre, Gökhan, Meireles, Sow vs. yabana atılır kaliteli oyuncular değiller.

"Ama marka oyuncumuz yok!"

Allah'tan kork! Meireles, Bruno Alves, Kuyt, Sow ve gelecek golcü önemli yabancı markalar. Emre, Gökhan, Alper, Salih ve kötü bir sezon geçirse de Volkan önemli ve potansiyel yerli markalar. Topal, Hasan Ali, Caner, Topuz, Egemen gibi destekçileri de var.

"Kadro çok şişti"

Doğru. Ama bu toplamdan iki 11'lik organizasyon çıkacak. UEFA belasını atlatırsak 55-60 maç bizi bekliyor. Hep denmiyor mu? Geniş kadro. Ve zaten organizasyona dahil olamayan birçok futbolcu ayrılacak.

"Çok para harcadık ama"

Haklısın. Ama haramiler senin benim paramızı harcayıp kadrosunu genişletirken ve iki senedir şampiyon olamazken, "Bu sene harcamayalım" diyebilir miyiz? Ki paraya çevirecek oyuncular var elimizde, korkma, bizimki helal para.

"Pahalı ve tutmayan transferler var!"

Haklısın. Ama ucuz ve tutan transferler de mevcut. Elbette Fenerbahçe'nin kuruşunu daha iyi harcamalılar. İnşallah o da olur.

"Eee sen de, Aykutcu, Azizci . . ."

Aykut Hoca huzur bulsun inşallah. Ama dün Daumcu, Zicocu, Denizlici'ydim. Yarın bilmemneci olurum muhtemelen. Yarın Aziz Yıldırım da gider, ben yine herkes negatifi konuşurken, yapılan iyi şeyleri de söyleme gereği duyarım küçük dünyamdan.

***

Aklıma gelenleri yanıtladım.
Aslında kısa kestim.


Nedir bu tatminsizlik?
Nereden geliyor bu memnuniyetsizlik?


Tablo ifade ettiğim kadar parlak olmayabilir.
Ama sandığınız kadar da karanlık, hiç değil.

3 yıllık yoldan ve yarı finalden uzaklaşmadan, maddi/manevi fedakarlıklarla üzerine koyarak gitme zamanı şimdi.

Umutla.

Biraz gülmek ister misin?
Belki işler yolundadır, ne dersin?
Devamını oku...

3 Haziran 2013 Pazartesi

31 Mayıs Hareketi ve Geleceği



Bu blogda hiç siyaset yazmadık.
Bugün de her ne kadar siyasi bir yazı olacaksa da, kesinlikle tarafsız olacak.
Elimden geldiğince.

***

Öncelikle;
31 Mayıs Hareketi, doğuşundan gelişimine tartışmasız bir halk hareketidir.
Kim ne propaganda yaparsa yapsın; 3-5 kişi ve yaptıkları, sokağa dökülen milyonları asla ve kâta temsil edemez.

Kıvılcım Gezi Parkı'ında çıktı.
Sorun, bu çevreci ve barışçıl protestoya, aklın almayacağı boyutta uygulanan polis şiddeti ve biber gazıydı.

Sonra iş Gezi Parkı'ndan çıktı.
Önce Taksim'e, sonra tüm yurda dağıldı.
Ama biber gazı durmadı.
Aksine, her geçen saat şiddetini artırdı.

Başbakan'ı bilmem ama, iyi bir yönetici, iş Gezi Parkı'ndan çıktığı an devreye girmeli ve elini uzatmalıydı halka.
Öyle ki; danışmanları hangi aklı verdi bilmem ama, demokrasi portfolyösüne koyabilir, bunu pekâla pazarlayabilirdi bile.
Yapmadı.
Yangına körükle gitti.
Ve o dakikadan sonra işin rengi tamamen değişti.

***

Dedim ya, taraflı bir propaganda yazısı olmayacak bu.
Türkiye menfaatlerinin alt toplamı ile ilgileniyorum çünkü.
Partileri tanımıyorum.
Partiler üstü bir durum bu.

O yüzden tırpanı en orta yerden; okuyan kimsenin kendini mağdur hissetmeyeceği bir noktadan vuralım.

AKP seçimle geldi.
Mevcut gücünü demokratik yollarla aldı.
Gizli ajandası vardır, yoktur, demokrasiyi alet etmiştir/etmemiştir, halkı kandırmıştır/kandırmamıştır ayrı konu.
Teorik olarak, kağıt üzerinde; mevcut gücünü seçim ve referandum ile, yani demokratik yollarla almıştır.
Doğru.

Peki halkın bu tepkisi neden?
Düğüm burada işte.
Yıllardır, her geçen gün artarak devam eden baskı.
Evet; halkın bir kesimi memnun olabilir ama, yıllardır yaşananlar halkın diğer kesiminin huzurunu bozuyor ve baskı altında hissettiriyorsa, bunu doğru ve gerçek kabul etmeli herkes.

Doldu doldu, birikti.
Ve sonunda tam da beklendiği ve tarihte örneklerinin görüldüğü gibi, taştı, patladı.
Korkan, usanan, pes eden, vazgeçen, politik veya apolitik herkes bir anda canlandı.
Bamtellerine basıldığını hissettiler çünkü.
Can havli.

Toplumun eşiği, bireyin eşiğinden yüksektir.
O yüzden muhtelif sebeplerle içine attığı baskıya dur demeyen birey, toplumun suyu kaynayınca kazana atlayıverdi.

Artık Gezi Parkı değil konu.
11 yıllık iktidar süresince yapıldığı düşünülen baskı, hukuksuzluk ve adaletsizlik.

Sokağa çıkıp anket yapsanız, her birinin farklı bir sebepten kendini meydana attığını işitirsiniz şu anda.
Çünkü toplumun patladığı yerde, birey içine attıklarını kusuyor şimdi.

Peki ne olacak bundan sonra?

***

Kilit nokta burası.
AKP'ye oy vermeyenler kendilerini mağdur ve mağlup hissediyor.
Fakat, AKP'nin, tabanının ve oy verenlerin de kendilerini mağdur hissetmelerini engellemek ve 28 Şubat'ta olduğu gibi bir geri dönüş andı, intikam yemini hissiyatına kapılmamaları için tüm yolların mutlak ve medeni bir demokrasiye çıkması şart.

Zira; AKP kanadının gözünde şu an isyan eden halk, vizelere ve sonra finallere çalışmamış, bütünlemede de çakmış ama af diye isyan eden üniversite öğrencisi pozisyonunda.

Tabandan tavana 25 yıldır çalışıyorlar, unutmamalı.
Karşılarında bölünmüş, doğru siyaseti yapamamış, muhalefeti geliştirememiş, oyunu kuralına göre oynamayıp mağlup olmuş bir kesim var çünkü.

Haklılar.
Bu özeleştiri yapılmazsa, 31 Mayıs Hareketi geleceğe hizmet edemez. Bugünde kalır.

Ama "af talebi" de olsa, halkın bu serzenişe hakkı ve söylemlerinin geçerliliği var yine demokrasi içinde.

Bu minvalde; Taksim'de başlayıp tüm yurdu saran enerjinin, sadece ve sadece Türkiye menfaatine hizmet edecek bir hareketin yelkenlerini doldurması gerekli.

Kimseyi dışlamayan ve ötekileştirmeyen.
Rövanşist, intikam peşinde koşmayan.
Bağımsız, özgür,
Yeni bir sayfa açmak peşinde,
Bu milletin, bu topraklarda huzurla yaşaması için and içmiş,
Yeni bir hareket.

Ve ilk safha 2014 yerel seçimleri.
Evvela, CHP ve MHP bildikleri yolda devam etsinler ve 31 Mayıs Hareketi'nin ekmeğine el uzatmasınlar.
Ardından büyükşehirlerde 31 Mayıs Hareketi ya da Platformu'nu temsilen bağımsız adaylar çıksın ve sokağa dökülen milyonları arkasına alsın.
İstanbul, Ankara, ve İzmir belediyelerini kazanan bir hareket, çok aha güçlü bir şekilde iktidar hayalleri kurabilir.

Bir yerden başlamak lazım.
Şiddet içermeyen eylemler devam edebilir.

Ancak mevzuyu meşru mecra olan sandığa çekmeden, teneffüs edilen onca biber gazı boşa gidecektir.

Türkiye bu fırsatı kaçırmamalı.

***

En adil, en ortadan, kimseyi yaralamadan, hak yemeden yazmaya çalıştım.
Umarım ifade edebilmişimdir hissettiklerimi.
Değilse de affola.


Devamını oku...