Sonucu eleştirmek kolay. Ancak benim tarzım mümkün olduğunca isimlere odaklanmadan, fikri/zihniyeti yorumlamak.
Balık baştan kokar. Biz de oradan balayalım.
Başkan, Aziz Yıldırım:
Yargıtay süreci ve şirketleri üzerindeki baskılardan ötürü; kulübe, özellikle futbol takımına fazla odaklanamadığını belirtelim önce.
İşleri daha çok kardeşi Ali Yıldırım'a devretti bu nedenle.
Transfer sezonunu düşünürsek, iyi mi yaptı, kötü mü, karar sizin.
Ancak Başkan'ın tahliye olduktan sonraki faaliyetlerinden ziyade, 3 Temmuz 2011 öncesi yaptıklarına bakmak lazım. Zira, bugün kimi yerde o tohumların kötü meyvelerini de yemekteyiz.
Hoca, Aykut Kocaman:
Madde madde yazalım bunu.
- Bir kadro planlaması muhakkak vardı. Ama anlaşılan tutmadı. Müdahil olanları ya da engelleri bertaraf etmeliydi. Ya da kalkan olmamalıydı, transfer konusunda mesela. Egemen ve Krasic'i Aykut Hoca mı aldı acaba?
- Belki de, kronik hastalığımız bu denli aşikarken, sezona daha erken başlamalı ve ciddi rakiplerle test etmeliydi, planındaki tüm şablon ve dizilişleri.
- Attığı her adımda kararlı olmalıydı. Öyleydiyse, takıma yansıtmalıydı.
- Duygusallık. Üzgün Hoca. Üzülebilir ama hakkı yok buna. Herkes ağzına bakarken, kaya gibi durmak zorunda.
- Saha içinde direksiyonu alamadı eline hiç. Tabiri caizse proaktif rol alamadı. Örneğin; 3 kez 10 kişi takımlara mücadele ederken, bir kez bile 3'lü savunmaya dönüp, taşları yerinden oynatmadı.
- Hazır futbolcuyu oynatma sevdasına, olmayacak duaya amin dedi sıkça. Mesela; Topal-Selçuk olmaz, olamaz yan yana.
- Emre ve Alex konuları. İkisinde de prensip olarak haklı buluyorum. Ama her ikisini de daha iyi yönetebilirdi Hoca.
Uzatmayalım daha fazla, detaylara girmiyorum zaten. Yukarıdaki başlıklar çok daha önemli bence.
Kaptan, Alex de Souza:
Son kahramanım. Futbol ilahı. Benim gözlerimin gördüğü en büyük futbolcu.
Son 8 yılda, bilhassa finallerde ve final süreçlerinde daha fazla itekleyebilirdi takımı saha içinde.
Ve son olayda, örnek olması gerekirdi; sebebi ne olursa olsun, susmalıydı. Bırakın bir futbolcunun hiyerarşideki rolünü, o, tüm takıma örnek olacak bir kaptan, bir idoldü.
Vereceği en ufak tepkinin, asacağı suratın, takım içinde nelere sebep olabileceğini hesap etmesi gerekirdi.
Özetle; haklıysa bile, bu şekilde haksız duruma düşmemeliydi.
Fenerbahçe taraftarı:
Türkiye'de birçok açıdan eşi benzeri yok.
Tutkusu, tutkunun yurda dağılımı ve yoğunluğu en üst düzeyde olan taraftar grubu.
Ama işte o tutku; bir darbeye bile karşı koyabilirken, aynı oranda takımına da zarar verebiliyor.
Örnek mi? Vaslui maçı 15. dk. Yeni transfer Mehmet Topal'ın ilk ya da ikinci pas hatasında "Höööleyen" tribünler.
Takım kötü oynayabilir. Ama şu bir gerçek ki tribünlerin homurdanması, takımı iyiye değil, kötüye götürecektir.
Yani maç raporunda, negatif etkenlerden biri konumuna düşecektir taraftar.
Ayrıca son dönemde Başkan, Hoca ve bazı oyuncular üzerinde merhamet ve şefkatten uzak yorumlar yapıldı.
Bu hangi oyuncu/yönetici grubuna iyi gelebilir ki?
Kimsenin Fenerbahçeliliği'ni sorgulamak bana düşmez, kulübü için neler yaptığını, yapacağını ve ne kadar sevdiğini.
Ancak bir gerçek var;
Saha içi ve dışı negatif enerji, bir spor kulübüne, hele hele Fenerbahçe'ye iyi gelmez.
Ha bu nasıl bertaraf edilebilirdi?
Burada da yönetime iş düşmez miydi derseniz, haklısınız.
Bu gibi durumlarda bir lider arar gözler, yürekler.
Maalesef yoktu.
Ama bizde de otokontrol yoktu, kabul edelim.
Ve Futbolcular:
Tüm dış etkenler, ne kadar negatif olursa olsun; sahadaki futbolcunun bireysel sorumluluğu, olumsuzluklara direnç göstermek ve bulunduğu o psikolojik durumdan çıkmaktır.
Şunu demek istiyorum;
Süper Kupa maçı örneğin. Rakip önde bastı ve orta sahayı geçemedik bir süre.
Takım sindi.
Bocaladı.
Eli ayapına dolaştı.
Buna hakkı yok.
Profesyonel bir futbolcunun, düştüğü her şart ve durumdan kendisine ve takımına bir çıkış yolu bulması gerekir, biçare elleri belinde kaderini bekleyemez.
Bu durum, Kadıköy'de tribünler homurdadığında da geçerli. Her ne kadar tribünlerin homurdanmaması gerekse de, futbolcunun da o atmosferin yarattığı olumsuz psikolojiden kendini çıkarması gerekir.
Zira, profesyonellik sadece antreman ve maç yapmaktan ibaret değil.
Görüldüğü gibi;
Gelinen noktada benim, sizin, onların,
Herkesin yanlışları var.
Bir hatalar zinciri.
Baştan sona,
Büyükten küçüğe.
Ne zaman hep beraber bu hatalar zincirini kırmaya and içeriz, o zaman bahar gelir.
Tabi, bence.