25 Ekim 2011 Salı

Olumun istatistigi olmaz!

Zor gunler.
Dayanmasi, sabretmesi, zor.

Biz ne hissetsek, ne soylesek de zalim ates, hep dustugu yeri yakiyor.

Aylardir gelen sehit haberleri.
Trafik kazalari.
Ve Van.
Olumun istatistigi olmaz, yikilan hep bir evden fazlasi.

Aglayan yine analar, cocuklar, geride kalanlar.

Urken, korkan, kendine guvenini yitiren bir toplum.

Tek yol sevgi; ki en cok bugun gerekli.

Ve aglarken yikilan hayallere, aklimdan cikaramadigim dongu;

Bozulan ekonomi,
İlla billa zam.
Zama isyan.
Sehit haberleri.
Terore isyan.
Hukumete baski.
Deprem.
Keder.
Dayanisma.

Bu dongu esnasinda sahit oldugumuz vandalizm, firsatcilik, vicdansizlik.

Yalvaririm goge yukselen masum kalpler, zalimin oyununa kurban gitmemis olsun.

Yalvaririm!

Devamını oku...

22 Ekim 2011 Cumartesi

Danışıklı dövüşün kitabı




Bir futbolcu, takımının Süper Lig'e çıkmasında büyük pay sahibi ve çıktığı sezonun ilk yarısında kalitesini ve potansiyelini fazlasıyla gösterip büyüklerin ilgisini fazlasıyla çekmiş.


Aynı futbolcu, ligin ikinci yarısında ciddi bir sakatlık yaşıyor ve haftalarca oynayamıyor. Üstelik gol krallığında zirvedeyken Alex'in çıkışıyla gerilerde kalıyor.


Sakatlığından kurtulup, ilk oynadığı maç olan Ankaragücü karşısında maç eksiğinin de etkisiyle oldukça kötü bir performans sergileyip, oyunun sonlarında tekrar sakatlanıp oyundan alınıyor. 


Belki sakatlığı nüksetti, belki kendine güvenemedi ya da oynamak istemedi.
Ama bir gerçek var ki, hep göz ardı edildi, sakatlıktan henüz bir önceki maçta çıkmış ve o maçta rezil bir futbol oynayıp sakatlanarak oyundan çıkmış bir futbolcudan bahsediyoruz. Dolayısıyla Fenerbahçe'ye karşı oynasa ne değişirdi diyeceğim ama açıklaması bu değil bu işin. Bu kadar kolay değil çünkü.


Transfer dediğimiz şey, 12 ay, 365 gün, ilgili yönetmelikte yer alan kriterlere bağlı kalmak koşuluyla yapılabilir. 


Nedir bu kriterler? 


Bonservisi sezon sonu bitecek futbolcu için, 6 ay önceden kulübü ile görüşmeksizin futolcuya teklif götürülebilir.


Bonservisi süren futbolcu için ise, önce kulübü ile görüşüp anlaştıktan sonra futbolcu ile de transfer görüşmesi yapılabilir.


Tüm bu bilgiler ışığında;


Fenerbahçe, Karabük ve Emenike ile transfer görüşmesi yaptıktan sonra, futbolcu sakatlığı sebebiyle ya da farz edelim canı istemediği için Fenerbahçe maçında oynamıyor.


İsimleri bir kenara bırakalım. Bunda, bu kadar yaygara koparılacak ne var? Bunun neresi şike?


Bu nasıl şike olurdu biliyor musunuz?


Fenerbahçe transfer vaadiyle kandırır Emenike'yi, kendisine karşı oynatmaz ve sonra transfer etmezdi.


Diğerlerinin yaptığı gibi.


Ama Fenerbahçe bu oyuncuyu transfer etti arkadaşlar. 9 milyon Euro verdi. Ha, o kadar para eder mi, şike parasını transfer parasına yedirdiniz dediniz. Onu da Spartak Moskova çürüttü, Emenike gidiyorum ben arkadaş diyince 10 Milyon Euro'yu nakit verdi. Ve Aykut Kocaman, hala Emenike'nin gidişine üzülüyor, oyun kurgusunda ne kadar önemli bir yeri olduğuna hayıflanıyor.


Demek ki samimiymiş değil mi Fenerbahçe?


Şike sizin beyninizdeymiş değil mi?


Ama yetmedi!


Sezon başlamadan yapılan Bursaspor, Galatasaray, Trabzonspor üçgenindeki manidar transferler dikkat çekmişti.


Sercan Galatasaray'a cüzi bir bedele.
Volkan Şen Trabzonspor'a komik bir bedele.
Selçuk İnan ve Ceyhun Galatasaray'a bedava.
Başlıcaları.


E şimdi bedel ödeme zamanı;


Önce İbrahim Yazıcı Sadri Şener'e Volkan Şen'i Bursaspor'a karşı kadroya almamalırın rica etti ve alınmadı.
Ardından Sadri Şener; Selçuk İnan'ın Trabzonspor'a karşı oynatılmaması gerektiğini açıkladı.
Muhtemelen bu alengirli transferler birbirlerine karşı oynamayacak.


Bunlar sözleşmelerde bir protokole bağlanmışsa sorun yok.
Ama haber kaynakları sözleşmede böyle birşeyin olmadığını belirtiyor.


E o zaman?


Emenike?
Sakat raporu?
Yaygara?
Şike?
Gözaltı?
Spartak Moskova? 


Fenerbahçe Emenike'ye oynama demedi. Oynamasın da demedi. Adam sakatım dedi, raporunu gösterdi. Oynamadı. Ve şikeci oldu, olduk.


Bursaspor Volkan Şen oynamasın dedi. Trabzonspor da hay hay dedi.
Ve bu şike değil, centilmenlik oldu.


Biz de keriz.




Arkadaşlar,


Siz aynaya hangi yüzle bakıyorsunuz?
Hiç, ama hiç utanmıyor musunuz?



Devamını oku...

21 Ekim 2011 Cuma

19 Ekim 2011 Çarşamba

Öfke!


Öfke giderek büyüyor.
Toplumun her kademesinde hem de.


Faydası yok.
Zararı çok. Hem de çok.


Öfke dolu bir nesil yetişiyor.
Şehir sularına karıştırılmışcasına kızardı gözler.


Kaybettiğimiz şey bugünden fazlası.
Yarından yitiriyoruz gayrı.


Tek yol var bundan sonra.
Geç kalmışız, en başından beri.
Sevgi.


Vazgeçin tüm hırslarınızdan.
Arının öfkenizden.


Bir kahraman çıkar,
Sevgi imparatorluğu kurar belki.


Siz başlayın, neresinden isterseniz.
Sevin.
Sarılın.


Gözyaşlarınıza dökün öfkeyi,
Ağlayın!



Devamını oku...

17 Ekim 2011 Pazartesi

Kuralarda Sifir Tolerans donemi!



Play-Off kuralarindan once cok yerde yazildi cizildi.
Fransa'nin 2010 Dunya Kupasi elemelerinde İrlanda'yi Henry'nin eli, UEFA'nin gozu marifetiyle elemesinin ardindan, İrlanda'ya diet borcunu odemek isteyen Platini'nin, 2012 Avrupa Sampiyonasi Play-Off kurasina katilacak İrlanda'yi hesap kitap usuluyle once seri basi yapacagi, ardindan gorece en zayif takim olan Estonya ile eslestirip Avrupa Sampiyonasi biletini cebine koyacagi.
Evet, once milimetrik hesaplarla İrlanda Turkiye'yi gecip seri basi oldu, ardindan Estonya ile eslesti.
Ama tesaduf degil mi?
Fransa'nin yine hakem marifetiyle yoluna devam etmesi gibi.

Sicak top, soguk top;
Kayan top, yakan top..

Sayin Cornu, Sayin Bassavcim; su kura isini de bir arastiriverseniz?
Hani "Zero Tolerans against any fixing" ya, iste ondan;)
Devamını oku...

Yeni bir yaşam formu bulundu




Öyle ki;


Kadın basketbolunun dünyaca ünlü yıldızı Taurasi Fenerbahçe'ye geldiğinde; çıplak fotoğraflarını yaydılar, Penny Taylor ile olan münasebetini manipüle edip binbir çeşit bok attılar.


Sonra fiyasko bir şekilde dopingli çıktı Taurasi!


Ve maden buldu Galatasaray taraftarı.


Ne Efes Pilsen/Ergin Ataman ile olan doping mücadelemiz kaldı, ne Kadın Basketbol'daki başarılarımızın doping eseri olduğu..


Öyle bir yaygara koptu ki, sanarsınız Fenerbahçe'nin negatif PR'ı için maaşlı çalışıyor birileri. 


Hakikaten de öyle gerçi.


Ortaya kimler kimler çıkıp kahramanlık yaptı sonra. Yine yargısız kesilen cezalar vs..


Ve sonra bir anda Taurasi aklandı.
Ellerimizden uçup gittikten sonra tabii.


Saydık sövdük Hacettepe'ydi, TBF'ydu ama nafile tabii.


Giden Avrupa Şampiyonluğumuz oldu.


Göz göre göre.


Sebep olanlar kadeh tokuşturmuştur, keyifleri hoş olsun ama yetmedi.


Bu utanmaz, arlanmazlar Taurasi'yi transfer etti.


Teşhirci, eşcinsel dopingçiyi.


O da ne, bir anda kraliçe oldu Taurasi.


Kadın Basketbolunun Micheal Jordan'ıydı, yeri de Galatasaray'dı.


Lan sen yermeden de, övmeden de öyleydi zaten.


Ne değişti?


Sana söyleyim mi neyin değiştiğini?


SEN!


Artık insanlığı iyice elden bıraktın.


Ne namus, ne vicdan kaldı.


Tek dert Fenerbahçe!
Tek düşman!


Fenerbahçe düşmanlığı uğruna haysiyetini geride bıraktın.


Ve artık başka bir forma dönüştün.


Yeni bir form.


Kemiksiz, omurgasız, sinirsiz, kansız.
Yapışkan, sulu ve yer yer kaygan..


Başka birşey, bambaşka.





















Devamını oku...

16 Ekim 2011 Pazar

II. Fatih Dönemi : Bu değirmenin suyu nereden geliyor?



Evvela 12 Ekim tarihli, tüm ajanslar tarafından geçilen Galatasaray Divan Kurulu notlarından bir kesit okuyalım:


Tamamını ise mesela şurada bulabilirsiniz.



Galatasaray Kulübü ekim ayı Divan Kurulu Toplantısı, Galatasaray Lisesi'nde yapıldı.
Basketbol Cumhurbaşkanlığı Kupası'ndaki Galatasaray-Fenerbahçe Ülker maçını izlemek için Kayseri'ye giden kulüp başkanı Ünal Aysal'ın katılmadığı Divan Kurulu toplantısında yönetim adına Adnan Öztürk, Refik Arkan, Celal Gürcan, Semih Haznedaroğlu ve Ali Gürsoy yer aldılar.
Divan Kurulu Başkanı İrfan Aktar, kulüp tüzüğünün Divan Kurulu'na bir çok denetleme görevi verdiğinin altını çizerken, bir önceki toplantıda sadece okunarak geçilen mali raporun yeterince anlaşılamadığına dikkat çekerek kendisi bir sunum yaptı.
Özhan Canaydın'ın başkanlığı dönemindeki 2007 yılı mali raporu ile 31 Mayıs 2011 mali raporunu karşılaştıran ve projeksiyon yardımıyla üyelere aktaran İrfan Aktar, rakamlardaki artışlara dikkat çekti.
''Artık şirketler değil devletler iflas ediyor. Borcun şakası yok. Kulübümüzün borç durumunu hepimizin iyi hatırlamasında yarar var'' diyen Aktar, ''2007 yılında vadesi geçmiş borç yokken, 2011'de 95 milyon TL olmuş. Uzun vadeli borç 88 milyon TL'den 281 milyon TL'ye, toplam borç 224 milyon TL'den 632 milyon TL'ye, borç alacak farkı 184 milyon TL'den 513 milyon TL'ye çıkmış. Dolar olarak 322 milyon dolara yükselmiş borç alacak farkı. Kısa vadeli banka borcu 16 milyon lirayken, 103 milyon lira, uzun vadeli banka borcu 50 milyon liradan 136 milyon lira olmuş. Toplam banka borçları 66 milyon liradan 239 milyona gelmiş. Artık mevcut yönetim için bu rakamları baz alarak değerlendirme yapacağız.'' dedi.
Galatasaray'da 2011 rakamlarına göre zararın 107 milyon lira olduğunun altını çizen Aktar, toplam 147,8 milyon dolarlık banka borcuna karşılık yaklaşık 3 katına denk gelen 926 milyon 439 bin lira teminat gösterilmesinin teamüllere aykırı olduğunu anlattı.
İrfan Aktar, Adnan Polat yönetiminin Türk Telekom Arena'daki kombine satışlarından yaklaşık 100 milyon dolar gelir elde ettiğini ve bu rakamın da harcandığını aktardı.

Bu kadar yeter sanırım. Devamında biraz daha iç meseleler mevcut.


Öncelikle; Galatasaray pek tabii Türkiye çapında ve hatta global anlamda önemli ve kıymetli bir markadır. Ancak marka ve değeri bir yerde şirketin mali yükümlülükleri ile gelir gider dengesi bir yerde.

Şunu sorarak başlayalım;

Yukarıda 2011 mali özetlerinin yapıldığı bir şirketi, çok sevdiğiniz bir marka olmasına rağmen, satın alır mısınız?

Ya da şöyle soralım; Galatasaray A.Ş.'yi, bedava verseler alır mısınız?

Tablolar bizzat divan kurulu raporları. Durum gayet açık. Şimdi "Efendim Galatasaray'ın şu kadar gayrimenkulü ve bu kadar da karşılığı vardır!" diyenler olacaktır. Fakat, bu denli zarar eden bir şirket, tüm gayrimenkullerini nakde çevirse ne yazar? İrtifa kaybı önlenir mi? Yoksa su alan kayıktan 2 kova daha su mu tahliye edilmiş olur?

Galatasaray, UEFA serüveni ve sonrasında yaşadığı mali krizde bile bu kadar borçlu değildi. Ki o dönemde fakir edebiyatıyla PR yapıyorlardı. Şimdi daha borçlular ama babası iflas etmiş, yalısını satıp aynı yalıda kirada oturan mağrur genci oynuyorlar.

Türk Telekom Arena diye, "Şu kadar kazanacağız, bu kadar kar edeceğiz" şeklinde pompaladıkları gelirleri bile harcamış durumdalar. Üstelik o kombinelerin ve locaların büyük bir kısmını 3 yıllığına sattılar. Yani başka bir deyişle, ancak 4. yıl başında Türk Telekom Arena'dan yeniden kasalarına para koyacaklar. Ve hala borç-alacak farkı 513 Milyon Türk Lirası.

Tabii 513 Milyon da yanıltıcı. Zira borçlar ve alacakların tamamı aynı para biriminden değil. Fark dövizdeki dalgalanma ile giderek büyüyebilir de.

Hadi, geçmişteki borçları fazlaca sorun olmuyordu UEFA nezdinde, ya şimdi?
UEFA normları gelmedi mi?
Balansı nasıl tutturacak bu kadar kısa sürede bu kulüp?

"Seni ne ilgilendirir kardeşim Galatasaray'ın parası pulu?" diyeceklere, tam da burada cevap vereyim;

Eminim ki Galatasaray batarken devletin paçasını bırakmayacak.

Ve o borçlar; daha önce affedilen vergi borçları gibi, vatandaşın cebinden çıkacak.

Örtülü örtüsüz ödeneklerle mali kaynak yaratılacak.

Siz sanıyor musunuz ki o zaman Galatasaray Riva'yı satıp borçlarını kapatacak?


Peki hal böyleyken;

Futbolda harcanan bunca para, inanılmaz boyutlara ulaşan futbolcu maaşları,
Medical Park'ın 3 yıl için vereceği 23 milyon Dolar ile açıklanamayacak Kadın ve Erkek Basketboldaki yatırım.
Taurasi'ler, Lakovic'ler..
Melo'lar, Eboue'ler..

Hangi parayla alınıyor?


Galatasaray neye güveniyor?

Hakemlerin and içip Fair Play Şampiyonu yapacak olmasına ve oradan alacağı 10 Milyon TL'ye mi?

Zemin tadilatı için alınacak desteklere mi?

Eksik kalan çatı montajı için devletten alacakları 12 Milyon dolara mı?

Fatih Terim'e verilen Şampiyonlar Ligi sözü ile gelecek yılların bilançosuna yapılacak olan revizeye mi?

Yoksa Türk Sporunda, tırnaklarıyla kazıya kazıya çıktığı sahneden tırnakları sökülerek indirilen Fenerbahçe'nin yerine bizzat devlet eli marifetiyle getirilmelerine mi?

Galatasaray neye güveniyor?

  


Devamını oku...

Yorumsuz kareler #31



Wall Street protestolarının yayıldığı ülkeler kırmızıyla gösterilmiş.
Devamını oku...

Euroleague başlarken


Fenerbahçe Ülker Arena Aralık ayında kapılarını açıyor. 
Şükrü Saraçoğlu Stadı'nın inşaat fotoğraflarını paylaştığımız günleri hatırladığımda, bugünkü heyecanı çok daha fazla önemsiyorum. Zira biri 52.000 kişilik, diğeri 15.000 kişilik şaheserlerin varoluş süreçlerine şahitlik etmek büyük bir şans.


Zeytinburnu'ndaki Abdi İpekçi, Ataköy'deki Sinan Erdem'den sonra; Kadıköy'ün yanı başı Ataşehir'de, çoluğu çocuğuyla, spor dolu haftasonları bekliyor Fenerbahçeliler'i.


Çok az kaldı. 


Gelelim basketbol kritiğine.


Kadro şu şekilde:


Ukic
Erbil
Mirsad
Ömer Onan
Engin Atsür
Vidmar
Kaya Peker
Oğuz Savaş
Marko Tomas
Emir Preldzic
Berkay Candan
Bojan Bogdanovic
James Gist
Curtis Jerrels
Hakan Demirel
Thabo Sefolosha



Öncelikle Mirsad, Engin ve Tomas'ın sakatlıklarının yarattığı kadro zaafiyeti devam ediyor. Geri dönüp form tutacakları zamana kadar özellikle Euroleauge'de eksikliklerini hissedeceğiz. Euroleauge maçları için, Tomas iyileşene kadar oynamak üzere NBA'den transfer edilen Thabo Sefolosha ise bir nebze savunmamıza güç katacak.


Aslına bakarsanız geçen yıldan güçsüz değiliz. Bilakis Bogdanovic, Jerrels ve Gist transferleriyle ve sakatlıktan dönen Vidmar'la rahatlıkla güçlendiğimizi söyleyebilirim.


Fakat Anadolu Efes ve GS Medical Park'ın özellikle bu sezon Fenerbahçe Ülker hegomanyasına son vermek için yaptıkları akıl almaz transferler, Fenerbahçe taraftarının kendi kadrosunu yetersiz algılamasına neden oldu.


Evet, her iki rakibimiz de Türkiye üzerinde, çok iyi kadro kurdular. Ancak unutmamak gerekir ki belli bir iskelete sahip ve bu iskeletle ciddi başarılar elde etmiş Fenerbahçe'nin, radikal değişiklikler yapması büyük bir hata olurdu. Özellikle NBA'deki lokavt nedeniyle boşa çıkan yıldızlara yönelmemek bu sene yapılan en doğru stratejik hamleydi. Zira takvim içerisindeki belirsizlikle pişmiş aşa su katılabilirdi. Rakiplerimizin ise kaybedeceği birşey olmadığı için her yolu denemeleri gayet doğal.


Kadro derinliğimiz oldukça iyi. Olası sorunlar yine 5 numara ve Jerrels beklenen katkıyı sağlayamazsa 1 numarada.


Emir'in giderek büyümesi, Bogdanovic, Ukic, Tomas ve Ömer'in skorer özellikleri hücumda fazla sorun yaşamayacağımızı düşündürse de; açık alan basketbolu tercihini pekala anlayabildiğim Spahija'nın set hücumları için de birşeyler yapması gerekiyor. Net bir şekilde zone alan savunmasına karşı doğru 5'i bulamadığımızda sorun yaşayabiliyoruz. Maç içerisinde bu gibi durumlarda Ukic ya direksiyonu tutamiyor ya da kenarda oluyor. Unutmamak gerekir ki; Euroleauge seviyesinde basketbol oynayan bir 1 numaranın, en fazla bu gibi durumlarda fark yaratması beklenir.


Türkiye liginde 3 içerde 2 dışarda yabancı kuralı daha çok Anadolu Efes'e sıkıntı yaratacaktır ama bu sene biz de özellikle Mirsad'ın yokluğunda bu sorunu yaşayacağız gibi gözüküyor. Hücum ve savunmada zaman zaman doğru 5'i bulmak kolay olmayacak. Ve bu gibi durumlarda başlıca sorunumuz Cumhurbaşkanlığı Kupası'nda yaşadığımız gibi momentum management olacak gibi görünüyor. Önde olduğumuz dakikalarda oyuncu dinlendirirken farkı tutmak ya da açmak için kusursuz hamle yapmak gerekiyor. Hele ki maçın düğüm anlarında, benchte ihtiyaç duyulan oyuncuyu unutmamak gerekiyor.


Savunmada geçen yıla oranla zayıf görünüyoruz ama sezon ilerledikçe vidalar sıkılacaktır. Bogdan, Gist ve Jerrels'in takım kimyasındaki rollerini almaları ve benimsemeleri ile Fenerbahçe Ülker Arena'da taş gibi bir takım izleyeceğimize eminim.


Umarım;
Son basketbol günlerinde Mirsad, o inatçı kişiliğiyle katkı verir.
Engin basketbola döner.
Tomas'ın dönüşü netleşir ve form tutar.
Ukic ve Vidmar sakatlık sonrası, geçen yıl yakaladıkları formlarını tekrarlarlar.
Ve artık bu sakatlıklar bir son bulur.


Yeni salonumuz için geri sayım devam ederken; haftasonu planlarını yapmaya şimdiden başlayın!





























Devamını oku...

19


19: Şike Soruşturması adil ve dibine kadar yapıldığı takdirde, Fenerbahçe'nin 1959 yılından bu yana 18 olan şampiyonluk sayısının, 2006 yılı şampiyonluğunun Galatasaray'dan alınıp sarı lacivertlilere verilmesiyle ulaşacağı sayı.




Olur mu?


Elbette olmaz.


Zaten olsa, sayı 19'da kalmaz!


Ama hani şu en büyük referansınız olan, gönüller?


2006 yılı gönüllerin şampiyonu kim şimdi?


Hakan Şükür değil mi;)

Devamını oku...

Quiz Show: Şike her yerde!



Önce, en yalın haliyle filmi özetlemek gerekecek sanırım ve sabredip okuyabilirseniz sonuna kadar, daha rahat ifade edebileceğim söylemek istediklerimi.


Buyrun:


Gerçek bir hikayeden uyarlanan Robert Redford filmi, 1994 yapımı.


Quiz Show adlı televizyon programı. Amerika'da televizyonun, hayatın en önemli parçası olarak yerleşmeye başladığı yıllar, 1950'lerin sonları.


Oldukça zor soruların yarışmacılara yöneltildiği bir bilgi yarışması. Puanlanan sorularla 21'i bulan yarışmacı haftanın şampiyonu oluyor ve para ödülünü alıp bir sonraki hafta yarışmaya devam ediyor. Yaklaşık yarım saat süren bu televizyon programı neredeyse tüm Amerika'yı ekran başına kitliyor.


Ekran önünde;
Jack Barry, sunucu.
Herbie Stempel, rekortmen yarışmacı.
Charles Van Doren, Herbie Stempel'i yenip bayrağı devralan profesör.

Ekran arkasında;
Dan Enright, Quiz Show'un yapımcısı.
Dick Goodwin, Quiz Show soruşturmasını yürüten Kongre Altkomite Avukatı.


Ayrıca, 
Geritol, programın sponsoru.
NBC, programın yayınlandığı kanal.


Fotoğrafta sağda görünen rekortmen yarışmacı Herbie Stempel, her hafta kazanmaya devam ederken, NBC'nin program saatindeki ratingleri ve program sponsoru Geritol'un satışları giderek düşüyor. Yapımcı Dan Enright bunun tek sebebinin, imaj ve popülaritesi zayıf görünümüyle Herbie olduğunu düşünüyor. Ve yerine yeni bir "Dahi" arayışına giriyor, Popüler bir "Dahi".


İmdadına, bir başka yarışma programı için NBC'ye başvuran Charles Van Doren yetişiyor. Ünlü bir yazarın oğlu, Colombia Universitesi'nde profesör, zeki ve oldukça yakışıklı. (Fotoğrafta solda)


Dan, Charles'a hiç gecikmeden teklifini yapıyor ve kurtarıcısı olmasını ümid ediyor. Kazanabileceği parayı ve şöhreti hayal eden Charles da bu teklifi geri çevirmiyor. Ancak Dan; Charles'a, Herbie'yi yenmesi için ona yarışmada soracakları soruları önceden vereceklerini ve Herbie'nin kendisine sorulan soruyu cevaplayamayacağını ima ediyor. Charles bu duruma karşı çıksa da, istemem yan cebime koy demeyi ihmal etmiyor.


Dan, yeni "Dahi"sini bulur bulmaz eskisiyle bir akşam yemeği yiyor ve vadesinin dolduğu mesajını net bir şekilde ifade ediyor. Artık Herbie'nin son görevi, "1955 yılında Oscar'ı hangi film kazanmıştır?" sorusuna "Marty" yerine "Rıhtımlar üstünde" şeklinde yanıt vermek. Karşılığında NBC'de bir televizyon programı sunuculuğu yemi ve o güne kadar kazanmış olduğu para ödülü vaad ediliyor. Herbie, şöhret sahnesinden inmek anlamına gelen bu değişikliği istemese de, hem mecburiyetten hem de vaad edilen yem ile, kabul ediyor.


O gün geldiğinde, milyonların önünde, Herbie "Marty" yerine "Rıhtımlar üstünde" yanıtını verirken; 21'i, "bildiği" bir soruya yanıt vererek Charles buluyor.


Şampiyonluk el değiştiriyor ve yeni şampiyonun popülaritesiyle birlikte haftalar geçtikçe ratingler yeniden yükseliyor. Geritol'ün satışları da rekor kırıyor haliyle. Charles Van Doren, TIME'a kapak oluyor ve 100.000 Dolar'ı aşan para ödülünü artırmaya devam ediyor.


Zamanla soruların cevaplarını almak ve bu danışıklı dövüşe alet olmak Charles'ın canını sıkıyor ama bunca şöhret ve parayı elinin tersiyle itecek cesareti bulamıyor.


Herbie ise kandırıldığını fark ediyor ve yaygarayı koparıyor. Önce Dan ile görüşüyor ama istediğini elde edemeyince hakkını mahkemede arıyor. Mahkemeye apaçık şekilde, soruyu yapımcının talebiyle bilerek yanlış yanıtladığını ve Charles Van Doren'ın haksız bir şekilde şampiyon olduğunu belirtiyor. Ancak mahkeme takipsizlik kararı veriyor. Yargıcın Dan ile bağlantısı da es geçilmiyor elbette filmde.


Gazetelere kıyı köşe yansıyan bu haber, Kongre Alt Komitesi avukatlarından Dick Goodwin'in dikkatini çekiyor. Yolsuzluk kokusu alıyor. Yetkiyi aldıktan sonra da araştırmaya koyuluyor.


Programın daha önceki şampiyonları, galipleri, mağlupları ile bir bir görüşüyor. Ama kısa sürede arzuladığı sonucu alamıyor.


Herbie ve Charles ile yaptığı görüşmelerle soruşturmayı yoğunlaştırdıktan sonra itiraflarla birlikte düğüm yavaş yavaş çözülüyor.


Herbie, haftalar boyunca kazanırken soruları aldığını itiraf ediyor ve Charles'ın da kendisinden farklı olmadığını iddia ediyor.


Charles ise hem ailesinin hem de kendisinin adını lekelememek için inkar ediyor.


Dan, durumu idare etmeye çalışıyor. Ancak iş çığrından çıkıyor. Mahkeme kuruluyor. 


Dönen tezgah net bir şekilde ortadayken Televizyon kanalı NBC ve program sponsoru Geritol bu işten sıyrıksız kurtulmaya çalışıyor. İnkarla başlayan soruşturma itiraflarla devam ediyor. 


Herbie, Charles ve Dan itiraf ediyor.
NBC ve Geritol ise bu suçun kabul edilemez bir şey olduğunu ve kendilerinin de mağdur edildiğini, tüm yaşananların bilgileri dışında gerçekleştiğini belirterek inkar ediyor.


Sonuç;


NBC ve Geritol hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor.
Charles, Herbie, Dick ve Dan içinse, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.


Özetle,


Kişilerle kurumlar ayrılıyor. Kişiler suçlanırken, kurumlar aklanıyor.


Bu film gerçek bir hikayeden uyarlanmış. Amerika ve düzenini düşündüğümüzde çok da şaşırtıcı değil aslında. Fakat geçen onca yıl sonunda, dünya üzerindeki hangi noktanın farkı kaldı Amerika'dan?




Dünya televizyonda yaşanıyor.
Hayat dikdörtgen bir kutunun içinde devam ediyor.
Daha rahat anlaşılır olması için Türkiye ölçeğinden gidersek; 75 milyon nüfusun yarısından fazlası akşam vaktini televizyon karşısında geçiriyor.


Dolayısıyla yaşanan anlar, o ana orada şahitlik edenlerden ziyade, ekran başındakiler için kurgulanıyor.


Filmde olduğu gibi. Herşey düzmece. Her adım kurgu, senaryonun bir parçası.
Sorular kasadan çıkarılır, yarışmacılar terler, her an gerçekmiş gibi gelir. Oysa her bir saniye ilüzyondan ibarettir. 


Amaç, kesinlikle tek amaç; daha fazla seyirciyi ekran başına toplamak, ekran başında geçirdikleri süreyi artırmak ve bu zamanları Dünyayı yöneten şirketlere sahneye çıkmaları için satmak.


Amaç daha fazla hamburger yenmesi.
Amaç daha çok araba satılması.
Amaç daha büyük ev almak için para satılması.
Amaç daha çok tüketim.


Bunun içinse ne ahlaki ne de insani değerler sandığınız kadar önemli.


Yegane makbul şey rating ve reklam.
Çağın en önemli pastası. 




Şimdi biraz saçmalayalım.


NBC.
Geritol.
Quiz Show.
Jack Barry.
Dan Enright.
Herbir Stempel.
Charles Van Doren.
Dick Goodwin. 


Kanal.
Sponsor.
Program.
Sunucu.
Yapımcı.
Oyuncu.
Oyuncu.
Savcı.


Şimdi koyun herbirinin yerine "3 Temmuz" Sepetinden bir isim.
Hiç sırıtmıyor değil mi?


Dünya düzeni bu mu dersiniz?
Ağladığımız, güldüğümüz herşey düzmece mi?


Matriks mi ya da, komik değil mi?




Ama döngü yalan söylemez.
Bugün futbolun tüm dünyada en büyük gelir kaynağı televizyon yayınları. Öyle ki; bu gelir yok olduğu takdirde futbol endüstrisi çöker. Hoş, sonu daha güzel olur ama neyse. 
Sahada 22 kişi futbol oynuyor, tribünde onbinler en fazla. Ya ekran başında?
Milyonlarca tüketici.
Onlarca program, yayın ve reklam dakikası. 
Coca-Cola'sı, Arçelik'i, Toyota'sı..
Satın alıyorlar akşamlarımızı.


Tüketici, televizyon yayınına doğrudan, reklamlarda pazarlanan ürün ve markalara ise dolaylı olarak para harcıyor. Bu para birikiyor. Tüm sıfırlarını kuşandıktan sonra hiyerarşik sıraya göre dağıtılıyor. 
Markası, kanalı, futbolcusu, doğrudan ve dolaylı olarak kazanıyor.
Peki kim kaybediyor?


Hepimiz, öyle değil mi?




Futbol maçı, programı..
Pembe, yeşil, mor dizi..
Dans, şan, şöhret yarışmaları..
Ve izlediğiniz ne varsa;


Sizce para onları kaderine terk eder mi?
Sizce para o kadar masum mu?


Ve bu düzen içerisinde;


İki kere son anda şampiyonluk vermiş, takımının kazandığı her maçta kalp krizi tehlikesi geçirmiş bir futbol kulübü başkanı mı suçludur, sadece?


Yoksa, sen kurallara uymuyorsun, tezgaha gelmiyorsun, düzeni bozuyorsun denilerek rüşvet yemeyen devlet memurunun düştüğü hazin sona mı uğramıştır?


Bugün ya da yarın,
Vicdanınız size doğruyu er ya da geç söyleyecek,
Onu mutlaka dinleyin.


Ve bu dünya için iyi birşey yapmak istiyorsanız,
Televizyon izlemeyin!

















Devamını oku...

14 Ekim 2011 Cuma

13 Ekim 2011 Perşembe

4 Temmuz Tuvalet Kağıtları


Sağolsun bugün @12NUMARAorg (www.12numara.org ) paylaştı tamamını.
4 Temmuz gazetelerinin ilk sayfaları.
En gözüken yere, toplayıp koymak lazım.
Dönüp dönüp okumak lazım.

Şike Yalanı oymak başının verdiği "Basın Bülteni"nin 4 Temmuz'a nasıl yansıdığını gözler önüne sermek lazım.

Unutmayın!
Şike, yalan! 
Şike yalan!














Devamını oku...

12 Ekim 2011 Çarşamba

Yorumsuz kareler #29


Devamını oku...

Yorumsuz kareler #28


Devamını oku...

Hayalimdeki Milli Takım




Eleştiriyoruz bolca bu aralar.
Peki fikrimiz ne?

Öncelikle başıma birşey gelmeyecekse; Hiddink ve tüm ekibinin ayrılması gerektiği kanaatindeyim.

Başta Cüneyt Tanman olmak üzere.

Sebepleri gayet net. 

Ve yine başıma birşey gelmeyecekse, adayım Abdullah Avcı!

Hiddink ve Abdullah Avcı tercihlerini başka bir yazıya bırakıp hayalimdeki Milli Takım aday kadrosu ve 11'ini belirtmek istiyorum.


23 kişilik Aday Kadro:

Kaleciler:

Volkan Demirel
Onur Kıvrak
Sinan Bolat

Defans:

Ömer Toprak
Serdar Kesimal
Serdar Aziz
Ersan Gülüm
Gökhan Gönül
İsmail Köybaşı
Özgür Çek
Sabri Sarıoğlu


Orta Saha:

Mehmet Ekici
Selçuk İnan
Nuri Şahin
Emre Belözoğlu
Mehmet Topuz
Hamit Altıntop
Arda Turan
Gökhan Töre
Olcan Adın


Forvet:

Cenk Tosun
Mevlüt Erdinç
Burak Yılmaz



İlk 11'e 3-4 yıl sonra Milli Takım'da olmayacak kimseyi almadım.

İlk 11'in ikamesi ise şu şekilde;




Sistemden başlayacak olursak; 4-2-3-1'in hem modern futboldaki yeri hem de genel futbolcu yapımıza uygun olması sebebiyle en uygun sistem olduğu açık.

İdeal kadroyu yorumlayacak olursak:

Kaleci için yorum yapmaya gerek yok, devamında da Sinan ile kale emin ellerde.

Sağ bekte Gökhan Gönül elbette ve yedeği Sabri ne kadar eleştirilse de.

Tandem Ömer Toprak ve Serdar Kesimal ile taş gibi, yatırım yapılması ve sabredilmesi gerekse de. Yedekleri Serdar Aziz ve Ersan Gülüm.

Sol bekte yatırım yapıldığı ve sabredildiği taktirde en büyük potansiyel İsmail Köybaşı'nda ve devamı Özgür Çek.

Orta ikili tartışmasız Selçuk İnan ve Nuri Şahin'de. İkameleri Mehmet Topuz ve Emre.

Önlerinde Mehmet Ekici, ikamesi Hamit.

Sol açıkta Arda elbette ve Olcan yedekte.

Sağ açıkta Gökhan Töre, ters ayakla içeri penetre, sürat ve yeteneğiyle, yedeği Burak, fuleleriyle.

Ve forvette Cenk Tosun, fiziği, tekniği ve bitiriciliğiyle, yedeği Mevlüt tüm enerjisiyle.


Yatırım yapılması ve sabredilmesi gereken bir aday kadro ile ilk 11.

Ama artık Servet ve Gökhan Zan ile..
Birkaç yıl sonra Emre ve Hamit ile..
Solda Balta ile..
Sağda Kazım ile..

Nereye gidebilir ki Türkiye?

Eminim ki yukarıdaki ilk 11'e disiplinle ve istikrarla yatırım yapsak, gelecek yıllarda devamını aynı yapıdaki, benzer özellikteki oyuncularla değiştirsek/geliştirsek, bir ekol olabilir Türkiye.

Kısa, orta ve uzun vade planlama derler ya, aynen öyle!

Devamını oku...