1 Aralık 2014 Pazartesi

Neşe bitti, öfke galip geliyor, kaybeden Fenerbahçe


80'lerde çocuktum, 90'larda ergenlik döneminde bir erkek çocuğu. 82-83 ve 84-85 şampiyonluklarını hatırlamıyorum. Şahit olduğum ilk şampiyonluk 88-89. Oğuz, Aykut, Rıdvan hayranlığım ondan. Ardından 7 yıl bekledim, 95-96'ya kadar sabredip vuslatı bulmuşken, Oğuz ve Aykut'un sebepsiz ayrılıklarıyla kahır hayatıma devam ettim. Peşinden Mesut Yılmaz, Haluk Ulusoy, Mehmet Ağar ve Fatih Terim ile gelen 4 sene üst üste Galatasaray şampiyonluğu. Pes etmedim. Nihayet 2000'li yıllar. 6 şampiyonluk ile nispeten 80'ler ve 90'lardan başarılı olduğumuz ancak potansiyelimizi dahili ve harici sebeplerle beklenen neticelere dönüştüremediğimiz yıllar.

Ben hayattayken 10 kez şampiyon olmuş Fenerbahçe, 8'ine şahitlik etmişim. Ama çocukluğum ve ergenliğim safi kahır ile geçmiş. Üstelik Ankara'da. Hiç kolay değil. Mesela bu yüzden 2000'lerin çocuklarını daha şanslı bulurum ben. Göreceli elbette.

Niçin anlattım yukarıdaki, herkesin malumu iki paragrafı? Başarısız geçen yıllar ile görece başarılı yılları mukayese ederken günbegün yitirdiğimiz bir değerimize ışık tutmak için, dört harfli, adı neşe.

Geçmişte de saha içinde ve dışında zor günlerimiz oldu. Kah kongrede, tribünde kavgalar, kah Dereağzı basmalar yaşandı. Ama hatırlıyorum, en kötü günün sabahında bile, bir umut, bir neşe, ağladıkça büyüyen bir bağlılık kaplardı içimi, içimizi. Gün olur yenilmeye doymazdık. Gün olur havada uçan sandalyelere hayıflanırdık. Ama Fenerbahçe'nin bayramı, bir maç gününde, sanki yeniden doğardık.

Budala bir geçmişe öykünme değil bu. Bugün elbette 80'li ve 90'lı yıllardan büyük, güçlü ve başarılıyız. Zaten geçen yılların denklemini sadece Fenerbahçe değişkeni üzerinden yorumlayamayız. Berlin duvarı yıkıldı, Körfez savaşı yaşandı, internet çağı ve ardından gizli saklının kalmadığı sosyal medya çağı başladı.

Israrla işaret etmeye çalıştığım şey kaybolan neşemiz, bayram havası. 7'den 70'e erkek ve kadının aynı düzlemde çocuk olup birkaç saatliğine herşeyi unuttuğu, mutlu Fenerbahçe anları.

Fenerbahçe büyürken ve güçlenirken; 2006'da, 2010'da, 2011'de ve daha sonra başına örülen çorapların ve yarattığı maddi manevi tahribatın farkındayım elbette. Ama işte, zaten, bu yüzden sevgi ekmek gerekmez mi? Yaşadığı, yaşatılan zorlu günleri nasıl aştı Fenerbahçe? Kenetlenmedi mi? 3 Temmuz'dan sonra, Aziz Yıldırım'ı seven/sevmeyen herkes Çağlayan'a, Metris'e koşup gaz yemedi mi? Tek sebebi neydi? Sevgi. Saf, içten, derinden, kökten.

Bugün mutlu değilim. Sebebi puan kayıpları değil, hiç puan kaybetmedik mi? Şampiyonluk da gidebilir, hiç şampiyonluk vermedik mi? Ama bu ikisinden daha önemli şeyleri yitirmekteyiz.

4 Eylül'de karalamıştım şu yazıyı: "Fenerbahçe icra makamından memnuniyet grafiğindeki anormal dağılım"

Aynı yerdeyim. Sevgi ve aklın olmadığı yerde nefret kök salar ve öfke galip gelir. Maalesef bu acı sona doğru sürükleniyoruz.

"Kim haklı?" oyunu oynamak bana zul geliyor, saçma ve faydasız buluyorum. Ama doğru ve yanlışları konuşabiliriz, konuşabilmeliyiz.

Tekrarlıyorum; Aziz Yıldırım'ın ne her yaptığı doğru, ne de her yaptığı yanlış. Ama bir kesim her sözünü ve icraatını reddederken, bir kesim de her yaptığını koşulsuz doğru bulmakta. Bu dağılımda rasyonalite yok, buram buram duygu var ve sağlıksız.

Normal şartlarda, Fenerbahçe icra makamından, yani Aziz Yıldırım'dan memnuniyet grafiği bir değerde yoğunlaşmalı. Bunun -10 üzerinden- 3 olması da, 7 olması da normal, sağlıklı. Ancak bahse konu yazıda da belirttiğim gibi, iki tepe noktalı, bir kesimin acımasızca 0, diğer kesimin ısrarla 10 verdiği kutuplaşmış grafik, yani bölünme, Fenerbahçe'yi uçuruma sürüklüyor.

Çalışan insan hata yapar. Aziz Yıldırım da kendini adadığı Fenerbahçe için çalışırken hatalar yaptı. Kabul ettiği yanlışları da oldu üstelik. Taraftar da hakkını verdi. Ama bugün yaşadığımız şey hata olarak adlandırılamaz. Şahit olduğumuz şeyin adı inat. Dolayısıyla içinde mantık yok. Öfkenin direksiyona geçtiği ve sonunun mutlak şarampol olduğu bir akıl tutulması.

Ben haklı haksız arama çabası içinde değilim. Ayrıca zaten yargılayacak konumda değilim. Tarafsa, iki tarafın da yanlışları olmuştur. Muhakkak iki tarafın da kendini haklı gördüğü yerler, kırgınlıkları vardır. Ama milyonları bir arada tutan ortak payda Fenerbahçe ise, aynı yerde buluşmaktan başka çaremiz yok. Bunu da bir, yüz, bin kişi münferiden yapamaz; tek bir kişi ve tek yol var.

Fenerbahçe'nin 17 yıllık başkanı Aziz Yıldırım; önce, bu nefret ve öfkenin bizi uçuruma götürdüğünü anlamalı ve ardından, hemen, Fenerbahçe'nin tek lideri olma sorumluluğuyla camiayı bulunduğu öfke yörüngesinden çıkarmalı. Yolunu da, usülünü de o bilir. Tarafsa, iki taraf için de ne bir geri adım, ne de özür dilemek bu. Fenerbahçe çatısı altında buluşmak zor geliyorsa insanlara, egoları Fenerbahçe aşklarından yukarıdaysa söyleyecek ve yapacak birşey yok zaten. Ama bu *buluşmayı* tertip etmekten veya davete icabet etmekten kaçınanları da tarih yazar ve Fenerbahçe'yi değil, kendini düşünen insanlar olarak anar.

Tarafsa, karşı taraftan adım beklemek yanlış ve nafile. *Fenerbahçe için* birşey yapacaksan, bunun koşulu olmaz, dile getirdiğin sevda nakaratlarına tezat.

Bence bugün Fenerbahçe, 3 Temmuz'dan daha büyük bir sınav veriyor. Ya biri, lideri, ısrarla, karşılıksız sevgi tohumları ekip üzerine düşeni yapacak ve sevgi nefrete karşı bir kez daha galip gelecek, ya da bu amansız inat ve ego savaşı bizi 40 parçaya bölecek. İki yolun sonu da belli. Tercih söz sahiplerinin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder