30 Kasım 2012 Cuma

Peki ya bu kimin sopası?


Herkes uyurken;

Fenerbahçe; 80 milyon doları -belki de daha fazlasını- cebinden ve daha çok taraftarının desteğiyle harcayarak, her bir tribünü farklı dönemlerde yapıp, birkaç sezon süren inşaatı ve bunun yaratacağı dezavantajları göze aldı ve bugünkü nihai haline kavuşturdu Şükrü Saraçoğlu Stadı'nı.

Fenerbahçe; Ülker ile yürüttüğü sponsorluk anlaşması çerçevesinde, tapu için devletin, inşaasında Ülker'in katkılarıyla yap(tır)dı Fenerbahçe Ülker Sports Arena'yı.

Fenerbahçe; Şükrü Saraçoğlu Stadı'nın yanında yer alan Kenan Evren Lisesi'nin arazisini alıp otopark yapmak için şu ana kadar 2 okul yaptı ve teslim etti, 3. yolda.

Bu arada devlet; TOKİ marifetiyle öz evladı Galatasaray'a allı pullu stadını teslim etti de; 2030 yılına kadar satacağı koltukların parasını da SPK marifetiyle ciro ettiriyor bile.

Yetmedi, 2010-11 sezonunda, ne tesadüftür ki; Fenerbahçe ve/veya Trabzonspor ile oynayacakları maçlardan önce, Bursaspor, Gaziantepspor [Unuttuğum varsa ekleyin lütfen] ile stad anlaşmaları imzalayan Spor Bakanlığı/TOKİ; toplam 24 stadyum yapacak Türk sporu ve "inşaatı" için, şimdi.

1998'den 2011'e kadar amatör şubelere 256 milyon dolar harcayan Fenerbahçe'nin, spora ve sporcuya, bilhassa bu son 15 yıldır yaptığı yatırımların mükafatını(!) 3 Temmuz Darbesi ile alması şöyle dursun; sırtından sopası eksik olmuyor, anlayabilen beri gelsin.


***

Galatasaray ve Trabzonspor; her ne kadar kendilerini sürecin mağduru ilan etse de, 3 Temmuz'dan beri neler yaşadığımızı en azından Allah biliyor.

3 Temmuz Darbesi neden yapıldı?
Asıl hedef neydi?
Hedefe ulaşılabildi mi?
İşleri bitti mi?
Bilmiyoruz.

Ama yoğun gündemin arasında kaynayan şeyler oluyor, aba altında.

İşte size çarpıcı 6 örnek.



1) Fenerbahçe Stadyumu sit oluyor - 1 Ekim - Radikal



2) Ülker Sports Arena yıkılacak mı? - 25 Kasım - Kanaltürk




3) Fenerbahçe Koleji İmam Hatip mi oluyor? - 30 Kasım - Hürriyet




4) Milli Emlak Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı önündeki kaldırımın kullanım bedeli olarak Fenerbahçe Spor Kulübü'nden 300.000.-TL bedel talep etti - 30 Kasım - Hürriyet




5) Fenerbahçe Şile'ye taşınıyor - 1 Aralık - Habertürk





6) Fenerbahçe Konukevi'ne kira şoku - 5 Aralık - Hürriyet





***

6 örnek [Yazıyı ilk yazdığımızda 4'tü. İki ekleme sonradan yapıldı.], 4 koldan kuşatıldığımızın resmi gibi sanki, değil mi?
Son iki ayda yapılan bu yayınlar/eylemler; arka planda nelerin kurgulandığını az çok ele veriyor aslında.
Haydarpaşa Port, Sultanahmet, Taksim, Kentsel Dönüşüm ve geçmiş ve gelecek.
İstanbul'un en kıymetli yerlerini ele geçirmek ve yeniden imara açmak için sergilenen bir makro tiyatro mu bu?

İlkokuldan beri bize anlatılan ve bugün bile halla bedelini ödediğimiz "Türkiye coğrafyasının jeopolitik yeri ve önemi" laneti, şimdi de Fenerbahçe'ye mi musallat oldu acaba?

Darbenin asıl/yegâne sebebi mi?
Ya da sebeplerinden biri mi "Fenerbahçe toprakları"?

Bu haberler/yayınlar; kar suyunu kaçırıp, kamuoyunu hazırlamak için mi yapılıyor mütemadiyen?
Yoksa aba altından sopa, "Galatasaray'a ve dört bir yandaki usülsüzlüklerine sesinizi çıkarmayın!" mesajı mı?
Ya da "Siz Aziz Yıldırım'dan vazgeçene kadar cendere devam edecek" mi demek istiyorlar akıllarınca?

***

Cevabı ne olursa olsun; birilerinin Fenerbahçe ile uğraştığı ortada.
Saha içi ile ilginenlere saha içinde,
Saha dışıyla da ilgilenenlere, saha dışında da dar ediyorlar dünyayı.


Makro plan nedir?
Gelinen nokta planın neresindedir?
Bilmediğimiz neler olmuştur?
Daha neler olacaktır?

Daha çok soru çıkar.

***

Ama işin acı yanı;

Gözleri -henüz- açılmamış ya da gerçekle yüzleşmekten korkan Galatasaray ve Trabzonsporlular'a sorsak;

Fenerbahçe şikeci.
Şükrü Saraçoğlu Stadı sit alanı, yıkılmalı.
Fenerbahçe Ülker Sports Arena usülsüz.
vs..

Ama tabii kupa Trabzonspor'un hakkı, Galatasaray borsada vurgun yapmadı, Trabzonspor HES'leri, Galatasaray TOKİ Arena'yı hak etti.

Fenerbahçe kötü, kaka, şeytan.
Galatasaray cici, mis, melek.

***

Medyanın, devletin idari kurumlarıyla el ele yaratmaya çalıştığı algı bu işte.
Kimin lehine?
Ya gerçekler?

"Fenerbahçe Stadyumu sit alanı oluyor" adlı trajikomik haberi ele alalım mesela.

Konuya; aynı zamanda bir arkeolog olan Sevgilli Murat Dural'ın getirdiği detaylı açıklama şöyle:


  • Haber çıktığında detayları incelemiş ve hızlıca, bir Arkeolog gözünden aktarımlar yapmıştım. İzninizle tekrar yazacağım
  • Öncelikle "Stadın altındaki Khalkedon" meselesi. Khalkedon MÖ 6. YY'da Kolonizasyon döneminde kuruluyor. O dönemin sur/tahkimat sistemi zayıf.
  • Bu sebeple, şehirler doğal sur olabilecek yüksek tepelere, kolay korunabilecekleri alanlara kurulur. Khalkedon MODA burnu ve bölgesindedir.
  • Amacı ve güdümü belirli haberimiz ilerleyen kısımda "STAD KHALKEDON'UN KALBİ" diyecek misal... Yer misin? Yemez misin?
  • Antik Çağları bilen insanlar yapısalların hatasız inşaası için kusursuz arazi seçimlerini iyi bilirler. Stad bölgesi için tek olasılık var.
  • Dört Limanı olduğu söylenen Khalkedon için bu bölgenin Territorium ya da Interland'ı dediğimiz tarım yapılan, işliklerin olduğu bölümü.
  • Habere dönüyorum. Komedi ayrıntılarda gizli; "Stadın Yıkılması..." İnanılır gibi değil, Koskoca Moda ve Boğa'nın altına uzanan tarihi şehir ortadayken, Eminönü ve Sultanahmet Otel/Tarih Talanı gerçekleri varken, olmayan antik yapısallar için STAD YIKIMI.
  • Haber STAD YIKIMI asparagası ardından bir başka yalanla bunu destekliyor. Ama nasıl? Başka asparagas ise Bjk Stadı altındaki tarihi eserler.
  • Beşiktaş İnönü Stadı yenileme projeleri, ALTINDAKİ TARİHİ ESER nedeni ile geçirilmiyordu. Sığınılan neden bu. Asıl sebep? Dolmabahçe?
  • Beşiktaş İnönü Stadı Osmanlı dönemine ait, Dolmabahçe'nin drenaj sistemine ait kanallar TARİHİ ESER sayılıp yıkılamıyor. Peki ya altında eser olmayan Fenerbahçe Stadı?
  • Yine haberde; "Tiyatro, Hipodrom(?), Saray, Kilise, " şehir surları içinde olması gereken yapılar stada konulmuş.
  • Khalkedon (Erken Greek) Tiyatro yamaca yaslanır, kemer yoktur (Düz Alan?). Hipodrom Roma Mimarisi ve yine sur içi olmalı (Ör; Sultanahmet)
  • Surlar halkı koruyacak ama saray Fenerbahçe Stadında olacak; Bravo. Kilise? Araya peyzaj, haberde Apollon Tapınağı da araya girecek. Helal!
  • Antik Mimari ile ilgili ÇOK ÖNEMLİ bir detay; Antik Çağda dereyatağına yakın yerlere, su yiyen batak araziye bahsedilen yapılar yapılamaz.
  • Antik Çağ Mimarisini, şehirciliğini cehalet ve kısır güdüm ile yoğurursanız takke düşer kel görünür; rezil olursunuz!
  • 1900'lerden bir iki fotoğraf aktarıyorum. Sebebi, düz araziler, eski fotoları olan araziler bize çokca iz bırakır. Eski yapıları inceleriz.
  • Dere yatağı, düz, açık arazilerde yapı izleri çok rahat gözlemlenebilir. Saray? Tiyatro? Ne dediklerini bilmiyorlar.


  • Bahsettiğimiz, bu foto'dan kast ettiğimiz arazi Hasanpaşa, Söğütlüçeşme, Kuşdili gibi çok büyük araziler. Ve buralarda hala düzlükler var.
  • Şunu da unutmayalım, Stad Bölgesi Dere'nin alivyonel etkisi ile muhtelen o dönemde burası denizle daha içte buluşan, bataklık bir araziydi.
  • Saraçoğlu'nda ÇİM/HASTALIK PROBLEMİ yaşamamızın sebebi dereyken (bataklık) , "Antik Çağ'da saray burada" demek ayıptır. Mimarlıkta ileriler.
  • Belki de bu haberin tek doğrusu; "Khalkedon'un Dört Limanı" bilgisi. Bugün Kalamış dediğimiz bölge Antik Çağ için harika bir liman.
  • Bu döneme damgasını vuran ve tarihi etkileyen Kolonizasyon Dönemi denizcilik üzerinden yürüyor.
  • Haberde Bizans dönemi anılıp bazı yapılardan bahsediliyor ve Arkeologların görüşleri sunuluyor.  
  • Arkeologların GENEL ÇIKARIMLARI ndan güç alınarak sanki Stad bölgesinden bahsediliyor havası yaratılıyor. Bahsedilen, İsttanbul'un yok edilen, şehrin altında kalan, her ayak bastığınız yerde (ayrımsız her yer) tarihi kalıntı olduğunu belirten İZİNSİZ/KONTROLSÜZ İNŞAATLAR vurgulanıyor.
  • Bu haber çıkınca, NİYET BELLİ OLDUĞU İÇİN, İstanbul Üniversitesi Klasik Ark ve İstanbul Ark Müzesi ile bağlantıya geçtim. Aktardığım bilgileri doğrulayan ve üstüne üstlük fazladan, özellikle "Salı Pazarı Bölgesi ve AVM" gibi duyumlar aldıklarından bahsettiler.
  • Şükrü Saraçoğlu Stadı'nın olduğu bölge için hepimizin kulağına çalınan bilgiler, duyumlar var. Bu tip SİPARİŞ HABERLER ile konu netleşiyor.
  • Sit alanı ilanı, kaçak kazı, izinsiz inşaat, tarihi eser tahribi gibi konular bu haberde bahsedilenlerden uzak ve farklı.
  • Boğa'ya yürüyüp, Bahariye'den Kadıköy Saint Joseph'te, oradan Moda burnuna doğru yürüdüğünüzde SİT ALANI LEVHASI görüyor musunuz?
  • Atılan her adım binlerce yıllık, katman katman birikmiş kültür hazinesi. Ülke hazinesi. Ama bize özel, bataklık araziden kültür yaratılıyor!
  • Sit Alanı İlan'ı mümkün değil, kaçak kazı yapmadığımıza göre inşaatı durdurmak mümkün değil. Stad, tesis inşatında kaç derin kazı yapılıyor?
  • Fenerbahçe ne kadar "ülke menfaati" düşünmez bir Kulüp ki gitmiş "KHALKEDON'UN KALBİ"ne tesis yapmış.
  • Fenerbahçe ne fena, ne öcü ki, denize "0", bataklık arazide Apollon bilicilik Merkezi kurmuş. İki tane var; (Yunanistan'da Delphi ve Didyma/Didim)
  • Arkeoloji Dünyası'ndan kiminle konuşsam (takımları farklı/aynı) Evet diyor ve ekliyor amaçlar için araç KENTSEL DÖNÜŞÜM başka nedir ki?
  • Sevgili Cem Argun arazi üzerinde oyun oynanırken stadımızın yanında yakında başlanacak YENİ OTEL/AVM PROJEMİZ'inde önlenebileceğini belirti.
  • Biliyorsunuz, Fenerbahçe Lisesi arazisi kazıldığında Arkeolojik inceleme gerekecek. Ve birileri kasten, bu arazi ile ilgili haber yapıyor.
  • Fenerbahçe'nin bu bölgede yapacağı YENİ OTEL / AVM PROJESİ olası başka projelerin önüne geçecektir. Bu bölge Fenerbahçe Ekonomisi'dir.
  • Marmaray Projesi'nin Yenikapı ayağında Dünya'da eşi benzeri olmayan bulgulara "Çanak/Çömlek Yüzünden" diyenler, aniden feryat edebilir.
  • "Marmaray Projesi Arkeoloji Yüzünden Yetişmedi" diyenler, kim bilir, belki de BİRİSİ BU ARAZİYİ VERMEDİĞİ İÇİN nice Temmuz'lar inşa etti!

Gerçekler yorucu değil mi?
Oysa çamur atmak ne kadar kolay.

Devam edin.
Biraraya gelin.
Durmayın, yılmayın, vazgeçmeyin.

Çünkü biz pes etmeyeceğiz.
Bunu böyle bilin.










Devamını oku...

25 Kasım 2012 Pazar

Yıldız Tablosu: Fenerbahçe 4 - Gençlerbirliği 1


Maç yazısı değil.
Nostalji.

Eskiden, gazete aldığımız günler; maçtan sonraki gün futbolculara verilen yıldızlara bakmadan gazete okuduk demezdik.

Sıcağı sıcağına, "Yıldız Tablosu" yapmaya gayret edeceğim bundan sonra.
Artık gazete almadığımız günlerde,
Eski günlerin hatırına.


Devamını oku...

24 Kasım 2012 Cumartesi

Yeni Fenerbahçe: Eksiler ve Artılar



Fenerbahçe futbol takımı değişiyor.
Aykut Kocaman'ın deyimiyle, bir "Teknik direktör takımı" na dönüşüyor.
Salt şablon ve oyun yapısı olarak değil; saha içi ve saha dışıyla birlikte, bir sistem takımı olma yolunda adımlar atıyor.

Konuya Aykut Kocaman özelinde bakmak yanlış olur.
Bir sistem takımı yaratma yolunda büyük bedeller ödeyerek mücadele eden "Don Kişot" olsa da Aykut Hoca; bunu kendi koltuğu/menfaati için değil, Fenerbahçe'nin geleceği için yapıyor.

Bugün çekilen cefaların ve ama bolca atılan tohumların meyvesini -inşallah- Aykut Kocaman döneminde de, bayrağı ondan devralan Hoca ve Hocalar döneminde de toplayacağız.

İşte bu yüzden hikayemize isimlerden bağımsız, modern futbolun gereklilikleri ekseninde bakmalıyız artık.

Öyle ki; değişim/dönüşüm ve modern futbol sepetine atılan doğruların mükafatını -şimdilik- UEFA Avrupa Ligi maçlarında aldık.

Avrupa'da -hangi platform olursa olsun- üst üste 4 maç kazanmak her babayiğidin harcı değil. Üstelik 3 deplasman galibiyeti asla azımsanacak bir olay değil.
Ki; kim ne derse desin, Gladbach ve Marsilya deplasmanlarından galibiyetle dönmek, önemli bir eşik göstergesi.
Daha iyilerini yapabileceğimizin işareti.

***

Girizgahı bir kenara bırakalım ve işin tekniğine gelelim isterseniz.

Önce, geleceğe ışık tutan, tek oyuncu değişikliğinin Stoch-Caner olduğu, Bekir-Yobo tandemiyle mevcut form düzeyinde ideal kadromuzla çıktığımız son 4 resmi maçımızın MatchStudy'de yayınlanan sahaya yayılma grafiklerine göz atalım.


Fenerbahçe-AEL:


Fenerbahçe-Orduspor:




Eskişehirspor-Fenerbahçe:




Marsilya-Fenerbahçe:



Sahadaki yayılışı yukarıdaki 4 grafikteki gibi olan şablonun, tahtadaki görünüşü ise aşağıda:



Bunun adı tam anlamıyla "Esnek 4-2-3-1". Zira yukarıdaki 4 grafikte de gördüğünüz gibi, maç içinde hücum ve savunmada 4-5-1, 4-3-3 ve 4-4-2'ye evrilen bir yapısı var. Savunma iskeleti sabit. Orta saha ve hücum hattı ise sabit savunma rollerine, değişken hücum görevleri ekliyor.

Geri dörtlü ve orta ikili takımın iskeleti, mümkün mertebe değişmezleri. Ancak daha çok hücum rolü üstlenen ilerideki 4 oyuncu maç, form ve taktik nedenlerden ötürü zaman zaman değişecektir. Örneğin Krasic sağ kanadı mutlaka teslim alacak, Stoch'un Caner'den daha fazla oynadığı dönemler olacak, Kuyt ile Sow zaman zaman birbirlerini dinlendireceklerdir. Özetle; Aykut Hoca'nın en çok rotasyon uygulayacağı bölge, 4 oyuncudan oluşan hücum hattı.

Bu sistemin mevcut haliyle birtakım eksileri ve artıları var. Takımın muhtemel ideal dizilişiyle yaptığı maç sayısı arttıkça; artıların daha belirgin ve keskin, eksilerin azalan bir trende sahip olacağına eminim.

Şimdi gelelim madde madde beraberinde kaygı ve umutlar taşıyan eksiler ve artıları yazmaya:


Önce eksiler:

1- Ritim ve tempo: Başta Aykut Hoca olmak üzere herkesin malumu. İlacı, muhtemel ideal kadronun maç sayısının ve buna bağlı olarak kordinasyonun artması. Ancak mevcut şekliyle, savunmada oldukça iyi kademe yapan bu takım, topu ayağına aldığında daha seri/çabuk/hızlı oynamalı. Aksi halde geri koşan ve kapanan rakiplere karşı set hücumuna kalıyor iş.


2- Set hücumu: Oyun sistemimiz rakibi 90 dakika boğan, ablukaya alan, topu rakibe vermeyen bir yapıda değil. Daha çok rakibi geride karşılayan, alan daraltıp çabuk/hızlı/dikine hücumlarla pozisyona girmeyi hedefleyen bir oyun kurgusuna sahibiz. Ancak bilhassa küçük ya da kapanan takımlara karşı oynarken set hücumunda üretken olmanız şart. Henüz yaratılan suni krizler sebebiyle kaybettiğimiz zaman bu aşamaya geçme şansı tanımadı bize. İlk aşamadayız. Rakibi karşılama ve süratle topu ileri taşıma merhalesine yeni geldik. Ancak tez zamanda set hücumunda cepheden ve kanatlardan rakip savunmayı delmek için gerekli varyeteleri geliştirmemiz gerek. Bilhassa Spor Toto Süper Lig'in anahtarı burada.

3- Statik hücum: Yukarıdaki 2 madde ile ilintili. Bilhassa beklerin ve ilerideki 4 hücum oyuncunun daha mobil olmaları, pas alışverişine daha fazla katılmaları gerekir. Ve hatta Topal'ın sigorta olduğu düşünülürse Meireles'in. Son 4 maç bu eksikliğimiz azalıyor ancak hala maç içinde zaman zaman langırt izliyor hissiyatına kapılıyoruz tribünde/ekranda.

4- Cristian/Orta ön oyuncu: Dün, bir başka yazıda şunları yazmıştım Cristian için: 
"Beğenmeyeni, beğeneninden fazla olabilir. İyiyken çok iyi, kötüyken çok kötü. Bir maç 10 üzerinden 9 puan alırken, bir sonraki maç 1 puanı zor hak ediyor. Ancak ne olursa olsun; oynadığı dönem süresince, bilhassa kritik maçlardaki katkısı yadsınamaz. Alex sonrası orta ikilinin önünde, hücum bölgesinde görev alıyor. Duran topların, kornerlerin başına o geçiyor. Hakkını verelim; Alex sonrası en muhtemel eksik olarak gördüğümüz duran toplar konusunda bizi mahçup etti. Kaleyi bulan ve hatta gol olan frikikleri, adresini bulan kornerleri skora katkısını da artırdı. Velhasıl kelam; Aykut Kocaman ona, eksileri-artıları paralelinde, takım için daha faydalı olabileceği bir rol biçti. O da; istikrarı dışında, bu rolün hakkını veriyor. Bence.
Takım muhtemel ideal kadro ile oynadıkça, eksiklikler daha belirgin olmaya başladı. Bunlardan biri de Cristian ve oynadığı bölgenin gereklilikleri. Öncelikle Aykut Hoca'nın, bilhassa konsantrasyon konusunda istikrarsız olan Cristian'ı; savunma görevlerinden azad edip hücuma sevketmesi, eldeki imkanları en verimli şekilde kullanmak anlamında doğru ve faydalı oldu. Ancak bazı maçlarda hücumda çok iyi işler yapsa da, genel olarak Fenerbahçe'nin hücum 4'lüsünde en zayıf halka bu haliyle. Yerine başka oyuncu düşünmeden önce; Cristian'dan, orta alan ve hücumda daha fazla top kazanmasını, daha agresif, ısıran futbol oynamasını isteyebilir Aykut Hoca. Böylece defansif orta saha oyuncusundan ofansif orta saha yaratmanın, hücum alanında yapılan savunma ve günümüz futbolunun en çok golle sonuçlanan 3. bölgede kapılan toplara daha çok faydası olacaktır. Zira Cristian çalım atıp, ara pası yapan bir futbolcu değil.

O bölgeye Sezer ve Mehmet Topuz da aday olabilir. İkisi de daha önceki takımlarında o bölgede başarılı olmuşlar ve Fenerbahçe'ye o bölgede sergiledikleri performans sonucu transfer olmuşlardı. Tabii ikisinin de -Cristian gibi- eksileri ve artıları var hem ideal 11, hem de görev alanları için. Ancak kesinlikle denemeye değer, Sezer'in yetenekleri ve Topuz'un enerjisini.

Hakeza Meireles. İngiltere'de birkaç maç oynadığı o bölgede, 5-6 gol de atmıştı üst üste yanılmıyorsam. Cristian'dan daha tahmin edilebilir/hesaplanabilir bir performans göstereceği ve ön alanda daha iyi savunma yapacağı kesin.

Cristian, Topuz, Sezer ve hatta Meireles varken o bölgeye transfer gerekir mi emin değilim. Ama Rıdvan Dilmen'in; Wolfsburg'dan Diego ve Güntekin Onay'ın pasıyla Fernandes örneklerini doğru buluyorum. Enerji, yetenek ve dikine pas/dribling stilleriyle, mevcut oyun şablonumuz için biçilmiş kaftan olurlar/dı.

5- Savunma tandemi / Sağ stoper / Bekir: Aykut Kocaman dönemi yükselen değerlerden. Sezon başı bocalama dönemi sonrası son 4 maçın belki de en formda oyuncusu. Markaj ve top kapma refleksleri oldukça iyi. Topu oyuna pas ve driblingle sokma konusunda ise kendini bir hayli geliştirdi. Yobo ile birbirlerini hem daha iyi tanıyorlar, hem de tamamlıyorlar. Zaten görüldü ki; Bekir-Yobo, Bekir-Egemen ve Yobo-Egemen'den çok daha verimli. Ve zaten Yobo; alıştığı sol stoperde, sağ stoperden çok daha başarılı.

Ancak ben geçen sezondan beri emin değilim Bekir-Yobo ikilisinden. Türkiye için, bilhassa yabancı sınırlaması olduğu düşünülürse bir yerli bir yabancıdan kurmak mantıklı ve bu konuda Aykut Hoca haklı; fakat yükselen Avrupa hedeflerinde savunma tandeminin havadan ve yerden çok daha sert olması gerektiğini düşünüyorum. Bekir topu oyuna daha iyi soksa da; bir Kjaer-Yobo tandemi mesela. 

Tabii yeni bir transferin uyum süreci vs. derken Bekir'den fazla katkı yapacağını düşünmek de hayalcilik olabilir. Bu belki de gelecek sezonun planlamasında yer alacaktır.

6- Sol bek alternatifi: Şahsen Hasan Ali'den çok ama çok memnunum. Dayanıklılığı ve sürekliliği her futbolcuda rastlanmayan bir özellik. [Maşallah] Kademe, pozisyon alma konularında her maç üstüne koyuyor. Koşu mesafelerinde neredeyse her maç takımın ilk 3'üne giriyor. Ancak Gökhan kadar olmasa da, hücuma biraz daha katkı yapması lazım Hasan Ali'nin. Ama asıl sorun bu değil, mevcut haliyle Hasan Ali, öğrenme yeteneği ve isteğiyle o mevkide uzun yıllar hizmet edecek Fenerbahçe'ye. Sorun alternatifsizliği. Caner ancak idare edebilir orada. Özgür Çek hakeza. Yabancı kontenjanı kullanılacak bölge değil bence. Türkiye'den kim ile yedeklenebilir bilmiyorum ama beni en çok korkutan konu, Hasan Ali'nin alternatifsizliği şu anda.

7- Forvet alternatifi: Sow tam isabet. Yokluğunda [mazallah] Kuyt görev alabilir o bölgede. Ancak Semih ve Henri'den artık yararlan(a)madığımıza göre, Sow ve Kuyt'ın yanında bir 3. alternatif alma zorunluluğumuz var. Bu ancak takım dışından, transferle çözülebilecek bir konu. Ki sanırım bu konuda çalışma olacak.


Gelelim artılara:

1- Duran toplar: Daum dönemi sonrası zayıfladığımız bir alandı. Bir duran top ustası da aramızdan ayrıldı. Ancak görüyoruz ki takımda cevher çokmuş bu konuda. Cristian ve Caner topa iyi vuruyor frikiklerde. Gökhan ile yaptığımız korner organizasyonu ise patentlik. Dahası da mutlaka vardır, eminim çalışılıyordur Samandıra'da. İnşallah onları da görürüz yakın zamanda.

2- İleri 3'lü rotasyonu / Swap: Bardağın boş tarafına bakmayı şiar edinmiş ulamalarımız çok tantana yaptılar Sow'u sağda/solda, Kuyt'ı uçta/solda görünce ama sanırım artık anlaşılmıştır Aykut Hoca'nın ne yapmak istediği. 

Öncelikle; elbette mevkilerinde başarılı olmaları muhtemeldir kanat ve forvet oyuncularının, ancak bir o kadar da tahmin edilebilir olurlar her zaman bulundukları noktalarda. Bunun yanında; -ki bence Aykut Hoca'nın asıl amacı- ileri uca zaman zaman Kuyt'ı çekip, Sow'u sağa veya sola alarak, öndeki baskının kuvvet/enerjisini daima en yukarıda tutmaya çalışıyoruz. Örneğin; yorulan Sow kenara, kademeye geliyor ve Kuyt önde baskı bayrağını devralıyor zaman zaman. Hem Sow'u markajda ezdirmiyor bu şekilde, hem de oyunu zenginleştiriyor Aykut Hoca. Bence dahiyane.

3- Orta 3'lü rotasyonu / Swap: Göbekteki Topal-Meireles ikilisi ve bazen Cristian'ın da katılımıyla ileride Caner-Kuyt-Sow'un yaptığı yer/görev değişikliklerinin benzeri orta sahada oluyor zaman zaman.

Hücum hattında yapılan rotasyonun sebepleriyle benzer özellikleri var. Bazen Topal tutuyor, Meireles kuruyor, bazen de tersi oluyor. Zaman zaman Cristian Meireles'in görev alanını doldururken, Meireles öne çıkıyor. 

Bu anlamda Fenerbahçe; orta saha ve hücumda, iki "Dönen üçgeni" matkap ucu gibi kullanıyor. 

4- Dinamizm: Fenerbahçe artık en az rakibi kadar koşuyor. Depar/sprint mesafeleri arttı. Toplu/topsuz koşular ve hücum/savunma hızları gelişti. Fenerbahçe artık çok daha dinamik.

Hadsiz ve utanmaz futbol ulemaları, muteber bir Alman teknik direktörün aynı söylem ve duruşuna "Koşan Takım heyo heyo" derken/diyecekken ve mesela Löw'ü modern futbolun ideal temsilcisi ilan ederken; aynı yoldan ve ama içine farklı renkler/zenginlikler de katan Aykut Kocaman ile -sebebi nedendir bilinir de bilinmez- akıllarınca dalga geçtiler. Elbette zaman, futbolun tartışmasız doğrularını söyleyen Aykut Kocaman'ı haklı çıkardı. Bunu kendisi de çok iyi ifade etti. "Futbol koşmak değildir, ama önce koşmak gerekir."

Antremanda ve maçta ölçülen değerler/istatistikler bir işe yaramaz/yaramıyor diye düşünenler olabilir. Ancak rakiplerle, bilhassa Avrupa futboluyla kıyaslamalar yaparken ve daha çok; futbolculara iyi ve kötü maçlar arasındaki farkı gösterir/izah ederken çok ikna edici ve faydalı olur/oluyor bu değerler.

Sadece futbolda değil; hayatınızın her alanında, ölçemediğiniz birşey hakkında yorum yapamaz ve arpa boyu yol gidemezsiniz, unutmayın.

5- Kalite Dengesi: Yıllarca yıldız futbolcularımızın yokluğunda organizasyon sıkıntısı yaşadık. Kaderimiz çoğunlukla birkaç oyuncunun ayaklarının ucundaydı. 

Peki şimdi nasıl?

Bursaspor maçında olduğu gibi ilk 11'den 6 oyuncu eksik olmadığı sürece; çok dengeli bir takım kadrosuna sahibiz. Oyuncularımızın neredeyse tamamı takım oyuncusu, asker. Defansta Yobo, orta sahada Meireles, hücumda Kuyt da generaller. Ama Yobo, Meireles ve Kuyt; 3'ü de "askerlikten gelme generaller."

Solda Caner / Stoch.
Sağda Kuyt / Krasic / Topuz.
Stoperde Yobo / Serdar / Egemen / Bekir.
Sağ bekte Gökhan / Orhan / Topuz.
İleri uçta Sow / Kuyt. 
Orta ikili/üçlüde Meireles / Topal / Cristian / Topuz / Sezer / Salih alternatifleri,  kalitenin planlı bir şekilde ne kadar homojen dağıldığının göstergesi. Sol bek istisnasıyla.

6- Genç/Yaşlı - Yerli/Yabancı Denge ve Kalitesi: A Milli Takım'ın iskeletini oluşturan yerli futbolcularımız, her biri ülkesinde milli olan yabancı futbolcularımız, genci yaşlısıyla tecrübe ve umut aşılıyorlar Fenerbahçe'ye.

7- Kolej değil "Anadolu Lisesi" Takımı: Bilhassa yaratılan suni kriz sonrası, takım havasını yeni yeni buluyor. Ancak en zor günlerde dahi, bazı yabancı oyuncular ve ama çoğunlukla yerlilerin soyunma odasından başlayarak sorumluluk almaları takdire şayandı. 

Şimdi, takım kazanma alışkanlığını hatırladı ve yüzler gülüyor. Zor günlerde gösterilen karakter ve duruşun kıymeti, iyi günlerde daha bir belirgin oluyor.

Bugün; takım kazandıkça yerlisi yabancısı, genci yaşlısı tek bir amaç doğrultusunda, bireysel performans ve menfaatleri değil, takım ve Fenerbahçe için mücadele ediyor.

Onca teknik ve taktiğin içinde, bence en önemli ve etkin faktör de bu zaten. 
Birbirine güvenen, inanan, sahip çıkan bir takım, ortalama üstü bir kaliteye de sahipse, kalıcı ve daimi başarının ilk adımını atmış demektir.

Eminim ki; Aykut Kocaman önderliğinde Fenerbahçe'nin attığı bu adımların kıymeti, taçlanan başarılarda daha belirgin olacak.


***


Yıllarca, Türkiye'de hasbelkader ilerlerken, her Avrupa'ya çıktığında morali ve dengesi bozulan Fenerbahçe; bu sene tersine, Türkiye'de arzuladığı zemini bulamamışken, Avrupa'da aldığı seri galibiyetler ile rehabilite oldu. Bunu irdelemek gerek. Çıtayı/eşiği Avrupa arenasına koyduğumuz gün, istediğimiz yere olan yolu kısaltmış olacağız. Türkiye Ligi peşinden gelecek.

14 Şubat'ta başlayan Avrupa Ligi ikinci turuna kadar çok vaktimiz var.
Ben, şablon/diziliş/oyuncu yapısı olarak modern Avrupa futbolu mertebesine adım atmış Fenerbahçe'nin; bilhassa ilk maçı deplasmanda oynayacağı her takımı eleyebileceği kanaatindeyim.

Artılar artacak.
Eksiler eksilecek.
Fenerbahçe yükselecek.

Gerisi kura şansı.
Ya nasip.

"Road to Amsterdam!" mı?
Neden olmasın?



  




Devamını oku...

23 Kasım 2012 Cuma

Bir Şehir Efsanesi #9: "Aykut Kocaman döneminde hiçbir futbolcu üzerine koyamadı."


Bir metrobüs yanaşıyor. İnsanlar nereye gittiğine bakmadan içine doluşuyor.
Sonuç?

Klişe.
Şehir efsanesi.

"Aykut Kocaman döneminde hiçbir futbolcu üzerine koyamadı." da onlardan sadece bir tanesi.

Alt alta yazalım bakalım, durum nasılmış bardağın dolu tarafına bakınca.


Bekir İrtegün: Fazla söze hacet yok. Yedekti. Orhan Şam transferi öncesi Gökhan'ın yedeğiydi. Çalışkan ve tam bir takım oyuncusu oldu hep. Aykut Hoca onu asıl mevkisinde kullanarak kariyer zirvesine ilk adım için Bekir'e fırsat verdi. Yobo ile iyi bir ikili oldular. Geçen yıl formunun zirvesine çıktı. Milli oldu. Yobo'nun sakatlığı, Egemen ile uyum süreci, takımın cendereden çıkışı derken Yobo ile yeniden kendini buldu. Son 5 maçın belki de en iyi oyuncusu. Röveşata kreması.

Hasan Ali Kaldırım: Haklarını yemeyelim, Kayserispor'da milli oldu. Yetenekleri kısıtlı, ancak genç, dinamik ve devamlılığı üst düzey bir oyuncuydu Hasan Ali. Aykut Kocaman'ın -birçoklarının itirazına rağmen- ona güvenmesi, sol beki ona adeta teslim etmesiyle her maç üzerine koydu. İstatistiklere göre de bugün takımın en fazla topla oynayan isimlerinden. Özellikle son iki maçta bu istatistikte zirvede. Savunması giderek gelişiyor. Hala eksikleri var. Bir Andre Santos hücum performansı beklemek zaten hata olur, ancak takım oyunu içinde gelişen/gelişecek olan varyeteler ile hem bindirmeleri hem de pas oyununa katkısı artıyor. Sezon ortası gelmeden neredeyse 30 maç 90 dakika oynadı. [Maşallah]

Cristian Baroni: Beğenmeyeni, beğeneninden fazla olabilir. İyiyken çok iyi, kötüyken çok kötü. Bir maç 10 üzerinden 9 puan alırken, bir sonraki maç 1 puanı zor hak ediyor. Ancak ne olursa olsun; oynadığı dönem süresince, bilhassa kritik maçlardaki katkısı yadsınamaz. Alex sonrası orta ikilinin önünde, hücum bölgesinde görev alıyor. Duran topların, kornerlerin başına o geçiyor. Hakkını verelim; Alex sonrası en muhtemel eksik olarak gördüğümüz duran toplar konusunda bizi mahçup etti. Kaleyi bulan ve hatta gol olan frikikleri, adresini bulan kornerleri skora katkısını da artırdı. Velhasıl kelam; Aykut Kocaman ona, eksileri-artıları paralelinde, takım için daha faydalı olabileceği bir rol biçti. O da; istikrarı dışında, bu rolün hakkını veriyor. Bence.

Caner Erkin: Yetenekli, dinamik, bir kanat oyuncusu için oldukça atletik bir fiziğe sahip. Galatasaray'da da, Fenerbahçe'de de bekte denendi. Ancak Aykut Kocaman ile kendini buldu. Bugün artık Fenerbahçe sol kanadının en azından % 51 ile sahibi. Formda veya değil, Stoch'u kesti. Daha basit oynamaya başladı. Tek topu geliştirdi. Önde mücadele gücünü yükseltti. Sorumluluk almaya başladı. Galiba Fenerbahçe gerçek bir kanat oyuncusu kazandı.

Gökhan Gönül: 2010-11 sezonunda Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali günlerine geri dönmüştü. Ardından sakatlıklar ile düşüş yaşadı. Son dönemde üst üste maç yapmaya başladı yeniden ve özüne döndü. Takımın oyun kurgusunda topu en çok ve hızlı ileri taşıyan isim, en çok topla oynayan 3 oyuncudan biri, top kazanma istatistiklerinde zirvede. Tüm bunları daha önce de yapmıştı. Ancak Aykut Kocaman ile, -o kısacık boyuyla- duran topların en tehlikeli adamı oluverdi. Direkten dönen topları ve asistleri oldu bu sezon. Kornerlerin ön direkteki en tehlikeli ismi artık Gökhan, o da portföyünde.

5 futbolcuyu mercek altına aldım.
Ama Stoch'un geçen yıl, Sow'un bu yılki yükselişleri de kayda değer.

Diğerleri de genelde yeni transferler.

Sezer'den patlama bekliyoruz.
Salih ve Recep zemin normale dönünce vakit bulacak ve önümüzdeki yıllara damga vuracaklar.
Topuz ve Topal takım oyunu içinde mutlaka parlayacaklar.

***

Güncel bir özet yaptım.
Dün ve bugün ortada.
Yarın da önümüzde.

Yukarıdaki özet bu şehir efsanesini de bitirmeye yeter aslında.
Ve ama; bardağın dolu tarafından bakmaya başladığımız gün, ne bu şehir efsaneleri doğacak, ne de şuursuzca dilden dile dolaşacak.

İnşallah, maşallah, amin.


   
Devamını oku...

18 Kasım 2012 Pazar

Kara vicdanlının şartlı refleksi nasıl doğdu?




Daha yeni, binlerce örnek arasından ufak bir tanesiyle Türk Spor Medyası için Forma Farkı demiştik.
Çok geçmeden Türk hakemler için forma farkını da bilmem kaçıncı örnekle anıverdik dün akşam.

***


Gelin şimdi biraz açalım bu konuyu:

Durumun vehameti ve anlatacaklarımızın daha iyi anlaşılması için, önce tabloya bir göz atalım.
Görelim bakalım birincil rakibimizin 11 haftalık hakem raporunda neler var.

1. Hafta: Galatasaray-Kasımpaşa: Hakem dün akşamın kahramanı, Fırat Aydınus. 2-1 Galatasaray kazanıyor. Dk. 28, durum 0-0'ken Kasımpaşa'nın penaltısı verilmiyor. Sonra 35 dk.'da üst üste 2 duran top yaratıyor Aydınus ve Galatasaray bu duran toplardan birinden golü buluyor. Haneye 3 puan. Kasımpaşa öne geçse, sonucun ne olacağını kim kestirebilir?

2. Hafta: Beşiktaş-Galatasaray: Hakem Bülent Yıldırım. Maç 3-3 bitiyor. 85. dk'da, Beşiktaş 3-2 öndeyken, Burak Yılmaz ceza sahası dışında kendini yere bırakıyor ve hakem tereddütsüz penaltı noltasını gösteriyor. 1 puan da buradan götürüyor Galatasaray. Ne dersiniz, lige iyi bir başlangıç değil mi?

Aynı günlerde Fenerbahçeli kardeşlerimiz Hocaları'nın kellesini istiyor tabi bu arada.

5. Hafta: Galatasaray-Akhisar: Hakem Mete Kalkavan. Durum 0-0, 16. dk.'da Dany Akhisarlı Mert'i ceza sahası içinde indirir. Kırmızı kart ve penaltı verilmez. Ama yetmez; 19. dk.'da Riera Mehmet Yılmaz'ın kafasına yumruk atar, Mete Kalkavan yine oralı olmaz. Gitti mi bir kırmızı kart daha? Ama bitmedi. 20. ve 25. dk.'larda Melo ve Riera'nın dirseklerine de kart göstermez kara gömlekli. Sonuç, Galatasaray 3 - Akhisar 0. Ne kadar temiz değil mi?

6. Hafta: Orduspor-Galatasaray: Hakem Barış Şimşek. Galatasaray maçtan 2-0 mağlup ayrılır ama atlanmasın,  Ordu'nun bir penaltısı ve Melo'nun sarı kartı verilmemiştir yine. Ordu 2. golü bulamasa belki de dert olacaktır bu verilmeyen penaltı, yine.

7. Hafta: Galatasaray-Eskişehirspor: Hakem İlker Meral. Maç 1-1 bitiyor. Sarı kart sınırındaki Selçuk İnan 34 ve 37. dk.'larda rakibine arkadan dalıyor, ancak kara gömlekli sarı kartını gösteremiyır. 46. dk.'da Cris, son adam Necati'yi yaka paça indiriyor. Ama ne penaltı, ne de kırmızı kart veriliyor. Yetmiyor, 60. dk.'da ofsayt pozisyonundaki Umut'un asistiyle Galatasaray 1-0 öne geçiyor. Dürüst olalım, Eskişehir'in attığı gol de ofsayt. Ama maçın pozisyonu Cris'e verilmeyen kırmızı kart ve penaltı, dk. 46.

10. Hafta: İBB-Galatasaray: Hakem Hüseyin Göçek. Galatasaray 3-1 kazanıyor. Ama nasıl? Henüz 5. dk. Dany, son adam Webo'yu indiriyor. Hakem devam diyor. Zira faul verirse kırmızı kaçınılmaz. Sonuçta Galatasaray kazanıyor, herkes mutlu. Yaz 3 puan daha.

11. Hafta: Mersin İ.Y.-Galatasaray: Hakem İlker Coşkun. Maç 1-1 bitiyor. Ancak durum 1-1'ken 78. dk.'da Amrabat'ın Culio'yu indirmesine yine penaltı verilmiyor. Galatasaray'ın herhangi bir şekilde hakem kararıyla yenilmemesi lazım çünkü. Anayasa.


***


Özet yapalım mı?

Yukarıda 7 maç var.
7 farklı hakem.
7 kara gömlekli.
Toplamda; Galatasaray'ın 7 sarı, 5 kırmızı kartını es geçiyor.
Ve bu 7 maçta, Galatasaray'ın rakiplerinin 4 penaltısı güme gidiyor.
Varsayımsal olarak bu maçlarda tam 9 puan kazanıyor Galatasaray. 
Henüz 11. hafta.

Geçen sezona girmiyoruz. 10 penaltı ve rakiplere en kritik dakikalarda verilen kırmızı kartlardan bahsetmiyoruz.

Maç içindeki genel takdir haklarına ise hiç girmiyoruz, kaybolmamak için.

***

Bu arada paralel evrende Fenerbahçe'ye 30 haftadır çalınmayan penaltı.
Verilen, verilmeyen kırmızı kartlar.
Kapanan saha. Ertelenen ceza.
Ve dün akşamki zirve.

***

Medya arkalarında. [3 Temmuz öncesi 1'se, şimdi 10 şiddetinde.]
Başbakan ve Cumhurbaşkanı arkalarında. [Biri Fenerbahçeli, diğeri Beşiktaşlı. Ama üst kimlik farklı.]
SPK arkalarında. [Kod adı: Galatasaray'ı kurtarmak.]
TFF ve tüm kurulları arkalarında. [Arena hiç kapatıldı mı? Bıçak değil tırnak makası değil mi?]
E hakemler geri mi kalsın?
Onlar da tam destek veriyor Galatasaray'a.

***

Neden peki?

Sırtı dönük bir hakemin; görmeden, duyduğu bir hakaret üzerine Fenerbahçeli futbolcuya kırmızı kart göstermesinin altında yatan şey nedir?

Açalım;

Düdüğünü/bayrağını her daim, istisnasız, refleks olarak Galatasaray lehine ve Fenerbahçe aleyhine çalan/sallayan hakemlerin bilinçaltında ne gizli?

Bu iş talimatla olmaz. [Talimatlı olanları da var tabi. Örn: 2006'da Dereli, Süper Final Trabzon deplasmanında Abitoğlu ve 12 Mayıs'ta Çakır.]

Çoban.
Kalfa.
Kahya.
Göçek.
Yıldırım.
Çakır.
Aydınus.
Meral.
Müftüoğlu.

Dün, bugün, yarın.
Daha niceleri.

Neden bu şartlı refleks?
Neden bu ezber?


Şöyle sıralayabilir miyiz acaba?

  • TFF ve kurullarındaki Galatasaray lobisi: 1986'lara dayanır. Eski Galatasaray Başkanı Ali Uras TFF Başkanı olduktan sonra, kökleri bugün bile temizlenemeyen lobi tüm kurulların hakimiyetini ele geçirmiştir.
  • Medya: Fenerbahçe lehine -40 yılda bir- hatalarda yaygara koparan medya, Galatasaray lehine -her hafta- hataları hasıraltı ediyor. Yetmiyor; her koşulda Galatasaray'ın sözcülüğünü yapıp, Galatasaray yönetiminden rol çalıyor medya. Dolayısıyla hakemler, Fenerbahçe lehine hata yapıp kamuoyu tarafından linç edilmekten korkuyor ve saatlerini Fenerbahçe aleyhine kuruyorlar.
  • Ceza & Ödül: Son 3 yılda sırasıyla Bursaspor, Trabzonspor ve Galatasaray, yani sistem/kurgu lehine düdük çalan hakemler birdenbire artan Avrupa'daki müsabakalara atamalar ile mükafatlandırılırken; sistemin/kurgunun dışında kalan hakemler Süper Lig'de bile maç alamıyor. Örnek Bünyamin Gezer. Muslera'ya gösterdiği haklı/doğru kırmızı karttan sonra maç verilmediği için hakemliği bıraktı. Bunu gören hakemler Galatasaray'a kırmızı kart verebilir mi? Korkmaz mı? Bilinçaltı o hakemi dürtmez mi?

Özetle; kurgu, hakemlerin bilinçaltına veriyor talimatı.

Kurgunun oyuncuları, refleks olarak Galatasaray'ı kolladığı sürece de; o oyuncuların dağıttığı kartlar, hakemlerin yolunu sarı-kırmızı rotadan çıkarmayacak gibi görünüyor.

***

Peki nereye kadar?

Bu bozuk ve çarpık düzen ile Fenerbahçe'den başka bir kulüp de mücadele edene kadar.

Mesela Beşiktaş.
Kutsal İttifak dönemi, suni bir şekilde yaratılan "Fenerbahçe kollanıyor" propagandasında, Trabzonspor ve Galatasaray ile ortak pankartlarla maça çıktığı için utanıyor mudur şimdilerde?
Sanmam.
Ama birgün utanırlar ve kapalı kapılar ardında Galatasaray'ın çevirdiği dolaplara kani olur da isyan bayrağını açarlarsa, tersine dönebilir bu düzen.

***

Son olarak gelelim Fenerbahçe yönetimine.
Taraftar haklı olarak düdüğünü astırmasını istiyor yönetimin, Aydınus'a.

Rahmetli Özhan Canaydın Ali Aydın'a yaptı ya.

Aykut Kocaman patladı.
Kamuoyu zaten o sahaya girdiğinde kararın hatalı olduğunu anlamıştı.
Öncelikle yarattığı bu güven için teşekkür etmeliyiz Aykut Hoca'ya.

Ama Kocaman'ın omuzlarında olmaz bu iş.
Yönetim rolünü üstlenmeli.

Fakat nasıl?

Medya aç köpek gibi Aziz Yıldırım'ın beyanatlarını çarpıtmak, olayları farklı yerlere çekip kara propagandaya bir tuğla daha atmak için beklerken mi?

Bu iş ne yönetimin baltaları saman alevi gibi çıkarmasıyla olur, ne de Aydınus'un düdüğü asmasıyla.

Bu bir sistem işi.
Düzen meselesi.

Evet; Başkan ve yönetimin bu konuda eksikleri var.
Ancak bu yol uzun.
Yargıtay sopası ortadan kalkmadan, Başkan ve yönetimin sahneye çıkmasını beklemiyorum.
Mantıklı da, haklı da buluyorum.

Gönül harp istese de,
Gönül hücum çekse de,
Dilim ve şiarım öyle olsa da.

Malum güç ve güçler bu denli hakimken Türkiye'ye; ormandan çamı getirip dikemezsin bu topraklara.
Kesip atarlar dakikasında.
Tohumdan girmen lazım tarlaya.

Bizim de bunu konuşmamız lazım işte.
Başkan'ı ve yönetimi birşeye/bir yere iteklemek istiyorsak; malum mevcut düzenin köklerini kurutmak ve yeni tohumlar ekmek için neler yapmalı/yız, bu konuda salık/telkin vermeliyiz bizi yönetenlere.

Tabii bence.


Not: Galatasaray lehine yapılan hakem hataları ile ilgili bilgiler; görüntülü/videolu raporlarla Liselimedya Blog'undan alınmıştır. Tüm haftaların detaylı raporuna ulaşmak için TIKLAYINIZ.
Devamını oku...

15 Kasım 2012 Perşembe

Türk Spor Medyası için forma farkı


FIFA Ballon D'or Yılın Golü Puşkaş Ödülü 10 kişilik aday listesinde Fenerbahçe'den iki futbolcu/gol var.

Tekrar ediyorum; FIFA Ballon D'or Yılın Golü Adayları.
Yani FIFA'nın belli kriterler dahilinde belirlediği en güzel 10 gol.

Golleri biliyorsunuz, izlediniz, oyunuzu kullanacaksınız.

Adaylar kuvvetli. Neymar'ı, Messi'si, Falcao'su; bizim çocukların işi zor.
Ama aday gösterilmek bile başlı başına bir onur, gurur.

Değil mi?

***

Gelelim işin ironik ve acı tarafına.

Önce; Stoch'un golünün atıldığı hafta, Lig TV ve/veya TRTSpor'da haftanın golü olarak Necati'nin harika şandel golünün seçildiğine değinmek gerek.

Necati'nin golü elbette muazzamdı. Ama Stoch'un golü yanında ancak krema olabilirdi. Ama burası Türkiye, pasta oldu.

***

Ve asıl mesele, fark.


Bleacher Report adlı internet sitesinin dünya futboluna dair 11 usta frikikçi ile ilgili 15 Ağustos'ta yaptığı haber: World Football: 11 Free Kick Masters

Selçuk İnan bu araştırmada 11 frikik ustasından biri olarak gösterilmiş.

Doğrudur. Selçuk geçen sezon 3 şahane frikik golü attı. Çok da güzel gollerdi. Bu listede olmayı sonuna kadar hak ediyor.

Ama konu bu mu sizce?

Türk spor basınındaki sadece 3 yansımaya bakıverelim:

Fanatik: [Devleri solladı]



Vatan: ["Turkish Xavi" Selçuk İnan]




***

Dün ve bugün pek muhterem spor basınımızda Stoch ve Sow ne kadar ve nasıl yer aldı?

Peki yarın ne kadar yer alacak?

Hemen cevap veriyim. Haber birçok gazete/sitede yok. Olanlarda da yukarıdaki manşetlerdeki methiyeler yok.

Tüm dünya spor ajanslarının manşetten verdiği bir haber, neredeyse halının altına süpürülecek.

***

Bir internet sitesinin yaptığı haber ile Turkish Xavi olan Selçuk İnan nerede;
FIFA'nın her yıl geleneksel olarak düzenlediği, dünyada atılan en güzel 10 gol arasından seçilen Ballon D'or Puşkaş Ödülü nerede?

***

Tekrar ediyorum; konu Selçuk İnan, Stoch ve Sow değil.
Taşıdıkları forma ve medyada gördükleri rağbet.
Habercilikteki adalet.
Kantar.

***

Medya Fenerli ama di mi?
Fenerli Medya hani.

Galatasaraylılar farkında değil belki ama, Hıncal Uluç'a çok şey borçlular.
Bir yalana tüm Türkiye'yi inandırdığı gibi, o yalanın gölgesinde son 20 yıla ağırlığını koyan medya sistemlerini oluşturdu.

Heykelini dikmeleri lazım.
Ama yaparlar mı?









Devamını oku...

13 Kasım 2012 Salı

Bir Şehir Efsanesi #8: "Ama siz ceza sahasına girmiyorsunuz!"


Kaderimiz gibi sanki değil mi?

29 haftadır penaltı verilmiyor lehimize.
Fenerbahçe'nin penaltılarına kıran girerken, Galatasaray -keyfe keder- kalecisine bile penaltı attırıyor.

Hakan Şükür'ün Altay deplasmanında Şanver'e penaltıdan 3 [üç] adet gol attığı günleri de hatırlarız ya, neyse.

Geçen yıl Galatasaray 10 penaltı atışı kazanırken, Fenerbahçe sadece 3 kez bu şansı yakalayabildi.

Bilhassa TT Arena'da, sıkça "İstanbul için penaltı ve kırmızı kart vakti" ydi.

Evvelki sene de bu böyleydi.
Daha önce de.
Çok önceleri de.


15 Şubat 1998'den bu yana 5 takımın lehine çalınan penaltılarla ilgili FutbolunSifreleri.blogspot.com'da yayınlanan tablo da söylediklerimizi doğruluyor.



Bir de İTÜ raporu var ki evlere şenlik.

Son 15 yılda; ligde oynayan 18'den fazla takımın, attıkları gol ile kazandıkları penaltı sayıları arasındaki doğrusal ilişki/korelasyon, ne kadar enteresandır ki bir tek Fenerbahçe'de yok.

Bir de üstüne kamuoyu algısı tam tersini söylemez mi?!

Ekmek bulamasan kafayı yersin.

***

Tablo gün gibi ortada.
Son 15 yılda en fazla golü atan Fenerbahçe, penaltı penetrasyonunda yerlerde.
Galatasaray elbette zirvede.

Ne dediler peki yıllarca Fenerbahçe'nin kıran giren penaltılarına?

"E ama siz ceza sahasına girmiyorsunuz be ya".

Tabi tabi.

Geçmiş yılları da bulup çıkarmak lazım ama alın size bu sezon, ilk 11 haftanın MatchStudy istatistikleri.


Birçok farklı istatistiğin paylaşıldığı ana tabloda, işaretli yerde ligin ceza sahası içinde topla oynama ortalamaları var.

Fenerbahçe ligin rakip ceza sahasında topla en çok oynayan takımı.
Kazandığı penaltı sayısı 0 [sıfır].

Fenerbahçe ligin rakip ceza alanına en çok top atan takımı.
Kazandığı penaltı sayısı 0 [sıfır].

***

Kaderimiz gibi, Fenerbahçe'nin serileri;

Fenerbahçe X haftadır Kadıköy'de yenilmiyor.
Fenerbahçe Y maçtır Galatasaray'a yenilmiyor.
Fenerbahçe Z maçtır penaltı kazanmıyor.


***

Fenerbahçe aleyhine verilenler, lehine verilmeyenler.
Galatasaray lehine verilenler, aleyhine verilmeyenler.

Süper Lig'in aynası.




Devamını oku...

Mola bitti, yola devam


Muhtelif sebeplerden ötürü verdiğimiz kısa molaya son verme zamanı geldi.
Biraz aralandık ve beslendik.

Kaldığımız yerden devam edelim.
Mola bitti, yola devam.
Devamını oku...

2 Kasım 2012 Cuma

Ne olacak bu Türk Spor Medyası'nın hali? [1]


Onlarca televizyon kanalı ve gazete, yüzlerce internet haber sitesi ve binlerce blogdan oluşan bir spor medyasına sahip Türkiye.

Herbiri bu toplumdan çıkmış bireylerden oluşan; bu anlamda bir taraftan bu toplumun bir ürünü ve unsuru olan, diğer taraftan evrensel medya kültürünün getirdiği şeytanlıkları barındıran Türk sporunun haylaz ve uslanmaz çocuğu medya.

Yazılı ve görsel platformlarda, tüm sorunların müsebbibi/kaynağı olarak medya haricindeki tüm unsurları hunharca çarmıha geren entelektüel görünümlü lümpenler topluluğu. [İstisnalar kaideyi bozmaz.]


Medyaya göre;


  • Futbolu yönetenler suçlu, kirli.
  • Taraftar suçlu, azgın.
  • Futbolcular suçlu, açgözlü.
  • Ama sporun/futbolun önde gelen unsurlarından biri olan medya haklı, pirüpak.

Öyle mi?

Medya, bilhassa futbolun akciğerleri olmuş durumda. Öyle ki; iyi/kötü acı/tatlı tüm heyecanlar artık yazılı, görsel ve sosyal medyada cereyan ediyor.

Futbol tüm dünyada tribün seyircisinden çok televizyon seyircisine hitap ettiğinden beri, medyanın dahli ve etkisi de o oranda arttı.

Ve galiba film de orada koptu.

***

Türkiye'de medya özgür değil. Patronlarının holding sahibi olduğu bir medya düzeninde, tarafsızlık beklemek de pembe hayal zaten.
Haliyle alt küme spor medyası da aynı kaptan yiyor, aynı yere pisliyor.

Bir farkla.

  • Medya ile işbirliği yapanlar var.
  • Medyayı yönetenler/kullananlar var.
  • Medyayı red edenler var.

Medyanın emektarlarını ayrı bir yere koyduğumu söylemeye gerek yok sanıyorum. Ancak vitrindekiler ne yazık ki koltuklarını kendi çıkarları uğruna suya çukur kazarak sağlama alma refleksi kazanmış durumdalar.

Bugün bir gazetenin spor servisi müdürünün temel prensibi, gazetecilik/meslek ahlakı/tutkusu değil artık.


  • Ya patronunun kayığına biniyor,
  • Ya belli kulüplerin maşası oluyor ve hatta ek maaş alıyor,
  • Ya da kişisel ihtiraslarını sayfalara yansıtıyor.

Yazı işleri, editör tayfası, görsel yönetmenler hakeza.

Haksız mıyım?

Bu yazıyı okuyan kaç kişi 3 Temmuz'dan sonra gazete almayı bıraktı?
Peki ya kaç kişi artık internet sitelerine bile tıklamıyor?
İtiraf edin; haber alma platformu olarak sadece Twitter'ı kullanan kaç kişi var? 

***

Futbol konuşulmayan futbol programlarından oluşan,
Önyargı, fitne, öfke üretmek için adeta şehir sularına zehir veren,
Kötünün iyiden fazla arz edildiği ve dolayısıyla rağbet gördüğü bir pazar oldu spor medyası.

Arz talep yaratır.
Siz her ne kadar "Yalan/yanlış/mikrop dolu haberlere itibar etmeyin" deseniz de, toplum kafasını vitrine çevirmekten kendini alamayacaktır.

Dolayısıyla "Siz almazsanız onlar satmaz" tezi yazılmadan çürüyecektir.
Zira bu pratikte imkansız birşeydir.

Gündemi medya belirler.
Medya sahne ışıklarını nereye tutarsa, seyirci oraya bakar.
Seyirci nereye bakarsa, orayı görür ve gördükleri gündemi olur.
Fenası, gündemi zamanla beklenti halini alır.

Arabayı tekerlekler değil, direksiyon istediği yere götürür.
Dolayısıyla siz; tekerleklere "Bizi müreffeh istikbale götür" diyemezsiniz, bunun için direksiyona geçmelisiniz.


Her ne kadar aynanın arkasına bakmayı şiar edinmiş insanlar, ışık tutulmayan karanlıkları aydınlatmaya çalışsa da, ellerindeki mum ancak çevrelerini aydınlatabilecektir.


***

Bu anlamda;

  • Medyayı red edenler, gündemin direksiyonuna geçemeyecekleri için, medyanın zehrine savunma üretmekle zaman harcarlar.
  • Medya ile işbirliği yapanlar bir alır iki verirler.
  • Medyayı yönetenler/kullananlar ise bu oyunun kazananlarıdır. Ama nereye kadar?

***

Yukarıdaki üç maddenin de avantajları ve dezavantajları var fakat.

  • Medyayı red edenler; anlatageldiğim dezavantajların dışında, uzun vadede en azından medya sektöründe taviz vermeyen, prensipli ve saygın imajlarını korurlar. Fakat şüphesiz, bunun bedelini çok pahalı öderler.
  • Medya ile işbirliği yapanlar; alışverişte kar zarar dengesini tutturmakta sorun yaşarlar. Bilançoda kayıplar kazançlardan fazla olabilir.
  • Medyayı yönetenler/kullananlar ise bugün; kurumsallık ambalajıyla, spor servisi müdürlerini ve muhabirleri arayıp, yapmaları ve yapmamaları gereken haberleri tehdit parantezindeki ricalar ile söylerken günlük kazançları ceplerine koyarlar ancak en azından medya sektörü için/gözünde hiçbir zaman saygın bir imaja sahip olamayacakları gibi; ters rüzgarlarda, medyayı red edenlerden daha fena hallere düşebileceklerdir.

 ***

Benim medya iletişim modelim ise üçünü birden kapsıyor.
Avantajlarını alıp, dezavantajlarını ayıran bir model.
Bu yazı dizisinin devamında detaylıca bahsedeceğim.


Devam Edecek.

Devamını oku...