29 Nisan 2013 Pazartesi

Zaytung değil Sarı kırmızı Papağan


Uzak geçmişe gitmeye gerek yok.
Son 2 sezon yeter tarif etmek için olan biteni.

Ama uzun uzun yazmayacağım neler olduğunu.
Birer kelime kafi zannımca.


  • TBMM.
  • ÖYM.
  • TFF.
  • MHK.
  • PFDK.
  • Tahkim.
  • Yazılı ve görsel medya.
  • Taşeron medya.
  • Provakatör medya.
  • SPK.
  • Maliye Bakanlığı.
  • Polis.


Polis, hakim ve savcıların,
Federasyon üst yöneticileri ve kurullarının,
Hakemlerin,
Borsa ve vergi denetmenlerinin,
Ve 4. Kuvvet medyanın Fenerbahçe'ye son 2 sezonda neler yaptığını hepimiz biliyoruz değil mi?
Gerek var mı liste yapmaya?

Ama tuhaf şeyler oluyor son günlerde.

Galatasaray; Başkanı, yöneticileri, taraftarları ve sosyal medya kanallarıyla çok ağır bir mağduriyet tablosu çiziyor.

Engelleniyorlarmış.


  • Hakemler ve federasyon kurulları akıl almaz ceza ve kararlarla önünü kesiyormuş Galatasaray'ın.
  • Medya Fenerliymiş, türlü tuzak ve kumpaslarla Galatasaray'ı baltalıyormuş.
  • Aykut Kocaman'ın basın toplantılarında muhabirlere sorular önceden veriliyormuş.
  • İlk bedelli usulüne uygunmuş fakat ikincisi bilerek ve kasten engelleniyormuş.
  • Yukarıda bahsi geçen kurum ve kuruluşların tamamı Galatasaray'ın önlenemez yükselişini engellemek için ittifak kurmuş.
  • Meclis, Mahkemeler ve TFF Fenerbahçe'yi kurtarmış.
  • 3 Temmuz'dan en çok Galatasaray etkilenmiş.
  • Çeyrek final kuraları kurgulanmış.

Zaytung filan değil, tablo bu.

Galatasaray; nedendir bilinmez öyle bir kampanya başlattı ki, Başkanından yöneticisine, taraftarından sosyal medya fenomenine hepsi ağız birliği etmiş yukarıdaki argümanlar ile propaganda yapıyorlar.

Sanki 2 yıldır Fenerbahçeliler'in yazdıklarını kopyala-yapıştır yapmışlar gibi değil mi?

Mağduriyet övünülecek birşey değil.
Şahsen asla sevmem, Fenerbahçe'ye de yakıştırmıyorum.

Ama mağduriyet maskesini takan istediğini elde ediyor bu memlekette.

İşte bu yüzden de, Sarı kırmızı bir papağan, gerçek mağdurların sözlerini tekrarlıyor hiç durmadan.
Rol çalıyor utanmadan.

Ya bezersin,
Ya susarsın,
Ya da aynı kefeye konar, yolundan dönersin.

Çağın vebası: Propaganda.



Devamını oku...

27 Nisan 2013 Cumartesi

Merseyside'lı İskoç David Moyes'le kısa sohbet

Bu kez sizlere Ada futbolunun en önemli teknik direktörlerinden biri, 2002 yılından beri Everton kulübünün teknik patronu olan David Moyes'in "Yahoo Sports"a verdiği röportajı sunuyorum. 

Sir Alex Ferguson'la birlikte 3 kez yılın en iyi teknik direktörü ödülünün sahibi olan Moyes'in tek başarısı 2009 yılında FA Cup'da finale kadar çıkması... FA Cup tarihinin en hızlı golü o gün Everton'lu Louis Saha tarafından atılsa da sonda gülen taraf Drogba ve Lampard'ın golleriyle Chelsea olmuştu. Sadece bu maç değil, David Moyes kariyerindeki bir çok maçı bu yüzden, takımında yıldız futbolcular olmadığı için kaybetti. Yıllardır kulüp patronu Bill Kenwright Moyes'e daha iyi kadro kurması için iyi bütçe ayırmıyor. Ama o her zaman elindeki oyuncuyu yıldıza çevirmesini çok iyi biliyor ve röportajda İngiltere U-21 ortasaha oyuncusu ve Everton'un geleceği Ross Barkley, dinamosu Fellaini ve tecrübelerinden yararlandığı Phill Neville ve bir çok konuya değiniyor...


- Eveton'un bu sezonki yerini nasıl değerlendiyirsunuz?
- Bence takımımız çok iyi mücadele etti ve her zaman olduğu gibi bu sezonda ilk 8 içinde yerimizi korumayı başardık. Bu sezon için kısaca söylemek istediğim şey; çok iyi mücadele ettik ve sezon öncesi belirlediğimiz hedefin az da olsa üstüne çıkmayı başardık.

- Takımınızda sıkca görülen devamlılık ve istikrarın formülü nedir?
- Takıma yeni oyuncular geldiğinde onlarla çok sıkı çalışıyor ve takıma çabuk adapte olmaları için yoğun çaba harcıyoruz. Bu oyuncuları seçerken öncelikle onların karakterlerine ve teknik kapasitelerine önem veriyoruz. Bu bize ligdeki üst düzey takımlarla mücadele etmek için imkan yaratıyor. Uzun yıllardır bunu yapıyoruz ve yapmaya da devam edeceğiz. 

- Marouane Fellaini sezonun ilk haftasındakı Manchester United maçında müthiş mücadele etmiş ve ilk haftalarda önemli puanlar kazandırmıştı. Bu performansını sezonun geneline yaymayı başardı. Böyle bir oyuncuyu takımda tutmak için müthiş bir çaba harcamalısınız...
- Manchester United maçının kahramanı Marouane idi ama diğer oyunculara da haksızlık olmasın. Onlar da çok iyi mücadele etmişlerdi. Fellaini yalnızca beden ölçülerine göre takımın en büyük parçası değil. O bizim için çok değerli biri ve bunun için takımdakı rolü çok büyük. Onu gelecek sezon da Goodison Park'da izlemek herkes için iyi olacak...



- Sizce Fellaini orta sahada mı yoksa forvet arkasında mı daha etkili?
- Marouane çok iyi bir futbolcu ve bence her iki pozisyonda da çok etkili oluyor. Bu sezon daha çok forvet arkası oynadı. Son günlerdeyse biraz geriye çektik. Forvet arkası pozisyonunda bir çok golü var bu sezon ve büyük olasılıkla gelecek sezon da böyle devam edecek.

- Ross Barkley Sheffield Wednesday ve Leeds United takımlarında kiralık oynuyor. Onun için hep olumlu şeyler söylüyorsunuz ve anlaşılan sizi çok etkilemiş. Taraftarlar da çok büyük beklenti içerisinde... Gelişimi için neler yapmayı düşünüyorsunuz?
- Herkesin beklenti içerisinde olduğunu görüyorum ama bu sezon çok sakatlık geçirdi ve fazla maç eksiği var. Önümüzdeki sezonlarda onu daha çok kullanmayı düşünüyorum. Öncelikle ona zaman tanımamız lazım. Tecrübe kazanması için onu kıralık gönderdik ve en doğru zamanda geri dönüp bize yarar sağlayacak.


- Geçen on yıl içerisinde Everton kulübü bir çok yetenekli genç futbolcular yetiştirdi. Bu alandaki başarınızın sırrı nedir?
- Sırr... İyi bir akademimiz var ve mümkün olduğunca çok sayıda yerel yetenekli çocukları bulup, yetiştiriyoruz. Bu oyunculardan kurulu çok küçük bir takımımız var ve gelecekte onlardan çok iyi yararlanacağız. Ben her zaman genç oyunculara iyi niyetle yaklaşırım ve onları devamlı oynatmak istiyorum. Eğer onlar da benim beklentilerime en iyi şekilde cevap veriyorsa takımda yerleri her zaman hazır...

- Phil Neville büyük olasılıkla sezon sonu takımdan ayrılacak... 8 yıl içerisinde sizin için ne kadar etkili oldu ve onun ayrılışı soyunma odasında büyük boşluğa sebep olacak mı?
- Gerçekten bizim için çok yararlı bir oyuncu oldu. O çok müthiş bir kaptan ve müthiş bir futbolcu. Onu çok özleyeceğiz... Saha içinde ve kenarında güvendiğim bir kaç kişiden biri de Phil Neville'dir. Onun boşluğunu doldurmak gerçekten çok zor olacak.


- Sizce bu yaz eski sezonlara nazaran daha pahalı harcamalar, transferler görecek miyiz?
- Ben de öyle düşünüyorum. Bu sezon bir ya da iki iyi transfer yapa bileceğimizi düşünüyorum. Gelirler çoğaldıkça kulüp bu parayı iyi değerlendirmek isteyecektir. Ama borcu çok olan takımlar borçlarını da kapatmak isteyecektir. Tek sorun maaşlarla ilgili olabilir. Yeni kanunlar çok ağır ve kulüpler için çok zorluk çıkaracağından eminim.

- Yılın teknik direktörleri Mayıs ayının 20'si açıklanacak. Sizden kimin için oy kullandığınızı sormayacağız ama  bu sezon sizi en çok etkileyen teknik direktör kim?
- Bir çok aday bu sezon başarılı işler yaptı. Akla ilk gelen isim, Premier Ligi kazanan Sir Alex Ferguson. Villas Boas da beni etkileyen teknik direktörler içerisinde. Swansea bu sezon müthişti ve Michael Laudrup ilk sezonunda harika işler yaptı. Ve tabi ki Roberto Marinez... Wigan'ı FA Cup'da finale taşıyan adam...
Devamını oku...

26 Nisan 2013 Cuma

Uefa Avrupa Ligi, Yarı Final: Fenerbahçe-Benfica: 1-0: 4 Olmadığına Üzülme Lüksü





Başlık şaka değil! Avrupa Ligi'nin yarı finalinde, 38 maçtır kaybetmeyen rakibine karşı 1-0'lık galibiyete sevinirken "aslında 4 olabilirdi" diyebilme lüksü bu maçtan sonra bize ait. Gurur duyalım.

MÜKEMMELE YAKIN PERFORMANS

Maç genelindeki oyun iştahına ve mücadele kalitesine kimsenin ağzını açıp tek kelime edeceğini sanmıyorum. Edecek olan varsa ayrıca görüşebiliriz. Her platformda tartışmaya hazırım oyun iştahını ve mücadelenin kalitesini. Peki oyun kalitesi? O tartışılır. Çok daha doğru yapılabilecek işler vardı belki, ama onu da ekstra eforla kapattık. Bunu Avrupa Ligi'nde çoğunlukla yapıyoruz zaten.

Analizin sonunda şöyle yazmışım, geri dönüp hatırlayalım:

"Eğer yenemiyorsak, yenilmemeye oynamak da alternatif çözüm. Yenilmemeye oynamak derken gömülüp sadece savunma yapmak değil kastım. Önde basmak, rakibi bozmak ve baktık ki oynayamıyoruz, o zaman oynatmamak."

Hem oynadık, hem oynatmadık. Bu akşamın özeti budur. Yani oyunun iki yönünde de üstünlük sağladık. Bravo beyler, bravo Hocam!

İLK YARI

Yarı final stresiyle maça başladığımız açıkçası belliydi. Oyuncularımızın alışkın olunan sakinlikte olduğunu söylemek güç, ancak konsantrasyonu hiç eksilmedi sahadakilerin. Bu artı yönümüz. Kora kor mücadele ettik ve rakip ciddi anlamda sindi. Çünkü bizden beklemiyorlardı, bu bir gerçek. Herkesin aklına "rakibi uyutarak sonuca gidiyorlar" o kadar yerleşmiş ki artık, bundan etkilenilmemesi mümkün değil sanırım.

Rakip yine de top oynamaya çalıştı, ama sonra baktılar ki oynayamıyorlar, onlar da bizi bozmayı denediler. Yani oyun karakterini kaybeden biz değil, onlar oldu. İşlemesini bekledikleri plânı uygulamaya koyamamış olmalarının verdiği gerilimle de geri çekilip bize mesafe bıraktılar. Bu da ekmeğimize yağ sürdü.

Sow'un direkten dönen kafasından sonra moral bozulmadı. Kaçan penaltıdan sonra belki bir nebze moral bozukluğu olur diye düşünürken ben, ikinci yarı makine gibi döndük sahaya.

İKİNCİ YARI

Daha 2 dakika dolmadan 2 uzun mesafeli şut gitti karşı kaleye. Derken 3. kez direkleri dövdük. Konsantrasyon kaybedildi mi? Hayır. Moral bozuldu mu? Yine hayır. Ne demiştik geçen hafta analizde, "Nelere dikkat?" başlığı altında? Dönüp bakalım:

"5) Konsantrasyon kaybı yaşamamaya. Moral bozukluğu lüksümüz yok. Kaçan golden sonra kalesinde zor gol gören Newcastle'ın 25 dakikada perişan olduğu gerçeği var önümüzde. İç sahadaki Lazio maçındaki gibi sabırla, konsantrasyonumuzda en ufak bir azalma olmadan maçın sonunu getirmeliyiz."

Konsantrasyon kaybı yaşanmadığı gibi, üstüne bir de gol için yüklenme şiddetimizi artırdık. Nihayet, hakkımız olan gol rakibin ikramıyla geldi. Bravo Egemen!

MAÇIN ADAMLARI

Maçtan önce twitter'da "Gökhan ve Sow öne çıkacak" demiştim. Gökhan bence kariyer performanslarından birini sergiledi bugün. Müthişti. Keza Moussa aynı şekilde çok etkiliydi. Skor tabelasına etkinliği yansımamış olabilir, ama onun hareketliliği dahi yeterli olur diye düşünüyordum. Yeterli olmaktan öteye gitti.

Egemen'i herkes golden dolayı büyük adam ilan etmiş olabilir ama gözden kaçmaması gereken bir nokta var. Egemen Oscar Cardozo'yu sindirdi bu maç. Partneri Yobo da enfes bir maç çıkarttı.

Tabii ki görünmez kahraman Mehmet Topal. Pazartesi günü yazdım. Topal bu takım için çok önemli diye. Kora kor fiziksel mücadelede gördük önemini. Bir kez daha bravo!

Bunun dışında Kuyt ve oyundan çıkana kadar Meireles'in bu seviyenin oyuncuları olduklarını takıma ve taraftar hissettirmeleri de bize ayrıca özgüven aşıladı.

ZAYIF HALKALAR

Ziegler ve Cristian'ın bu başlıkta yer almalarının sebebi, diğer oyuncular kariyer zirvesi yaparken, onların standartlarının üstüne çıkamamış olmasından kaynaklı tamamen. Takımda standartını vermesi gereken iki tecrübeli oyuncumuzun yanında kariyer zirvesi yapması gereken sekiz adama daha ihtiyaç vardı. Bugün galibiyette iki kişinin standartlarının üstüne çıkamamış olması mazur görülebilir, ama rövanşta ve umarım sonrasında finalde, kimsenin standartlarının altında kalma lüksü yok. Buna dikkat!

RÖVANŞ

Webo, Mehmet Topal ve büyük ihtimalle de Meireles'ten yoksun çıkacağız. Rotasyon dar, ama bir şekilde doğru kadro çıkacaktır. Yapmamız gereken aynı disiplini ve soğukkanlılığı sahaya yansıtmak olacak. Daha fazlasına ihtiyacımız yok. Kadro ve olasılıklar üzerine kafa yoracağımız bir yazıyı sizinle paylaşabileceğimi umuyorum hafta içi.

SONUÇ

Başlıkta da dediğim gibi. 1-0'lık tabela aldatıcı. 4-0'la gidiyor olmalıydık deplasmana. Bu oyunun hakkı buydu açıkça söylemek gerekirse. 1-0 için çok garanti bir skor demek mümkün değil, ancak aynı konsantrasyonu sergilediğimiz takdirde bu turu cebe koymamamız için ortada hiçbir neden yok. Eğer sene içerisinde teknik direktör takımı olma yolunda büyük adımlar attıysak, o adımlar dar rotasyona rağmen meyvelerini verecektir.

NOT: Bu yazı özelinde "ben demiştim" havası oluşmuş olabilir bazı noktalarda. Takımın benim doğru olduğuna inandığım şeyleri uygulayarak iyi sonuç almış olması tabii ki benim adıma sevindirici, ancak benim doğrularımla olmasa da takımın kazanması, iyi sonuç alması her şeyin önünde. Bilinsin istedim.
Devamını oku...

25 Nisan 2013 Perşembe

Teşekkürler Aykut Kocaman


Fenerbahçe'ye bilhassa son 2 yıldır reva görülenlere,
Fenerbahçeli maskesiyle ihanet edenlere,
Uzun uzun yazmayacağım,
Bin musibete rağmen;

Bize Avrupa'da yarı final heyecanı yaşattığın için teşekkür ederim sana.
Allah senden razı olsun, yüzün hep gülsün, muradın vuslatın olsun.

Teşekkürler Aykut Kocaman.
Bu gurur, senin eserin.



Devamını oku...

22 Nisan 2013 Pazartesi

Mehmet Topal'ın Fenerbahçe için önemi



Twitter'da yazdım, baktım olmayacak bloga geçeyim dedim. 140 karakterde insan her istediğini çok net bir şekilde açıklayamayabiliyor. Önce Mehmet Topal'a, oynadığı pozisyona ve o pozisyondan beklentilere bakalım. Sonra da o pozisyonun getirilerine ve Mehmet Topal'ın takım için olan artılarına.

ÖN LİBERO

Ön libero denince ne anlıyorsunuz? Herkes menajer oyunları, PES, Fifa vs oynuyor ya hani. Türkçede o dille DM veya CM oynayan oyuncular ön libero olarak adlandırılıyor. Yani Mehmet Topal da ön libero, Emre de, Raul Meireles de vs.vs. Bu yüzden de algı kargaşası oluşuyor.

Hatta ligin ilk yarısında bir ara "Topal transferi Emre'nin boşluğunu doldurmak için yapıldı" diye bir şehir efsanesi de yaratılmıştı ki bu hayatımda duyduğum en saçma argümanlardan biriydi. Emre'nin boşluğunu doldurmak için tekrar Emre transferi yaptık ligin ikinci yarısında. Bu da bir köşede bulunsun.

KESİCİ

Mehmet Topal tam anlamıyla bir kesici. Yani iki stoperin önünde oynayan, o bölgenin güvenliğini sağlayan oyuncu. Top kapan, rakibe basan, fiziksel mücadeleden çekinmeyen bir oyuncu Mehmet Topal. Peki sadece bir kesici mi? Hayır. Topal bir kesiciden daha fazlası. Değinelim artılarına:

1) Top kapan, ve vücudunu rakiple top arasına çok iyi koyan bir oyuncu Topal. Yani topu kaptıktan sonra hemen olumlu kullanamasa bile topu hemen kaptırmıyor. Genellikle tek top oynayarak boştaki takım arkadaşını buluyor. En kötü vücudunu kullanıp rakibe faul yaptırıyor.

2) Sigorta. İki stoperin kenara açılmasıyla aralarına yaklaşıp savunmayı üçlüyor. Bu sayede beklerin gönül rahatlığıyla hücuma destek vermesini sağlıyor. Top kaptırılsa dahi böylece savunma tek ayak üstünde veya eksik yakalanmıyor.

3) Pozisyon alışı üst düzey. Sadece oyun içerisinde top kesme ve kapma anlamında değil, duran toplarda da aynı şekilde etkili. Fiziksel özelliklerini de pozisyon alış içgüdüsüyle birleştirdiği için hem rakibe kolay kafa vurdurmuyor, hem de biz duran top kullanırken kendisi pozisyonlardan faydalanabiliyor.

4) Alan daraltma. Onun arkayı süpürdüğünü bilmenin verdiği rahatlıkla Emre çok rahatlıkla daha ofansif bir role bürünüyor. Önünde Meireles-Cristian ikilisi olduğunda da Meireles en azından Cristian'ın açıklarını kapatmak için kendini paralayıp ofansif sorumluluklarını bir kenara bırakmak zorunda kalmıyor.

5) Şut tehdidi. Hoş bu orta saha oyuncularımızın tamamında olan bir özellik, ama yine de o bölgenin oyuncusu için her daim artıdır uzaktan şut atabilmek.

BEKLENTİLER

Mehmet Topal'dan bir Patrick Viera olmasını beklemek çok yanlış bir beklenti içine girmek olur. Topal'dan sadece görevini yapmasını bekliyorum ben ve o da sahaya çıktığında görevini layığıyla yapıyor.

Bazı oyuncular her maç skora etki etmez, her maç saha içinde neler yaptıklarını göremezsiniz, gözünüze batmaz. Topal işte öyle bir oyuncu. Oynadığı zaman yanındakilerin performansını artıran, görünmez kahramanlardan.

Sadece şu karşılaştırmayı yapın. Trabzonspor deplasmanında Mehmet Topal'ın oyuna etki ettiğini düşünmüyor olabilirsiniz mesela. Emre'nin o akşamki maestro performansının arkasında Topal'ın disiplinli bir şekilde orta sahayı toparlamış olması var.

Aynı şekilde geçin Beşiktaş deplasmanına bakın. 4-4-2'ye dönerken oyuna aldığımız Topal'ın aslında oyuna ilk 11'de başlayıp, 4-4-2'ye dönerken oyundan çıkan oyuncu olması gerekiyordu. Yani maksimum faydalanabilmek için, doğru kullanmanın da gereklilikleri var. Bunları da göz önünde tutalım.

DÜN ÖZELİNDE MEHMET TOPAL'IN EKSİKLİĞİ

Kısa ve net. Beklerimiz bindirirken, daha doğrusu Gökhan ve Ziegler sürekli ileride yakalanırken, Topal savunma güvenliği açısından emniyet sübabı gibi olurdu. Meireles, Cristian'ın açıklarını kapatmak için oyunu 50-60 metrede oynamak zorunda kalmaz, Salih de bu sayede takım arkadaşlarına yanaşırken biraz daha geriye gelirdi. Bu sayede de kompakt kalırdık.

SONUÇ

Bu yazıyı çok uzatmanın alemi yok. Ben ne kadar yazarsam yazayım, mutlaka "Topal niye bizim takımda oynuyo ki yeeaeaa?" kafası değişmeyecek birçoklarında. Sırf içimde kalmasın diye bu yazıyı girme ihtiyacı duydum.

Benim görüşüm, deplasmanda fiziksel direnç gösteren bir takımla oynayacaksak, kora kor mücadele yapılacaksa, Mehmet Topal tahtaya adı ilk yazılması gereken isimlerden olur. Rakip takımlardan birinde oynasa "Keşke bizde olsa" diyeceğimiz oyuncuları, sırtlarında Fenerbahçe forması varken yok yere aşağılamaktan vazeçtiğimiz gün belki bir şeyler değişecek.
Devamını oku...

30. Hafta: Gençlerbirliği - Fenerbahçe: 2-0: Beyaz havlu




Çok zor böyle maçlardan sonra teknik taktik yazmak. Şu yanlış, bu doğru demek. Cidden zor. Maç boyuna zorla aldığım notlar yardım ettiğince, elim gittiğince yazacağım o yüzden.

İLK GOLE KADAR

Normal şartlarda bizim istediğimiz gibi başladı aslında oyun. Son üç maçta santradan itibaren rakiplerin daha fazla bizim yarı alanımızda gözüktüğü gerçeği varken, bu sefer ilk 1,5 dakika boyuna sadece biz pas yaptık. Üstelik tamamen al gülüm ver gülüm pasları da değil. Tempoyu biz ayarlayacakmışız gibi gözüktü hatta.

Bunun olumlu örnekleri var. Copa del Rey, Real Madrid-Barcelona eşleşmesinde, ilk maçın ikinci yarısında Barcelona tempoyu düşürmek adına 2-2,5 dakika kadar kendi yarı alanında pas yapmıştı. Yavaş yavaş yarı alana yerleşip, en nihayetinde golü de bulmuşlardı. Keza biz Trabzon deplasmanında 2. golden önce kendi yarı alanımızda 2 dakika kadar top çevirip, sonra kaleye gidince golü bulmuştuk. Biz topla oynarız, rakip kaptığı toplarla hızla kaleye gelir gibi görünüyordu ama duran top hastalığımız çok güzel hortladı.

1-0

Duran top golü. İlk kez yemiyoruz. Hatayı yapanlar belli. Alan savunması diye 11 kişi ceza sahasına gömülüyoruz, sonra atılan topa koşan adam ön direkte vuruyor. Oyuncu paylaşımı? Yok. Volkan ne yapıyor? Çıkmaya niyetlenip geri kaçıyor. Öyle yaparsan golü de yersin. Yedik.

Volkan'ı eleştirmekten, hatalarını göstermekten cidden yoruldum artık. Daha Lazio deplasmanında yüreğimizi ağzımıza getiren pozisyon alma hataları yapmıştı duran toplarda. Cidden daha fazla üstünde durasım yok. Eve gidince gerekiyorsa 100 kere ileri geri sarıp izlesin nasıl iki adım atıp geri kaçtığını.

11 kişiyle ceza sahasına gömülüyoruz dedim. Bunu da hiç doğru bulmuyorum. Hayır ibretlik duran top kontraları yemişiz sezon başından beri, bari rakiplerin yaptığından ders çıkartalım. Hiç mi 2-3 kişinin biraz daha açılıp daha ileride durması ve rakibin ceza sahasına koşarak hamle edecek oyuncularını engellemesi düşünülemez? Düşünülmemiş demek ki.

2-0'A KADAR

Topu karşı yarı alana daha çok geçirmiş gibi göründük. Plân-program çerçevesinde mi? Hayır, panikle. Sivas maçında da benzeri olmuştu. Bu en azından bir 10 dakika kadar böyle devam etti. Sonra daha aklıyla oynamaya başladı takım. Salih'in biraz daha diğer orta saha oyuncularına yanaşmasıyla bu gerçekleşti. 15 ve 16. dakikalarda iki Salih-Caner verkaçından tehlike yarattık.

Bu arada Azofeifa'nın hem Salih'e, hem de Caner'e insanlık dışı iki müdahalesi oldu. En azından birinden sarı kart çıkmalıydı, çıkmadı. Hoş, rakip oyuncunun Emre'nin hayalarına tekme atmasına sadece sarı kart veren Abitoğlu'nun kart çıkartmaması şaşırtmadı. Neyse, hakem belki en son konuşulacak şey zaten bugün özelinde...

Cılız tehlikelerimiz oldu sonrasında. Hatta Salih bir pozisyonda yine rakip savunmayı çarşı pazar gezdirdi. Ona ben bakkala göndermek diyemiyorum, ama böyle şeyler yetmiyor tabii futbolda. Yine de gözlerimizin pasını sildi ve tahminen maçın en güzel hareketini yapmış oldu.

2-0

Duran topun üstüne bir de arka direk hastalığımız hortladı. Bu da ilk kez yediğimiz bir gol tipi değil. Sezon başında Vaslui'den de yedik, yakın zamanda Lazio'dan da yedik. İkisi de aynı kanattan hem de. Sorumlusu oturup düşünecek. "Ben niye yerimde değildim?" diye soracak kendine. Nasıl Volkan ilk golü defalarca kez izlemeliyse, Gökhan da bu golü açsın defalarca kez izlesin.

İKİNCİ YARI VE OYUNCU DEĞİŞİKLİKLERİ

Belli başlı hamlelerin yapılması gerektiği iki gol arasında ortaya çıkmıştı zaten. Beni düşündüren neden ikinci yarıya hemen değişikliklerle başlamadığımız? Tamam ikinci yarının ilk 2 dakikasında kaleye iki şut attık, bu şok golle başlama isteğini ve amacını ortaya koyuyor. Yeter mi? Yeteceği garanti mi? Şimdi risk almayacaksak ne zaman alacağız? Maç giderse şampiyonluk şansı neredeyse sıfıra inecek mi?

Hepsinin cevabı aynı yere çıkıyor. Hiçbir şey yapamıyorsan kaos yaratacaksın futbolda bazen. Bazen plânlı programlı yüklenmen işlemiyorsa kalabalık yaratacaksın. Ceza sahasına adam sokacaksın. Şurada 45 dakika ölümüne tempo yaparak aynı skorla maçı bitirseydik ağzımı açıp tek kelime edemezdim, ama şimdi sahada yürünmesini eleştirebiliyorum.

57. dakikada geldi değişiklikler. Sow-Cristian değişikliği doğru ama Mehmet Topuz'un oyuna giriş amacını ben cidden çözemedim. Hem ön alanda çok etkili olan Caner sol beke geldi, hem de Topuz ve Kuyt yer kargaşası yaşadılar. Mehmet Gökhan'la ikili varyasyonlara gireyim derken ortayı boşladı. Oraya Kuyt geçince Salih kaleden uzaklaştı... Daha sayılır. Üstüne de kapanan rakibe karşı Krasic'i oyuna aldık. Yani ne oyuncu değişikliklerimiz mantıklıydı, ne de zamanlamaları iyiydi. Dolayısıyla da amaçsızca yüklendik. Kaos yaratmak için yüklendiysek, onu da yaratamadık. Öyle olunca da top şişirip durduk ve skora razı olmak durumunda kaldık.

SONUÇ

Bir mucize olmadığı takdirde mutlu sona ulaşabileceğimiz 3 değil 2 kulvar kaldı, demek yanlış olmaz sanırım şu esnada. Rakip bize gelene kadar iki kere puan kaybedecek ve biz de kayıpsız ilerleyeceğiz. Bir kez puan kaybetmeleri daha olası bir senaryoydu ama iki kez puan kaybedeceklerini ben hiç sanmıyorum. Şu andan sonra lig özelinde de iki beklentim var: Birincisi zaten sıkıntıda olan Beşiktaş'ın daha fazla yaklaşmasına izin vermemek, ikincisi de Kadıköy'de rakibi sahadan silerek alınacak bir Galatasaray galibiyeti. Ha bir mucize olur da puan farkı erirse, zaten o maç daha büyük anlam kazanır ve bu satırlar da anlamını yitirir.

Perşembe günü Benfica maçı var önümüzde. Umarım Avrupa Ligi maçlarında sahip olduğumuz karakteri yitirmeden, kendimiz gibi oynayarak avantajlı bir skor elde ederiz.
Devamını oku...

21 Nisan 2013 Pazar

Borussia Dortmund'un "hücreleri"

İspanyol spor gazetesi MARCA Şampiyonlar Ligi yarıfinalinde Real Madrid ile eşleşen Borussia Dortmund'un  evi, Westfalenstadion stadyumunu daha yakından tanımak için stad gezisine çıktı. Gerçi grup aşamasında da 1 kez karşı karşıya gelmişlerdi ama bu kez yarıfinal olunca daha çok ilgilerini çekmiş anlaşılan... Stadda karşılaştıkları şey ise hayli ilginç... 


Marca'dan; Burada, stadtan hemen 15 metre uzaklıkta, içerisinde 2 hapishane hücresi olan küçük bir karakol var. Onlardan biri Dortmund (sağdaki), diğeriyse rakip taraftarlar için kurulmuş. İtiş kakışı önlemek için 2 tane hücre getirildiğini söyleyen stad rehberi her bir hücrede yaklaşık 130'a kadar sarhoş ve kavgaya karışan taraftarları "misafir" edebiliyorlar. Bu hücrelerin bir diğer özelliği ise ses geçirmez olmaları. Maç esnasında stada 15 metre uzaklıktakı hücrede oturup o an stadda olan biteni duyamamak taraftar için en büyük ceza olur herhalde.

Mourinho'nun meşhur "kelepçe haraketi" yakın zamanda yeni bir anlam kazanacak...



Devamını oku...

19 Nisan 2013 Cuma

Zam Değil, Gecikmiş Fiyat Ayarlaması



Başlık klişe ama gerçek bu. Fenerbahçe'nin futbol kombine ve bilet fiyatlama politikasının gelir ve doluluk bakımından bugüne dek pek de optimize edilmediğini düşünüyordum. 2013-2014 sezonu için yapılan ayarlamaların da bu açıdan zamdan ziyade optimizasyon çalışması olduğunu düşünüyorum. Lacivert ve Sarı tribünlerin alt sınıfına çekilmesini de bu çerçevede doğru bulmakla beraber, bunun kademeli yapılması ve/veya iletişimin daha iyi, tribün sakinleriyle birebir yapılması doğru olurdu. Buradaki artışın %100 zam olarak algılanması malesef genele yansıdı.

Bu tespiti yapar yapmaz aşağıdaki tabloyu paylaşmakta fayda var:


Futbol giderlerinin yarısı EUR, yarısı TL cinsinden diye ele alırsak 2008-2009 ila 2013-2014 sezonları arasındaki kümülatif kombine fiyatı artışı İstanbul TÜFE ve EUR ortalama kur artışı rakamlarıyla örtüşüyor. Tabloda 2008-2009 sezonunu (bu sezon tabloda gözükmüyor) endekse baz olarak aldım. Bu durumda kümülatif olarak %25-30 artışın mantıklı olduğunu düşünüyorum. 

Telekom Tribünü’nün 2008-2009’a oranla kümülatif olarak %41,67 arttığı dikkat çekiyor. Bu artışı çok bulabiliriz. Ancak 2008-2009 sezonunda ilk kez kombineye açılan bu tribünde başlangıç fiyatının ederinin altında belirlendiğini unutmamak gerek, ayrıca o yılki 600 TL fiyat 311 avroya denk geliyor. Bugün ise 850 TL 361 avro. Yani döviz bazında 6 yıllık kümülatif artış sadece %16. Hala, ortalama 25 maçtan maç başı sadece 34 TL’ye geliyor ve 12 taksitte ayda 70 TL karşılığı ödeme imkanı var. Avrupa maçlarının bilet fiyatlarının 100 TL seviyelerine geldiği düşünüldüğünde taraftarın hala ciddi bir avantajı olacağını söylemek gerek.

Şükrü Saracoğlu Stadı için her zaman talep fazlası mevcut. Bunu en son Lazio maçında net şekilde gördük. En ucuz bilet 100 TL olmasına rağmen stad tamamen doluydu. Dolayısıyla kulübünü seven mevcut yayın ve sponsorluk gelirleri koşullarında kombine ve bilet fiyatlarının bırakın ucuzlamasını, sabit kalmasını dahi beklememeli.

Maç Günü Gelirleri Nasıl Optimize Edilir?
Maç günü gelirlerinizi optimize etmek için kombine/bilet oranınızı iyi ayarlamanız gerekiyor. 2012-2013 sezonunda 33.000 civarı kombine satan Fenerbahçe'de bu oran 50.509 koltuktan hesapla %65. Bu oran gelir optimizasyonu açısından sağlıklı bir oran. Bundan daha fazla kombine sattığınızda bu sezonki gibi olası sportif başarılarda (her ne kadar bu sezon cezalarla bu tam anlamıyla realize olmamışsa da) bilet gelirini maksimize etme fırsatını kaçırmış olursunuz. Hatta bu oran %60'a kadar geri çekilebilir. Zaten kombine satışı özünde sezon içinde takımın olası bir sportif başarısızlığının sadık taraftar tarafından sigortalanarak garanti gelir yazılmasından başka bir şey değil.

Bilet kombine fiyatlamasında dikkat edilecek bir diğer husus da kombine sahiplerinin yaptıkları yatırımın karşılığını alabilmeleri. Maç başı karşılaştırıldığında, yılda ortalama 25 maçta, maç başı bilet fiyatlarıyla anlamlı, tercihen 1'e 2 gibi bir fark elde edilmeli. Dolayısıyla bilet fiyatları örnek olarak geçtiğimiz sezon  Telekom tribününde 750 TL ise ortalama maç bileti 60 TL'den aşağı olmamalı.

Tribünler ve bloklar arası fiyat farkları da rasyonel olmalı. Bu açıdan Sarı ve Lacivert tribünlerle bugüne dek hemen komşu oldukları Maraton Alt A ve G bloklar arasında bir adaletsizlik vardı. Teorik olarak bir metre ötenizdeki kombine sahibi 1.350 TL öderken, siz 2.950 TL ödemek durumundaydınız. Bu da A ve G blok talebini olumsuz etkiliyordu elbette. Aynı şekilde Maraton ve Fenerium üst köşe blokların orta bloklarla fiyat farkının azalması da bu ayarlama kapsamında yanlış değil. Sadece yöntemi ve zamanlaması tartışılabilir. Bu blokların sakinlerinin haklı serzenişlerini de anlayışla karşılamalı.

Maç Günü Gelir Performansı Ölçümü İçin Teknik Kriterler
Yurtdışında futbol gelirleri optimizasyonu üzerine uzmanlaşmış danışmanlık şirketleri var. Bunlar futbol kulüplerini telekom ve havayolu endüstrisine benzer KPI'lar (Key Performance Indicators) kullanarak kapasite kullanımı ve gelir potansiyeli açısından analiz ediyorlar. Böylece elmalarla elmaları karşılaştırmak kolaylaşıyor.

Örneğin RevPA (Revenue per Attendee, toplam seyirci başına maç günü geliri), RevPAS (Daily Revenue per Available Seat, koltuk başına günlük maç geliri), RevPE (Revenue per Event, etkinlik başı gelir) gibi ölçütler kullanılıyor.
Deloitte Money League'de yer aldığımız 2008 sezonunda 42 bin ortalama (tahmini), 26 maç ve 27.9 milyon avro maç günü gelirden hesapla  RevPA 28 avro, RevPAS 1,5 avro, RevPE 1 milyon 74 bin avro civarında çıkıyor.

Geçen yılın rakamları da elimizde olduğu için onlara da bakalım. Fenerbahçe evinde 23 resmi maç yapmış ancak 5'i cezalı olduğu için 18 maçtan hesaplayalım. 2011-2012 maç günü gelirleri 62 milyon lira, yani 2,4 ortalama kurdan 25.8 milyon avro. 2011-2012 sezonunda Fenerbahçe'nin evinde 735.221 ücretli seyirci ağırladığını biliyoruz. Bu durumda, RevPA 35 avro, RevPAS 1,4 avro, RevPE ise 1 milyon 430 bin avro çıkıyor. 2007-2008'e oranla RevPE ve RevPA artışının büyük sebebi ise kombine fiyatlarının 5 maç cezayı yansıtmıyor oluşu. 23 maç üzerinden hesaplarsak RevPE 1 milyon 122 bin avroya düşüyor.

Aynı yıllardan değil ama, fikir vermesi açısından 2009-2010 RevPE rakamları Real Madrid için 5,3 milyon, Manchester United için 4,3 milyon, Arsenal için 4,2 milyon, Barcelona için 3,5 milyon, Chelsea için 2,8 milyon avro civarında. Yani Chelsea bizim en iyi sezonlarımızdan birinden 2,6 kat RevPE elde ediyor. Aynı Chelsea 5,3 avro RevPAS elde ederken Fenerbahçe'de bu rakam 2007-2008'de 1,5 avro, 2011-2012'de ise 1,4 avro civarında.

Fenerbahçe Maç Günü Gelirlerini Artırmalı
Fenerbahçe'nin maç günü gelirlerini artırması ve en azından Bundesliga'nın üst sınıf takımları seviyesinde 2 avro RevPAS elde etmesi şart. Bunun yöntemleri belli:

1. Stad kapasitesinin %40 artırımı
2. Yüksek fiyatlı VIP/loca koltukların artırımı
3. Bilet/kombine fiyatlarının %40 artırımı
4. Fiyat Ayarlamasıyla Gelir Optimizasyonu

RevPAS'ı etkilemiyor ama maç sayısını %40 artırmak da, ya da en azından üst düzey maç sayısını %20 artırmak da, aynen bu sezonki gibi (ama cezasız olarak) 30-32 maça çıkarmak da maç günü gelirlerini artıracaktır. Ancak bu performansı her yıl tekrarlamak kolay değil.

Doktorun İğnesi Acı Verir Ama İyileştirir
Dolayısıyla yapılan zam da ayarlama da bence bizi zorlar ama Fenerbahçe'nin ali menfaatleri açısından takımımızdan üst düzey mücadele ve başarı bekliyorsak bu ayarlama adildir. Bir nevi doktorun iğnesi gibidir. Acı vereceğini düşünürüz, ki öyledir, ama sonunda iyileşmemizi, sağlımıza kavuşmamızı sağlar.

Öte yandan kulübümüz zamları da, ayarlamaları da bu gerçekleri açık açık ortaya koyarak paylaşsa taraftara da "kan kusup kızılcık şerbeti içtik" demekten başka seçenek kalmazdı. Bizim doktor da bunları fazla beceremeyenlerden, ama iyi doktor.

Doktor Acıyı Hafifletebilir mi?
Kombine alacak taraftarı bir nebze rahatlatacak bir uygulama da ikinci el bilet satışıdır. Taraftarın gidemeyeceği maçları ikinci el bilete dönüştürüp satabileceği ve geliri normal bilet fiyatı üzerinden kulüple 50-50 paylaşabileceği sistem acilen hayata geçirilmeli. Bu durumda hem taraftar kombineyi ciddi bir yatırım olarak görecek, hem de karaborsa büyük ölçüde engellenebilecek, kulüp de maç günü gelirlerini artırabilecektir.

Ayrıca kredi kartına 12 taksit fırsatı devam ediyor. Bu zaten başlı başına acıyı hafifleten bir unsur.

Bir de Mayıs ayında 3 kulvarda finaller, kupaların olduğu yerde yaşadığımız adrenalin bize zaten acıyı unutturmayacak mı?

Son olarak Fenerbahçe'nin artık mutlaka bir taraftar ve sadakat yönetimi programı başlatması gerekiyor. Bazı yıllar uygulanan avantajlı yenileme ücretleri standardize olmalı, tribünde 3-5-10 yılını dolduranlar, Fenerium'da belirli bir harcamayı gerçekleştirenler, maçlara devamsızlık yapmayanlar mutlak suretle manevi de olsa ödüllendirilmeli.

Her şey Fenerbahçe için bunu unutmayalım.

Cem ARGUN.- @cargun

Not: Sevgili Serkan Acar abimizi kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Camiamıza, ailesine ve tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Devamını oku...

18 Nisan 2013 Perşembe

UEFA Avrupa Ligi - Yarı Final: Benfica Analizi

     


Kağıt üzerindeki en takım gibi takımı çektiğimizi söylemek yanlış olmaz. Formdalar, bu sezon resmi maçlarda iki kez yenilmişler, toplamda sadece üç maçta, ki bunlardan ikisi Barcelona'ya karşı, gol bulamamışlar.

Portekiz liginde şu anda yenilgisiz Porto'nun 4 puan önünde lider Benfica. 33. haftada Dragão'da Porto'ya konuk olacaklar ve o maça kadar puan kaybederlerse, o maçta alacakları bir yenilgiyle şampiyonluk ellerinden kayıp gidebilir. Kupada da yollarına devam ediyorlar, yani bizim gibi yoğun maç trafiğinin içindeler.

Form durumlarının bu sezon ne kadar üst düzey olduğunun göstergesi yukarıdaki veriler. Bir şekilde gol bulabilen, kazanamasa dahi çok zor kaybeden, yetenekli oyunculardan kurulu ve alternatif konusunda sıkıntı çekmeyen bir rakip. Kağıt üstünde ciddi derecede korkutucu.

Peki elemek için illa yenmek mi gerek? Hayır! İki beraberlikle de tur geçilebilir. Böyle de bir gerçek var. Tur geçilecek ama iki beraberlikle geçilecek desek şu anda kimse itiraz eder mi? Etmez. Peki ilk maçtan beraberlikle ayrılsak büyük çoğunluk "Tur gitti" der mi? Mutlaka der.

Devam edelim. Biz Benfica'yı yenebilir miyiz? Gayet tabii yenebiliriz. Doğru diziliş ve stratejiyle her takım zor duruma düşürülebilir ve saf dışı bırakılabilir. Bunları bir kenara yazalım, yazının sonunda geri döneceğim bu kısma.

TEKNİK DİREKTÖR TAKIMI

Jorge Jesus adını ciddi anlamda S.C Braga'da duyurdu. Temelini attığı Braga'yı çalıştırdığı tek sezonda çok iyi yerlere getirememiş gibi gözükse de kendisinden sonrası için müthiş bir takım bıraktı. O takımın neler yaptığını ise hemen hemen herkes biliyor.

2009-2010 sezonu başlamadan Benfica'yla anlaşan Jorge Jesus'un elinde inanılmaz bir kadro vardı. O da bu kadroyu iyi işledi, ve takımı Lig şampiyonluğuna taşırken, Avrupa Ligi'nde de çeyrek finalde Liverpool'a boyun eğdi. Jesus'un ilk aldığı kadroya bir bakalım:

*
                                     

Oyuncular değişse de oyuncu profili değişmedi. Sistemde de ufak esnemeler oldu bu kadrodan günümüze. Parlayıp daha büyük profilli takımlara transfer olan oyuncuların sayısı ise ciddi anlamda fazla. Yani Jesus oyuncularından maksimum verim almayı başarıp, yıldızlarını parlatabilen bir teknik direktör. Oyuna ve oyuncularına olan etkisi inanılmaz. Takım sahada ne yaptığını bilmez bir halde olursa kenarda yırtınıyor, oyuncularını motive edip oyuna döndürüyor ve bir şekilde istediğini uygulattırıyor.

İlk sezonunda yaşadığı şampiyonluktan sonra iki sezon üst üste Porto'ya kaptırılan şampiyonluk ve uğranılan ağır yenilgiler Jesus'un koltuğunu salladıysa da görevde kaldı ve bütün bir sezon sadece iki maç kaybeden bir takım çıkarttı ortaya. Yani başarının bazen zaman ve uygun şartlar olmadan gelmediğinin en güzel örneği, Benfica'nın bu sezonki performansı.

Ciddi anlamda cesur ve ofansif bir anlayışa sahip Benfica takımı. Çok nadir bu anlayıştan ödün veriyorlar. Esas amaçları kendi oyun anlayışlarını rakibe kabul ettirmek üzerine kurulu ve bunu da arada bariz güç ve kalite farkı olmadığı sürece büyük ölçüde başarıyorlar.

Çeyrek finalde yine bizim gibi Avrupa Ligi'nin en zor gol yiyen takımlarından birisi olan Newcastle United'ı eleyerek rakibimiz oldular. Kendi evlerinde oynadıkları ilk maçın henüz başında yenik duruma düşmelerine rağmen maçı 3-1 kazanmayı bildiler. Dizilişe ve maçta ne olup ne bittiğine biraz bakalım.


                                          

Yukarıdaki diagramda görüldüğü gibi yayıldılar sahaya. Bu kadro çok ofansif görünebilir gözünüze ve ciddi anlamda öyle. İç saha maçında gerekli skoru alma arzusuyla başlasalar da maça, ilk 20-25 dakika kontrolü rakibe kaptırdıklarını söylemek gerek. Newcastle'lı oyuncular kompakt kalarak Benfica'lılara kendi yarı sahalarına kolay geçiş izni vermediler. Daha 3 dakika içerisinde iki kez savunmanın arasına atılan toplarda stoperlerin bocalayıp adam kaçırmasıyla tehlike yaşadılar. Tam oyunda dengeyi kuracaklarmış gibi göründüğünde ise iki pastan golü yediler.

Beklerin orta sahada kalabalıklaşıp rakibe baskı kurma adına öne çıkması normal bir durumdur. Gol arayan her takım bunu yapar. Ancak topu karşı yarı alanda kaptırdıktan sonra dahi yerden bir ara topla rakibini kaçıran bir sol bekleri var. Melgajero çabukluğunun verdiği özgüvenle arkasını çok boş bırakıyor ve oraya atılan ara topla cezayı kesiyor Newcastle. Ortaya kesilen topa stoperler yetişemiyor ve topu ağlarında görüyorlar.

Golden sonra biraz kıpırdansalar da oyunun kontrolünü ele geçiremiyorlar pek. Newcastle dizilişinden ödün vermediği gibi daha da iyi alan daraltmaya başlıyor ve önde olmanın verdiği özgüvenle daha doğru paslaşıyor. Kalktıkları bir sonraki kontrada bir ters topla savunma yine dengesiz yakalanıyor. Bu sefer rakibini karşılamakta geciken ise sağ bek Almeida. (İlk maçta cezalı olduğu için bu mevkiide büyük ihtimalle Maxi Pereira görev yapacak) Bekler önde, stoperler geride yakalanınca, ilk golü atan Cisse'ye iyi bir vuruş açısı kalıyor. Son anda topun önüne kendini atan savunma ve kaleci Artur'un canhıraş müdahalesiyle top direğe çarpıp oyun alanına dönüyor.

Bu esnada Jorge Jesus kendisine ayrılan yerin sınırına gelmiş durumda. Vücut dilinden de ne kadar sinirli olduğu anlaşılıyor. Fırçayla birlikte Benfica daha derli toplu oynamaya başlıyor. 3 dakika sonrasında ön libero Matic topla kat edip bir forvet gibi bindiren sağ bek Almeida'nın önüne şahane bir top atıyor. Cardozo'ya servis ve onun sonrasındaki sert şutunu kaleci çıkarsa da yardımcı forvet Rodrigo topa ilk yetişen olarak skoru eşitliyor. Sonrasında da oyunu ciddi şekilde domine ediyorlar. 7-8 kişiyle birden ceza alanına yükleniyorlar. Birden çoğalıyorlar o bölgede ve sayısız tehlike yaratıyorlar.

İkinci yarının daha hemen başında atılan bir ara topta yine savunma önde yakalanıyor. Gole giden Cisse'yi 6 kişinin kovalıyor olması durumun vahametini ortaya koymaya yeter sanırım. Vuruş direkten geri geliyor ve Newcastle orada duruyor. Kontrol tamamen Benfica'nın eline geçiyor ve Jesus sistemini bozmadan iki direkt değişiklikle ön alanda diri kalmayı sağlıyor. Oyuna yeni giren Lima, hatalı geri pası yakalayarak durumu 2-1'e getiriyor, 5 dakika sonra da penaltıdan Cardozo ile skoru 3-1'e taşıyorlar. Sonrasında da pek bir şey değişmiyor. Jesus, Cardozo'yu çıkartıp Maxi Pereira'yı alarak 4-2-3-1'e dönüş yapıyor ve oyunu soğutuyor.


                                           

İkinci maçta da skor avantajını koruma içgüdüsüyle daha defansif sayılabilecek bir anlayışla, yukarıdaki gibi yerleşiyorlar sahaya. Daha henüz 3. dakikada fişi çekebilecek fırsat geliyor ellerine ama kullanamıyorlar. Topu daha çok rakibe bırakarak oynasalar da inanılmaz kompaktlar ve takım boyu çok kısa. Hücumcular ne kadar geriye doğru geliyorlarsa, savunma oyuncuları da o kadar öne çıkarak alanı daraltıyor. Newcastle yine ara topları atmayı denese de çok başarılı olamıyor. Sadece 40. dakikada birdenbire inanılmaz bir baskı başlıyor ve seken topların hepsini alıyor Newcastle.

İkinci yarıya Newcastle 4-4-2'ye dönerek başlayınca, Benfica daha da gömülüyor, ama çıkışlarda yine hızlılar. Bir pozisyonda yine dördü ceza sahası içinde olmak üzere toplamda 6 oyuncuyla rakibi bunaltıyorlar. 60'tan sonra tempo düşüyor ve oyunu soğutmaya başlıyorlar derken Newcastle'dan hamle geliyor, ve en sonunda zorlaya zorlaya 70. dakikada golü buluyorlar.

Golden hemen sonra 5 dakika içerisinde 2 değişiklik yaparak alışılmış 4-1-3-2'ye dönüyor Benfica. Amaçları da topu ileride tutmak. Nispeten başarılı oluyorlar, ancak Newcastle'ın baskısı çok kesilmiyor. Arkada kalan boş alanlardan iyi yararlanıyorlar, ve yine hızlı kontralara çıksalar da çok adamla gitmedikleri için doğru yerde, doğru adamla topu buluşturamıyorlar. Son 5 dakika artık nefes alamaz durumdalarken 90+1'de kalktıkları kontra ile skoru eşitleyip turu cebe koyuyorlar. Attıkları golde Rodrigo'nun soldan kestiği top kadar Salvio'nun sağ forvet koşusu mükemmel. Onun kademesinde olması gereken sol bek ise maça sol önde başlayıp, risk alınan değişikliklerden sonra geri çekilen Jonas Gutierrez.


         

İki farklı maçta iki farklı Benfica var. Birinde gol için her şeyi yapan, rakibini bunaltan ve müthiş tempo yapan bir takım, diğerinde ise skor koruma içgüdüsüyle oyunu soğutmaya çalışıp, gömülen ve baskıya davetiye çıkartan bir takım. Size bir yerden tanıdık geliyor mu? Gelmeli, çünkü bizim de çeyrek final eşleşmemiz bu anlamda çok benzerdi. İlk maçta rakibi bunalttıkça bunaltmış, ikinci maçta da kendimiz bunalmıştık. Golü onlara oranla nispeten daha erken bulunca da maçı soğutup turu almıştık.

Benfica'nın yapmaya çalışacaklarına bizim göstereceğimiz reaksiyonlar çok önemli ve turun kaderini belirleyici  olacak kesinlikle. Eğer Benfica'nın temposuna ve sertliğine aynı şekilde karşılık verirsek Mönchengladbach deplasmanında izlediğimiz maçın bir kopyasını izlemek mümkün. Diğer karşılık verme şekli ise tempoyu düşürüp oyunu soğutmak ve sabırla rakibin kilidini açmayı denemek.

Bu iki seçeneği belirtmemdeki temel sebep ise şu: Oyunu soğutarak ve tempoyu düşürerek rakiplerimizi elediğimiz algısı var. Nispeten doğru, ama kora kor oynanan bir Mönchengladbach deplasmanı var öncesinde dediğim gibi. Yani Aykut Hoca'nın elinde iki seçenek var. Kontrollü oyun veya kora kor mücadele.

İstanbuldaki Lazio maçında uyguladığımız baskının biraz daha fazlasına ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek.
Rakip, teknik direktörünün de etkisiyle çok daha keskin ve çabuk reaksiyon verebilen bir takım. Dolayısıyla işimiz hiç kolay değil, ama yarı finalde de işimiz kolay olsaydı bu işte bir terslik olurdu.

Rakipte ilk maç sağ bek Almeida ve orta saha oyuncusu Enzo Perez cezalı. İlk maç deplasmanda olduğu için Cardozo'yu da tahminen yedek oturtmayacaktır Jorge Jesus. Benim Kadıköyde beklediğim 11 ise şöyle:


                                       


NELERE DİKKAT?

1) Arka direğe kesilen toplara. Salvio'nun ne kadar fırsatçı olduğu ortada. Keza ters kanatta Gaitan da hemen hemen aynı oranda tehlikeli. Buraya gelene kadar çok kötü savunma ve kademe eksikliği sonucuyla saçma sapan arka direk golleri yedik. İç sahada kalemizi gole kapatmamız gerektiğini sanırım bir kez daha vurgulamama gerek yok.

2) Duran top dönüşlerine. Kendi ligimizde iki kez, üstelik son dakikalarda, duran top dönüşlerinde gol yedik.
Rakibin ne kadar seri bir şekilde hücumda çoğaldığı ortada. Duran toplar bir şekilde sonuçlandırılmalı, veya sekenler toplanmalı.

3) Hatlar arasındaki mesafeye. Sahaya geniş yayılma lüksümüz yok. Mutlak surette alan daraltmalı ve takım boyunu kısaltmalıyız. Beklerimiz ilerideyken stoperlerimizin geri kaçma lüksü yok. Rakibin topla hızlı bir şekilde ilerleyebilen oyuncularına geniş alan bırakmamalıyız.

4) Duran toplara. Rakibin hava toplarında etkili olan iki stoperi Luisão ve Garay var. Matic de boy avantajını mutlak surette kullanan bir oyuncu. Ayrıca cepheden gereksiz fauller yapmamaya özen gösterilmeli. Cardozo ve Garay'ın cepheden sıkıntı çıkartabilecek şutları var.

5) Konsantrasyon kaybı yaşamamaya. Moral bozukluğu lüksümüz yok. Kaçan net gol pozisyonundan sonra kalesinde zor gol gören Newcastle'ın 25 dakikada perişan olduğu gerçeği var önümüzde. İç sahadaki Lazio maçındaki gibi sabırla, konsantrasyonumuzda en ufak bir azalma olmadan maçın sonunu getirmeliyiz.

6) Rakip savunmanın pozisyon alış sıkıntısına. Özellikle sağ bek ve sağ stoper arasında maç içerisinde sürekli oluşan korkunç bir boşluk var. Sow burayı maden gibi işleyecek kapasitede ve hareketlilikte bir oyuncu. Keza savunmanın önündeki Matic daha sola kayarak oynuyor ve onun önündeki merkez oyuncusu da ileri destek verme amacıyla savunmadaki rolünü aksatabiliyor. Orta üçlümüzün sol önünde oynayan oyuncunun burada oluşan boş alanı iyi değerlendirip Sow'a servis yapmalı. Benfica'yı en çaresiz bırakan oyunu oynayan Barcelona, topa sahip olma üstünlüğünün yanı sıra ağırlıklı olarak bu bölgede oluşan boş alanı işleyerek sonuca gitmişti.

7) Tempoya ve top hakimiyetine. Rakibin temposuna cevap verebilmek kadar tempoyu istediğimiz gibi ayarlamak da çok önemli. Tempoyu istediğimiz gibi ayarlarsak topa da daha istediğimiz şekilde hükmedebiliriz. Anahtar kelimenin sabır olduğu bu turda da belirleyici unsur konusunda kontrolün bizim elimizde olması çok önemli. Rakibin oyununa ayak uydurmak mı, yoksa kendi oyunumuzu oynamak mı? Bu seçeneklere daha önce de değindim ve ipler bu konuda Aykut Hoca'nın elinde.

SONUÇ

Rakibi saf dışı bırakmak için oyun kalitemizin tavan yapması gerektiği bir gerçek. Bu seviyedeki tecrübeleriyle rakibe psikolojik üstünlük sağlayabilecek Dirk Kuyt ve Raul Meireles gibi üst düzey iki oyuncuya sahibiz. Hele ki Meireles Benfica taraftarları tarafından bir hayli sevilen(!) bir isim. Mutlaka rakibin ve rakip taraftarın sinirleriyle oynayacaktır Meireles'in yapacağı her olumlu hamle. Bu bağlamda kendisine ofansif anlamda da biraz serbestlik tanınabilir.

İki beraberlikle de finale yükselmek mümkün dedik. Mümkün. Eğer yenemiyorsak, yenilmemeye oynamak da alternatif çözüm. Yenilmemeye oynamak derken gömülüp sadece savunma yapmak değil kastım. Önde basmak, rakibi bozmak ve baktık ki oynayamıyoruz, o zaman oynatmamak.

Önceki turda da dediğim gibi: "Her şey ortada ve daha az hata yapan kazanacak." Jorge Jesus'un kendi takımını favori görüyor olması beni rahatsız etmiyor, çünkü cevap hakkını sahada kullanmak, bizim adımıza en doğrusu.


* İlk diagram zonalmarking.net'ten alınmıştır.
Devamını oku...

17 Nisan 2013 Çarşamba

ANKET: Sizce; Fenerbahçe, stad ismine sponsor almalı mı?

Devamını oku...

Papazın Çayırı'nda Saklı Hazine




Şükrü Saracoğlu, eğrisiyle doğrusuyla, günahıyla sevabıyla, seveniyle, sevmeyeniyle hem Fenerbahçe, hem de Türkiye tarihinde yadsınamaz bir yeri olan, bu kulübe tam 17 yıl başkan olarak hizmet vermiş efsane başkanımız.

Aziz Yıldırım, Fenerbahçe Stadı'nı, yenilenmesine başlamadan onun adıyla onurlandırdığında aslında stadın altına müthiş bir de hazine gömmüş oldu.

Evet, 'Şükrü Saracoğlu' ismi Fenerbahçe'nin gömüsüdür, definesidir, hazinesidir, yedek akçesidir. Üstelik, tabiri caizse bozdur bozdurabildiğin kadar bitmez tükenmez, değerinden kaybetmez, bilakis kullandıkça katlanan dipsiz bir hazine. İşte bu yüzden vefatından 60 yıl sonra bile 'Şükrü Saracoğlu' Fenerbahçe'nin Avrupa surlarını aşacak gizli katapultu, o surları yıkacak şahi topudur.

Kendisi bugün yaşasa, bir gün bile başkanlık koltuğuna otursa, günümüz şartlarında yapacağı ilk ve tek icraat stadın isim haklarını uluslararası bir markaya pazarlamak olurdu. Onun yerinde Ziya Bey de, Ayetullah Bey de olsa tereddütsüz aynı şeyi yaparlardı.


STADYUM İSMİ NEDEN PAZARLANMALI?

Stadyum isim hakları satışı bugün futbol kulüpleri için çok önemli bir gelir kapısı. Özellikle Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi'nde zor şartlarda boy göstermeye çalışan Türk kulüpleri için. Bir yandan UEFA FFP kriterlerine uygunluk sağlayacaksınız, diğer yandan yüksek futbolcu maliyetleri, yabancı sınırlamasına tâbi kapalı ekonomi ve gelir adaletsizliği içinde "haksız" denebilecek bir rekabet içinde mücadele edeceksiniz. Böyle bir durumda, acı ama gerçek, sürdürülebilir sportif başarı bekleyen aklıselim kimsenin fazla romantizm lüksü yok.


STADYUM İSMİ NASIL PAZARLANMALI?

Şimdi ne büyüklükte bir hazineden bahsediyoruz, bu hazine zarar görmeden nasıl gün ışığına kavuşturulmalı, nasıl sergilenmeli ve ışıldaması sağlanmalı tarihçesi ve örnekleriyle onu inceleyelim.

Tarihte bilinen ilk stadyum sponsorluğu örnekleri ABD'den Fenway Park, Boston (1912) ve sonrasında Wrigley Field, Chicago (1927). Bu yüzden bugün ABD spor kulüpleri NFL, MLB ve NBA liglerinde stadyum ve spor salonu sponsorluklarında hala öncü konumda.

Avrupa futboluna gelince isim ve stadyum sponsorluklarının öncülüğünü ilk olarak Almanlar Bayer 04 Leverkusen ve Hollandalılar PSV (Philips) Eindhoven'la yapmış. Tekrar gündeme getirenlerse 2006 Dünya Kupası adaylığı öncesinde stadyumlarının yeniden yapılanmasına kaynak arayan Almanlar olmuş. 1993'te Stuttgart'ın Gottlieb-Daimler Stadyumu, sonrasına, Hamburg'un AOL Arena'sı, Dortmund'un Signal Iduna Park'ı, Schalke 04'ün Veltins Arena'sı ve nihayetinde 2006'da 25 yıl için 150 milyon avro karşılığı Bayern Münih'in meşhur Allianz Arena'sı. Bugün Bundesliga 1 ve 2'deki stadların yüzde ellisi bir marka ile anılıyor. Alman futbolunun şaha kalkmasında bu kurumsal sponsorlukların büyük rol oynadığı söylenebilir.

Futbolun beşiği İngiltere'de ise 1997'de bir İngiliz markası Reebok, Bolton'un Burnden Park stadına (Reebok Stadium) ismini vermesine rağmen bu konu uzun süre pek de gündemde olmamış. Kulüpler Premier League'in dolgun yayın ve maç günü gelirlerinin verdiği rehavetle olsa gerek stadyum sponsorluğu işine uzun süre pek girmemişler. İngilizlerin uyanışı 2004'de Highbury'den Ashburton Grove'a taşınmaya niyetlenen kaynak arayışındaki Arsenal'in sadece stad isim hakkı için 15 yıllığına  toplam 54 milyon sterlinlik Emirates anlaşması ile başlıyor. Elbette Emirates'in rakibi Etihad'ın 10 yıllık forma ve stad sponsorluğu karşılığı Manchester City'ye toplamda 400 milyon sterlin ödeyecek olması da çıtayı bir hayli yükseğe taşımış durumda.

Old Trafford ve Anfield isimleriyle özdeşleşen Liverpool ve Manchester United ise yeni ihaleyle EPL yayın gelirlerinin 100 milyon sterlin seviyesine çıkma beklentisi ve rahatlığıyla şimdilik çekimser. Ancak Chelsea'nin Stamford Bridge'in kapasitesinin artırılması ve yenilenmesi kapsamında isim hakları satışını düşündüğü söyleniyor.

İspanya'da ise sadece La Liga yayın gelirlerinden yılda 140'ar milyon avro kazanan Real Madrid ve Barcelona da tarihi stad isimlerini değiştirmeye şimdilik ihtiyaç duymuyorlar. Fransa ve İtalya'da ise stadların çoğu ya devlete ya da belediyelere ait olduğundan isim sponsorluğu kolay kolay gündeme gelemiyor.

Tarihi ve köklü kulüplerin stadyum isim hakları satışı önünde ciddi riskler olduğu aşikar. Kulüplerin bu riskleri hesaplayabilmesi ve yönetebilmesi ise gayet mümkün.


STADYUM İSİM HAKKI SATIŞININ GETİRDİĞİ RİSKLER

Bunlardan ilk akla gelen taraftarın sponsoru reddetmesi, benimsememesi riski. Genelde bu eğilimde olanlar Real Madrid, Barcelona ve Manchester United gibi taraftar baskısının yoğun olduğu, hem yerel, hem de küresel olarak sayısız tarihi başarılar yaşayan mega kulüpler. Tuzları kuru, ihtiyaçları yok, taraftarları da böyle hissediyor. Liverpool ve Chelsea'nin ise gelir anlamında bu kulüplerle yarışta kalabilmek, Arsenal ve Manchester City'ye geçilmemek için taraftarlarını ikna etmek zorunda kalacak olmaları kuvvetle muhtemel. Sportif başarıya doymuş kulüplerin taraftarları stadyum isim hakları satışına şiddetle karşı çıkarken sportif başarıya hasret taraftarlar mevcut rekabet şartlarında başka çare olmadığını zamanla kabulleniyorlar. Öte yandan Newcastle United'ın başarısız girişimlerinde gördüğümüz gibi taraftarın aşırı duygusallıkla tepki vermesi güçlü ve köklü bir takımı rekabette pekala geri bırakabiliyor. Sponsorların taraftar tepkisinden çekinmesi olası sponsorlukların ederini ciddi oranda azaltan bir etmen. Dolayısıyla bu tür sponsorluk girişimlerinden önce taraftar hazırlanmalı, rasyonel biçimde ikna edilmeli ve projeyi gönülden benimsemesi sağlanmalı. Zira kulübün niyetli olmasından çok taraftarın niyetli olması elde edilecek gelirin katlanmasını sağlıyor.

Tam da bu yüzden yeni ya da yenilenen stadyumların isim haklarının satışı çok daha kolaylaşıyor ve ederinin üzerine çıkabiliyor. Zira taraftarlar yeni stadyumu yeni bir başlangıç olarak algılıyorlar. Sponsorlar da yeni bir stadyumla isimlerinin daha kolay özdeşleşeceğinin farkındalar. Arsenal ve Galatasaray örnekleri bunu net şekilde ortaya koyuyor. Değerleme uzmanı American Appraisal firması hazırladığı değerleme çalışmasında Old Trafford isim hakkı için yıllık sadece 7.9 milyon sterlin değer biçerken, Emirates için belirledikleri güncel rakam 14.9 milyon sterlin.

Elbette Manchester City örneğinde de görüldüğü gibi her zaman yeni ya da yenilenen bir stadyum şart değil. Sponsorluğun hemen akabinde gelen bir şampiyonluk sponsorun katkısını taraftar gözünde son derece anlamlı hale getirebiliyor. Manchester City taraftarlarının şampiyonluk deneyimlerinde Etihad'ı görmezden gelmeleri ve saygı duymamaları mümkün değil.

Bir diğer risk faktörü ise sponsorluğun süresi. Stadyum isim sponsorlukları 10, 15 hatta Allianz Arena örenğinde olduğu gibi 25 yıl üzerinden değerleniyor. Zira hem sponsorun üç beş yıllık kısa vadeli kontratlardan verim alması zor, hem de tam isim benimsenmeye başlamışken anlaşmanın sona ermesiyle ardından gelecek olası sponsorluğun değerinin düşmesi söz konusu. Bu kadar uzun vade söz konusu olunca kulüpler açısından sponsorun varlığını ve stratejik insiyatifini sürdüreceğinin garantisinin de sorgulanması gerekiyor. Sponsor açısından da kulübün başarısının, görünürlüğünün garanti edilmesi gerekebiliyor. Allianz örneğinde koskoca Bayern Munich'in bile yıllık 1,5 milyon avro garanti, maksimum 4,5 milyon avro da başarıya endeksli değişken gelir elde ettiği biliniyor. Uzun vadeli sponsorluklarda karşılıklı güven tesis etmek önemli. Ayrıca Türkiye yatırım yapılabilir ülke ve Olimpiyat adaylıklarıyla uzun dönemli bu tür küresel sponsorluklar için şu an son derece elverişli konumda.

Bir başka risk unsuru sponsorluk parasının kaynağı. Manchester City, Chelsea ve PSG örneklerinde görüldüğü üzere sponsorun kulüp sahipleriyle ilişkili taraf olması UEFA FFP kriterlerine aykırı. UEFA, gaz zengini oligark ya da petrol şeyhi kulüp sahiplerinin şişirilmiş sponsorluklarla bazı kulüplere haksız nakit aktarmasını yasaklıyor. Ancak bu tür sponsorlukların nizami olup olmadığının hangi kriterler üzerinden değerlendirileceği ise net değil. Zaten uygulamasını da henüz görebilmiş değiliz. Ama bu zaten Fenerbahçe'yi bağlamıyor.

Yine bir risk algısı küresel bir sponsorun görünürlük için her yıl Şampiyonlar Ligi veya Avrupa Ligi garantisi beklentisi içinde olacağı şeklinde olabilir, ki bu esasında büyük bir yanılgı. Zira stada ismini veren sponsor o UEFA müsabakasının da sponsoru değilse stadın ismi kapatılıyor ve kullanılamıyor. Ne Emirates, Ne Etihad ne de Allianz isimlerini Şampiyonlar Ligi maçlarında göremiyoruz. Bu durum forma ve stad sponsorluğunun paket olarak birlikte düşünülmesinin önemini de  artırıyor. Zira bu durumda sponsor Avrupa maçlarında forma reklamıyla stad isim hakkını da vurgulamış oluyor.

Türkiye'ye özgü, dünyada pek rastlanmayan bir diğer riski ise "sponsorluk açmazı" olarak değerlendiriyorum. Türkiye gibi monopolistik bir futbol pazarında öteki takıma sponsor olan veya kendi takımıyla sponsorluğu sonlandıran firmaları boykot etmek son derece sık rastladığımız bir olgu. Bu gereksiz baskı özellikle yerel sponsorları ürkütüyor ve pastanın büyümesini engelliyor. Futbola odaklanan sponsorlar da ne şiş yansın ne kebap misali ya 3,5 takıma aynı anda sponsor olmak zorunda kalıyorlar ya da kaynaklarını federasyona ve milli takımlara kanalize ediyorlar. Oysa güçlü bir sponsorun güçlü bir kulüple özdeşleşmesinin sponsora da kulübe de daha fazla değer katacağı bir gerçek. Bu yüzden bu tür kaygıları olamayan küresel sponsorlara olan ihtiyaç Türkiye'de daha da önem kazanıyor.


FORMA VE STADYUM İSİM HAKKI SATIŞININ FENERBAHÇE'YE GETİRİSİ NEDİR, AVRUPA'DAKİ ÖRNEKLER NE DİYOR?

Elbette bu riskler söz konusu, ancak riskleri ortaya koymadan fırsatları göremeyiz. Fenerbahçe de, yerel başarılarını küresel futbol rekabetinde tesadüfi olmayan sürdürülebilir sportif başarılara dönüştürmek istiyorsa her yıl gelirlerini artırmak, hatta katlamak zorunda. Bunun en kolay yolu işe küresel bir markayla forma ve stadyum isim hakları konusunda işbirliğine gitmek.

Peki konuştuğumuz rakam nedir? Attığımız taş ürküttüğümüz kuşa değer mi? Bence değer.

EPL yayın gelirlerinden yılda ortalama 55-56 milyon sterlin kazanan Arsenal ve Manchester City bizim için iyi birer emsal. Bu kulüplerin 65 milyon avro civarındaki EPL yayın gelirlerini Fenerbahçe'nin 32 milyon avro civarındaki Spor Toto Süper Lig yayın geliriyle kıyasladığımızda 1'e 2 gibi bir oran çıkıyor. Bu oranı, dolaylı olarak lig değerini ve ülke ekonomik durumunu hesaba kattığından, Fenerbahçe'nin tahmini stad ismi sponsorluğu gelirini hesaplamak için kullanabiliriz.

Arsenal'in Emirates'le yaptığı 15 yıllık ilk sponsorlukta stad isim hakkı payının net o günkü değeri 54 milyon sterlin, 2004'ün çapraz döviz kuruyla 81 milyon avro civarındaydı. Arsenal stad için yılda 5,4 milyon avro gelir elde etmiş gözükse de toplam tutar stad inşaatına peşin olarak kullanıldığı için aslında yıl bazında ödendiğinde bu tutarın çok daha yüksek olduğu düşünülebilir. Bunu kestirebilmek finansal hesaplar gerektiriyor ama buna girmeden Arsenal'in Emirates'le yenilenen sözleşmesine göz atarak gerçek değeri tespit etmemiz mümkün. Arsenal son olarak toplam 150 milyon sterlin karşılığında forma anlaşmasını 5, stad anlaşmasını ise 7 yıl uzattı. Arsenal'in yıllık forma reklam geliri 6 milyon sterlin olduğu biliniyor. Yani bu durumda 150 milyon sterlinin yaklaşık 120 milyonluk kısmına stadın 7 yıllık isim hakkı diye bakabilriz. Bu da yılda 17 milyon sterlin ya da 20 milyon avro demek. Elbette bu sponsorluk rakamlarının kırılımları çok net ve kesin değil ama bize fikir vermesi açısından yeterli.

Manchetser City ise stad isim hakkı için Etihad'la 10 yıllık 400 milyon sterline anlaştığına göre, bunun yarısını stad isim hakkı olarak alsak, yılda 20 milyon sterlin ya da 23 milyon avro ediyor.

Bu iki EPL takımının Şampiyonlar Ligi'nde sürekli ve neredeyse garanti şekilde yer almasının değeri ise Avrupa'da stad isim hakkı kullanılamadığı için zaten marjinalize oluyor.


STADYUM İSİM HAKKI SATIŞINDAN ASGARİ BEKLENTİ NE OLMALI?

Bu iki örnekten yola çıkarak ve yukarıda elde ettiğimiz EPL/STTSL yayın geliri oranını kullanarak Fenerbahçe'nin stad isim hakkı için yılda en az 10-13 milyon avro değerinde bir anlaşma beklentisi içinde olması oldukça mantıklı. Elbette farklı yöntemlerle de değerlemeler yapılabilir, ama detaylarda boğulmayalım. Üstelik Barcelona'nın forma reklamında yaptığı gibi tok satıcı olarak bu rakamı daha da artırmak mümkün. Yeter ki önce taraftar fikri benimsesin, niyet etsin.

Taraftarın bu fikri topyekün sahiplenmesini, arka çıkmasını sağlamak aslında çok da zor değil. Öncelikle şu an dolaşan 10 yıl için forma ve stad toplam 250 milyon avro civarında teklifler olduğu dedikodusu iyi bir başlangıç noktası. Taraftarın kolay kolay reddedemeyeceği bir rakam. Ancak Başkan Aziz Yıldırım bugün sadece formadan yılda toplam 15 milyon avro gelir elde ederken belki biraz zorlasa Türk Telekom'dan, Avea'dan rahatlıkla alabileceği bu tutara kolay kolay fit olmaz, isteksiz görünür, tok satıcı rolü oynar. Taraftar Başkan'a baskı yapar. Yönetim 'hodri meydan' der, ilgilenen sponsor adaylarını açık artırma usulü ihaleye davet eder. En az iki, üç, belki dört aday canlı yayında Fenerbahçe için kıyasıya kapışır, kazanan da kaybeden de Fenerbahçe taraftarının gönlünü kazanır.


"10 YIL, 300 MİLYON AVRO"

Fenerbahçe de nihayetinde stad isim ve forma haklarını, stad isim hakkı ilk yıl gelirlerinin tamamı, diğer yılların da %5'i kurulacak Şükrü Saracoğlu Spor Eğitimi Vakfı bursuna aktarılmak suretiyle 10 yıllığına 300 milyon avro'nun üzerinde bir değerle pazarlayabilir. Bu modeli bir nevi ilk yıl UNICEF, ikinci yıl Qatar Foundation yöntemiyle "forma reklamı almayız" mitini kıran Barcelona'dan esinlendiğimi söyleyebilirim. Buna benzer yaratıcı çeşitlemeler yapılabilir. Arzı kısarsan talep her zaman fiyatı yukarı çeker.

İşte bu defineyi zarar görmeden çıkarmak ve bu olağanüstü kaynağı Fenerbahçe'ye kazandırmak öncelikle biz taraftarların, ardından da yönetimimizin elinde. Ne zaman olacağı belli olmaz ama zamanı geldiğinde, ihtiyaç baş gösterdiğinde o hazinenin Papazın Çayırı'nın altında yattığını bilmekte fayda var.


Cem ARGUN.-
Devamını oku...

16 Nisan 2013 Salı

14 Nisan 2013 Pazar

29. Hafta: Fenerbahçe-Eskişehirspor: 1-0: 15 dakikalık parlama




Takım yorgun. 3 günde bir maç yapıyor. Yüksek tempolu maçlar oynandı. İki kilit oyuncu sakat, son birkaç haftanın en formda oyuncularından biri cezalı, öbürü kulübede. İlk 11'de yaratıcı veya atlet oyuncu yok. Hadi ilk 11 seçimini tartışmak yersiz. Çıkan 11'in neyi nasıl yapması gerektiğine kafa yormak gerek.

Peki bu 11 ne yapmalıydı? Oyunu öne itmeli, rakibi önde karşılamalı, sekenleri almalı, karambole zorlamalıydı. Asla yapmaması gereken de oyunu kendi yarı sahasında kabullenmemek idi. Biz ne yaptık? Asla yapmamamız gerekeni yaptık. Oyun merkezini geride tutmayı da ben oyuncuların yorgunluğuyla bağdaştıramıyorum.

Maç başlamadan twitter'da sordum: "Maça iyi başlayıp baştan kopartmak mı, yoksa sıkışan oyunu müdahaleyle açmak mı?" diye. Gelen cevaplar hep ilk başta tempo yapmak üzerine oldu. Taraftarın beklentisi bu zaten. Takımın hep tempo yapması, hep agresif olması bekleniyor. Bunun olamayacağını, oyuncuların da makine olmadığını daha önce defalarca kez vurguladık. Doğru baskı yapmanın önemine değindik hep.

Peki takım doğru baskı yaptı mı? Maç boyunca 15 dakika yaptı, evet. Normalde en az iki kez böyle 15-20 dakikalık periyodlarla baskıyı artırıyoruz maç içlerinde ve skoru o arada yapıyoruz. Perşembe Lazio karşısında da, bugün de 15 dakika kıpırdanıp yeterli skoru aldık. Şu maç trafiğinde bu kabul edilebilir bir durum.

İLK YARI

7. dakikada Erkan direğe vurdu, 11. dakikada Kamara karşı karşıya kaldı Volkan çıkardı, bir dakika sonra yine uzaktan bir şut geldi. İlk yarı boyuna 5 tane uzaktan şuta hiç baskı bile yapmadık. Bir uzaktan şutu engelleme girişimi oldu, ki onu da merkez oyuncularımızdan biri değil, soldan kademeye giren Kuyt yaptı.

Net gol pozisyonumuzun olduğunu söylemek güç. Egemen'in aldığı sekenler veya duran top organizasyonları var. 37. dakikada Mehmet Topal'ın Webo'ya attığı şahane diagonal topun güme gitmesi ise üzücü oldu.

İKİNCİ YARI

Devre arasında oyuna ne müdahale yapılması gerektiğine kafa yorarken aynı 11 döndü sahaya. 51. dakikada rakibin en organize atağında elle müdahale kararı çıktı. Ben şaşırdım açıkçası. Bizim aleyhimizde yapılan bir hatanın bu kadar net bir şekilde tespit edilmesi ciddi şekilde enteresan. Pozisyon döndü, biz atağımızı yaptık, Mehmet Topuz'un topu indirişi ve Webo'nun duvar oluşunun üzerine Cristian'ın vuruşu geldi. İlk yarı boyunca kıpırdanmayan takımın ilk kez karşı kaleye nispeten kalabalık gitmesi golü getirdi.

Golden sonra bir 10 dakika kadar daha etkiliydik. Sonra oyun merkezimiz yine daha geriye geldi. 62 ve 67. dakikalardaki organize kontra ataklardan yararlanabilsek, bu kadar gömülmek zorunda da kalmazdık. 73. dakikada da Egemen'in duran toptan yakaladığı çok net bir fırsat vardı. Az fırsata girdiğimiz maçlarda bunlardan maksimum yararlanamamak üzücü.

OYUNCU DEĞİŞİKLİKLERİ

Eşzamanlı iki değişiklik yaptık yine. Cristian-Krasiç ve Mehmet Topuz-Selçuk değişiklikleri. Cristian-Krasiç değişikliğinin mantığı belli. Rakip daha önde oynayacağı için arkada boşluk bıraklıacak, bırakılacak boşluğu da topla en çabuk çıkabilen oyuncuyla değerlendirmek istedik. Peki ne kadar başarılı olduk? Sıfır. Topla en çabuk hızlanabilen adamın önüne top atmadık, atmayınca da gol pozisyonu üretmede başarılı olamadık.

Mehmet Topal sahadayken Selçuk'u oyuna sürmenin ise rakibe "bana baskı kur" demek olduğuna daha önce değindim. Salih tercih edilmeliydi diyorum bu değişiklik için ve daha fazla deşmiyorum.

ALPER POTUK

İyi oyuncu olabilir. Skora direkt etki etme yetisine sahip olabilir, çok yetenekli ve gelişmeye açık olabilir. Bunlar çok güzel, ama oyuncularımıza yaptığı haince müdahalelerin yanı sıra bir de maçtan sonra çıkıp elle attığı gole rağmen "Goldü" diye yalan söylemesi ise hiç kabul edilebilir değil. İyi oyuncu olmanın yanı sıra iyi insan olabilmek de önemli. Yazık.

RAUL MEIRELES

Bugünün tartışmasız en iyisiydi benim gözümde. Takım iyiyken "ne yaptı ki?" diye soruyor herkes. Bugün takım kötüyken de parladı. Kendisinden beklenen ciddiyetle oynadığı zaman neler yapabileceğini gösteriyor ve onun artan bu form grafiği özellikle Benfica eşleşmesi adına iyiye işaret.

SONUÇ

Bugünkü oyun için iyi demek yanlış olur. Kötüye kötü diyebilmeliyiz. Lazio deplasmanında da iyi oynamadık. İhtiyacımız kadar oynadık. Skorun önemli olduğu haftalarda bu kabul edilebilir, ama yapılan hatalardan ders alınmalı.

Puan kaybı yaşansaydı bunu herkes Aykut Hoca'ya yoracaktı. Galibiyete de "Aykut'a rağmen" diyecek kadar düşenleri ciddiye alamıyorum. Beğenmek veya sevmek zorunda değilsiniz, ama lütfen saygılı olun. Şu anda bu durumda bulunmamızda çok büyük pay sahibi Aykut Hoca. Ekim ayında UEL ve Türkiye Kupasında yarı final, ligde de son beş haftaya yarışın içinde girilecek dense buna imkan vermeyecek kişilerin şimdiki konumu beğenmeme lüksleri olmadığı düşüncesindeyim.

Sakatlarımız dönecek ve ideal kadromuzla oynamaya başlayacağız bir dahaki haftadan itibaren. Puan farkı hâlâ sabit ve biraz nefes alma fırsatımız var. İnanılmaz maç trafiğimiz devam edecek ve kazanma alışkanlığımızı yitirmemek adına her maça aynı şekilde konsantre olmamız gerekiyor. Oyuncular, teknik ekip, yönetim ve biz taraftarlar olarak bu kenetlenmenin ödülünü sezon sonunda umarım fazlasıyla alacağız. Yola devam!
Devamını oku...

13 Nisan 2013 Cumartesi

Güç nedir? Güçlü kimdir?


Türkiye'nin iki büyüğü; Fenerbahçe ve Galatasaray.

Büyüklükleri göreceli, izafi; ama güçleri ölçülebilir ve açıklanabilir, tavırlarında gizli.

Fenerbahçe; bir asırdır, taraftarı ve yönetenleriyle halkın içinden, herhangi seçilmiş bir zümreye hitap etmeyen, tabana yayılmış, Cumhuriyeti ve sembollerini temsil eden, tabiri caize halkın takımı.

Galatasaray; tabanı ve yönetenleriyle Galatasaray Lisesi'ne ve zümresine hitap ve hizmet eden, ancak kazandığı başarılarla halkın tabanını yakalayabilmiş, aristokrasinin simgesi.

Tarif edebildiğimiz ve edemediğimiz farklarıyla, iki çok "farklı" büyük Fenerbahçe ve Galatasaray.

Peki hangisi daha güçlü?

Güç nedir?

Türk Dil Kurumu aşağıdakileri söylüyor:

Gücün 11 maddelik tarifi ortada.
"Güçlü" dediğimizde ne anlama geldiğini biliyoruz artık.

Bu bağlamda; soruyorum şimdi:


  • Güçlü olan yalan söyler mi, ihtiyaç duyar mı?
  • Güçlü olan rakibinin arkasından iş/entrika çevirir mi?
  • Güçlü olan; önce gayriresmi, sonra resmi personeliyle, rakibinin Avrupa'dan men edilmesine azmettirir mi?
  • Güçlü olan; ücreti mukabili görevlendirdiği medya taşeronlarıyla, rakibini alaşağı etmeye çalışır mı?
  • Güçlü olanın gündemi; kendi yolunu açmaktan çok, rakibinin önünü tıkamak olabilir mi?
  • Güçlü olan; entrikalarla yönettiği kurullardan neması azalmasın diye en çiğ maskelerle mağduru oynar mı?
  • Güçlü olan rakibinin rakipleriyle işbirliği yapar, fitne sokar mı?
  • Güçlü olan; sahada bir asırdır baş edemediği rakibini, mütemadiyen saha dışı yollarla alt etmeye çalışır mı?
  • Liste uzar; peki güçlü olan bunlara tenezzül eder mi?
Cevap veriyorum: Hayır.


Tekrar soralım; 

Fenerbahçe mi, Galatasaray mı güçlü?


Bilhassa son 2 yıldır Fenerbahçe aleyhinde -ama Galatasaray'ın dahliyle, ama alkışlarıyla- yapılmayan kalmadı.

Galatasaray'ın kurum olarak bulunmadığı şer planlarında, Galatasaraylılar hiç eksik olmadı.

Peki alt edebildi mi Fenerbahçe'yi?
Başarabildi mi arzu ettiklerini?

Hayır.

Öldürmeyen şey güçlendirir.
Güçlendirdi.
Çünkü öldüremedi.

Çevirdikleri her fırıldak, başımıza sardıkları her bela güçlendirdi, olgunlaştırdı, efsunladı bizi.
Bağışıklık sistemimiz kuvvetlendi, taş gibi olduk şimdi.

Prangalar kar etmedi,
Arkalarına aldıkları rüzgar yar olmadı.
Başa sardılar; mağduriyet maskelerini sandıktan çıkardılar şimdi.

Hallerine gülerek, halimize gururla ve şükrederek izliyoruz artık.

İki büyük.
Biri; gücünü taraftarından, halkından ve onların saf sevgi dolu yüreğinden alan büyük, Fenerbahçe.
Diğeri; gücünü 600 yıllık kültürlerindeki genlerden, entrika, siyaset ve hizipten alan, Fenerbahçe nefreti ve korkusuyla önündeki boku yiyemeyen büyük, Galatasaray.

Korkmadık.
Korkmuyoruz.

Önümüze bakıyoruz.
Devam edin.

Katkılarınıza teşekkür ediyoruz.







Devamını oku...